25 Aralık 2010 Cumartesi

Ghost Hound

Yönetmen: Ryutaro Nakamura
Stüdyo: Production I.G.
Tür: Fantastik, Korku
Yapım Yılı: 2007
Bölüm Sayısı: 22
Anime Puanı: 10/8.5



Ghost Hound, Suiten adındaki küçük bir dağ kasabasında yaşayan üç lise öğrencisinin etrafında gelişen doğaüstü olayları konu alıyor. Taro Komori, Makoto Oogami ve Masayuki Nakajima’nın aslında pek ortak noktaları yoktur. Fakat üçü de geçmişlerinde dramatik bir olay yaşamıştır ve bu olaylar zinciri onları bir araya getirmiştir. Taro ve ablası 11 sene önce kaçırılmış, Makoto’nun babası intihar etmiş ve geldiği Tokyo’daki okulunda bir öğrenci Masayuki yüzünden okulun çatısından atlamıştır. Günün birinde üç arkadaş, Taro’nun kaçırıldığı ve artık bir harabe olan hastaneye giderler. Yaşanan bir takım olaylar sonucu üç arkadaş görülmemiş dünyayı (unseen world) ve oradaki ruhları keşfeder. Çok geçmeden üç arkadaş rüyalarında beden dışı seyahat edebilmeye başlarlar. Yani ruhları bedenlerini terk ederek Suiten kasabasında dolaşmaya başlarlar. Üç arkadaşın amacı ortaktır, görülmemiş dünya sayesinde geçmişlerini araştırmak fakat aynı anda Suiten kasabasında ruhlar huzursuzlaşmaya ve normal hayata da sıçramaya başlarlar.

Ghost Hound’un birçok animeye nazaran görülmemiş ve çok ilginç bir konusu var. Atmosfer bakımından seri inanılmaz derecede gizem uyandıran bir şekilde başlıyor ve kendinizi izlemekten alıkoyamıyorsunuz. Fakat bölümlerin ortalarına gelince atmosfer bir hayli yavaşlıyor ve tıbbi terimler daha ön plana çıkıyor. Bu arada, Ghost Hound kesinlikle küçük yaşa hitap etmiyor çünkü dediğim gibi içerdiği psikolojik unsurlar ve tıbbi terimleri yetişkin bir insan bile bazen takip etmekte zorlanıyor. İpin ucunu bir yerde kaçırdınız mı, seri aniden sıkıcı bir hal alabiliyor ve daha birkaç bölüm önce sizi merak içinde bırakan animeden soğuyabiliyorsunuz. Sonlara doğru yaklaşıldığında ise atmosfer yine hızlanıyor ve anime tatmin edici bir son ile sona eriyor.

Görsel olarak Ghost Hound çok ilginç bir anime. Bazen capcanlı renkler oluyor karşımızda bazen de karakterler bembeyaz oluyor. Böyle bir tekniğe neden başvurulmuş bilmiyorum ama ben biraz yadırgadım. O beyazlıkların olmamasını tercih ederdim. Müzikleri ve özellikleri de efekt bakımından ise anime çok kaliteli. Aslında açılış ve kapanıp parçaları dışında animede müzik yok ama efektler çok iyi yapılmış ve bu efektler sayesinde belki de animedeki korku unsurunu yaşıyorsunuz. Örneğin birisi yürürken adımları ile eş zamanlı saat tıklaması duyuyorsunuz ve karakter ansızın bir kapıyı açtı mı, saat tıkırtısı sona eriyor. Bunun gibi ve daha değişik birçok ilginç ses Ghost Hound’da bulunuyor.

Özetle Ghost Hound oldukça sıra dışı bir anime ama her yaşa hitap etmeyen ağır bir anime. Eğer ruhlardan ve psikolojik unsurlardan hoşlanıyorsanız izlemenizi tavsiye edebilirim.



Not: Ghost Hound ile Ghost Hunt farklı iki animedir.

18 Aralık 2010 Cumartesi

Grave of the Fireflies

Yönetmen: Isao Takahata
Stüdyo: Studio Ghibli
Tür: Dram
Yapım Yılı: 1988
Bölüm Sayısı: Film
Anime Puanı: 10/9.5



Grave of the Fireflies veya orijinal adı ile Hotu no Haka, Shinchosa adlı yayın evi tarafından Studio Ghibli’ye yaptırılan ve savaşların sivil halk üzerindeki etkisini çarpıcı bir şekilde anlatan bir anime filmidir. Anime, 1945’li yıllarda savaş sırasında kız kardeşini yeterli besleyemediği için kaybeden Akiyuki Nosaka’nın otobiyografi şeklindeki romanından uyarlanmıştır. Nosaka, kardeşini kaybetmenin etkisi ve kendisini suçladığı için bu romanı yazmıştır.

Grave of the Fireflies ya da Türkçe olarak Ateşböceklerinin Mezarı diyebileceğimiz anime filmi 1945 yılında, yani ikinci dünya savaşı yıllarında geçiyor. Anime, tren istasyonunda açlıktan ve halsizlikten ölmek üzere olan genç bir çocuğun görüntüsü ile başlıyor ve ardından “flashback” diye tabir edilen geriye dönüş ile olayları başından izliyoruz. Genç Seita ve küçük kız kardeşi Setsuko, anneleri ile birlikte yaşamaktadır. Babaları donanma mensubu olduğu için savaştadır. Flashback’ten sonra anime Amerikan uçaklarının şehri bombalaması ile başlıyor. Bu hava saldırısı yüzünden iki kardeşin annesi hayatını kaybeder ve ikiliyi teyzeleri yanına alır. Fakat burada gördükleri muameleden pek hoşnut kalmazlar. Çünkü teyzeleri her geçen gün onlara daha az yemek vermekte ve ezmektedir. Derken bir gün Seita ve Setsuko evi terk ederler ve kendi başlarının çaresine bakmaya çalışırlar. Savaş zamanında, yiyecek kıtlığı yaşandı ve iki günde bir yaşanan hava saldırıları yüzünden iki kardeşi çok zor günler beklemektedir.

Atmosfer ve kurgu olarak Ateşböceklerinin Mezarı, gerçekçi bir kurguda ilerliyor. Yani animede doğaüstü olaylar, karizmatik karakterler gibi şeyler yok. Tamamen iki kardeşin birbirleri ile olan bağı ve yaşam mücadelesi üzerine kurulmuş. Savaşın zulmü, annelerini kaybetmelerinin acısı, babalarının bilinmeyen akıbeti ve özellikle küçük Setsuko’nun minik dünyasında olan biteni anlamaya çalışması çok güzel tasvir edilmiş. Özellikle sonlara doğru yaşanan duygu selinde gözünden yaş gelmeyecek insan çok azdır. Yani anlatmak istediğim, kurgu hem çok gerçekçi hem de hiç sıkmıyor. İki kardeşin zorlu hayatını dolu gözlerle izliyorsunuz.

Çizimleri bakımından Ateşböceklerinin Mezarı elbette eski. Fakat eski olmalarına rağmen şimdiki birçok seriden çok daha hoş ve samimi. Müzikleri, özellikle seslendirmeler çok başarılı. Hele küçük Setsuko’nun seslendirmesi inanılmaz derecede gerçekçi ve başarılı.

Sonuç olarak Ateşböceklerinin Mezarı çok iyi bir dram animesi ve savaş zamanında yaşananları insanların yüzüne çok iyi vuruyor. Zaten Amerikalı film eleştirmeni Roger Ebert animeyi en iyi savaş karşıtı filmlerden birisi olarak nitelendiriyor. Benim için tek kusuru sonunun belli olması yönünde. Fakat eğer dram seviyorsanız ve gerçek ilişkilerden hoşlanıyorsanız Grave of the Fireflies’ı mutlaka izlemenizi öneririm.

16 Aralık 2010 Perşembe

Canaan

Yönetmen: Masahiro Ando
Stüdyo: P.A. Works
Tür: Aksiyon
Yapım Yılı: 2009
Bölüm Sayısı: 13
Anime Puanı: 10/6



Canaan, 2008 yapımı “428: Fusa Sareta Shibuya de” adlı Wii oyununun iki yıl sonrasını konu alıyor. Ayrıca Canaan’nın Türkçe karşılığı Kenan ve anlamı da İsrail’e vaat edilmiş olan topraklardır.

Canaan bahsettiğim gibi Wii için çıkan (PS3 ve PSP’ye de sadece Japonca olarak uyarlandı) oyunun Shibuya’da geçen olayların iki sene sonrasında geçiyor. Maria Osawa ve Minoru Minorikawa adlı iki gazeteci Şanghay’da yapılacak olan anti-terör konferansı için Şanghay’a uçar. Maria ve Minoru iki sene önce Shibuya’da yaşanan olaylara bulaşmıştır ve Maria teröristler tarafından kaçırılarak UA virüsü enjekte edilmiştir. UA virüsü enjekte edilen insanlar 12 saat içinde hayatını kaybetmektedirler. Fakat Maria’nın bilim adamı babası ona anti-virüs enjekte ettiği için hayatta kalmayı başarmıştır. Şanghay’da ise festival zamanı olduğu için ikili festivale de katılır ve birbirlerinden ayrılırlar. Fakat burada da Maria bir dizi cinayete tanık olur ve tam sıra kendisine geldiğinde eski bir arkadaşı olan Canaan tarafından kurtarılır. Çok geçmeden Maria ve Minoru kendilerine bir başka büyük maceranın içerisinde bulurlar. UA virüsü yine karşılarına çıkar. Üstelik virüs gelişmiş ve çok daha tehlikeli bir hale gelmiştir. Ayrıca Snake adındaki terör örgütü UA virüsü ile ilgilenmektedir ve örgütün lideri Canaan’ın geçmişinden birisidir.

Canaan’ın konusu aslında pek fazla yenilik sunmuyor ve UA virüsü olayı Resident Evil’i anımsatmıyor değil. Canaan, paralı askerdir ve “synesthesia” adlı yeteneği ile inanılmaz dövüş tekniklerine sahiptir. Hatta rakipsiz sayılabilir. Bu da bana biraz abartılı geldi. Ayrıca animede kadın hegemonyası var. Minoru ve sonradan çıkan Santana dışında serideki karakterlerin neredeyse hepsi kadın. Yani anlayacağınız üzere kızların eline vermişler silahları salmışlar sahaya. Canaan süper güçleri olan genç bir kız, Maria iyilik meleğimiz, Yunyun adında sinir bozucu bir kızımız, hiç konuşmayan Hakko adında bir bayan ve son olarak Amerika’ya baş tutabilen, Snake örgütünün lideri, yirmili yaşlarda Alphard adında genç bir kızımız var. Anlatmak istediğim, karakterlerin hepsi bayan ve hepsi itici. Oysa birkaç has adam eklenseymiş (tabi 17-18’lik delikanlılardan bahsetmiyorum) veya şöyle Golgo 13’teki Duke Togo gibi karizmatik bir karakter seride olsa, anime emin olun birkaç level birden atlar.

Atmosfer bakımından Canaan güzel ve hızlı başlıyor ama birkaç bölüm sonra atmosfer acayip derecede sıkıcı bir hal alıyor. Animeyi soluksuz, heyecanla izleme gibi bir durum yok. Zaten Canaan ile uyuz Maria’nin “aşkı” olayı bitirmiş durumda. Kısa olan 13 bölümün sonu ise tatmin edici olmasa da havada da bitmiyor. Ortada uluslar arası bir terör söz konusu ama animede kızlarımızın birbirleri ile olan garip hesaplaşmaları daha bir ön planda.

Görsel olarak Canaan kaliteli bir anime. Çizimler güzel, kan kullanmaktan kaçınılmamış. Müzikleri de orta şeker. Şanghay sokakları güzel tasvir edilmiş ve arka plandaki Çince konuşmalar gibi ayrıntılar hoş olmuş.

Kısacası kısa bir anime olan Canaan’ı kızlar ve silahlardan hoşlanıyorsanız sevebilirsiniz. Fakat bana göre Canaan aslında potansiyeli olan ama iyi kullanılmayan bir anime. Belki de ilk önce oyununu oynamak gerekir ama benim tavsiyem, eğer silahlı ve aksiyon dolu bir anime arıyorsanız Canaan ikinci veya üçüncü tercihiniz olsun.

10 Aralık 2010 Cuma

Kiki’s Delivery Service

Yönetmen: Hayao Miyazaki
Stüdyo: Studio Ghibli
Tür: Fantastik
Yapım Yılı: 1989
Bölüm Sayısı: Film
Anime Puanı: 10/9



Kiki’s Delivery Service, Türkçe adı ile Küçük Cadı Kiki (bazı yerlerde Kiki’nin Kurye Servisi diye de geçiyor) 1989 yapımı bir Studio Ghibli yapımı ve başında da Hayao Miyazaki bulunmakta. Küçük Cadı Kiki ayrıca ilk Ghibli – Disney ortaklığına imza atmış bir anime filmi olma özelliğini de taşıyor.

Kiki 13 yaşında bir cadıdır ve küçük bir köyde ailesi ile beraber yaşamaktadır. Geleneklere göre bir cadı 13 yaşına geldiğinde yaşadığı köyden ayrılıp, bir seneliğine kendi başına başka bir şehirde yaşamak zorundadır. Kiki de 13 yaşında olduğu için yaklaşan ilk dolunayda köyünden ayrılmaya karar verir. Siyah kedisi Jiji’yi de yanına alan Kiki, deniz kenarında bulunan Koriko adlı şehre yerleşmeye karar verir. 102 dakikalık anime filmi boyunca da Kiki’nin tamamen yabancı bu şehirde tek başına insanlarla kaynaşmasına, iş bulup çalışmasına ve en önemlisi hayata olan bakışına tanıklık ediyoruz.

Küçük Cadı Kiki’de Dün Gibi veya Yüreğin Sesi’nde olduğu gibi belirli bir olay üzerinde yoğunlaşmıyor. Daha ziyade bir kızın yaşamına ve dediğim gibi insanlarla olan ilişkilerine odaklanıyor. Bu durumda birçok anime yapımı izleyenlerin dikkatini canlı tutmak için zorlanabilir ama işin içinde Studio Ghibli ve Hayao Miyazaki’nin parmağı olunca durum tam tersi oluyor. Konunun akışı başlangıçtan sona kadar yüksek bir çizgide ilerliyor ve atmosfer hiç düşmüyor. Yani izlerken asla sıkılmıyorsunuz. Sonlara yaklaşırken biraz durgunluk yaşanıyor ama kısa süren bu durgunluk çok geçmeden kendini toparlıyor.

Görsel olarak Sihirli Cadı Kiki gerçekten şahane bir yapım. Hani oyunlarda benim için en harika görsellik macera oyunlarındaki 3D arka plansa, animelerde de Studio Ghibli yapımlarını tek geçerim. Bu kadar güzel betimlemeleri başka animelerde zor görürsünüz. Orijinal seslendirmeleri de bir hayli başarılı ve insana çok cana yakın geliyor.

Sonuç olarak Küçük Cadı Kiki benim için en iyi Studio Ghibli yapımlarından birisi ve keyifle izlenecek sevimli bir anime filmi arıyorsanız Kiki’yi mutlaka öneririm.

7 Aralık 2010 Salı

K-ON

Yönetmen: Naoko Yamada
Stüdyo: Kyoto Animation
Tür: Okul, Komedi, Müzik
Yapım Yılı: 2009 - 2010
Bölüm Sayısı: 13 + 26
Anime Puanı: 10/8.5



K-ON, anlam olarak “keiongaku” yani “light music” demek ve Türkçeye de pop müzik olarak çevirebiliriz. Hikâye, Sakura Lisesi’nin müzik kulübüne giden dört (daha sonra beş) öğrencinin eğlence dolu yaşamlarını konu alıyor. Seri liseye başlayan Ritsu ve Mio adlı iki arkadaşın müzik kulübüne katılması ile başlıyor. Fakat ortada bir sorun vardır. Kulübün kapanmaması için en az dört kişiye, yani iki elemana daha ihtiyacı vardır. Çok geçmeden kulübe Tsumugi adında bir kız daha katılır ve geriye tek bir kişilik açık kalır. Son olarak bu açığı da serinin başkarakteri olarak tanımlayabileceğimiz Yui kapatır. Böylece kulüp kapanmaz ve eğlence dolu bir macera başlamış olur. Bölümler ilerledikçe kulübe beşinci olarak Azusa diye bir kız daha katılır. Toplam 37 bölüm boyunca (ikinci sezonun son iki bölümü ova niteliğinde) beş arkadaşın liseye başlayıp mezun olana kadar yaptıklarına tanıklık ediyoruz.

K-ON her ne kadar müzik içerikli bir anime olsa da, Beck veya Nana gibi müzikli içli dışlı değil. Serinin okul – komedi yönü daha ağır ve müzik de eşantiyon tadında. Yani demek istediğim konu tamamen müzik üzerine değil. Daha çok beş arkadaşın müzik kulübü üyeleri olarak günlük yaşamlarına göz atıyoruz. Seri için %65 klasik okul – komedi, %35 müzik türünde diyebilirim. Anime de bahsettiğim üzere beş ana karakter var. Bunları kısaca tanıtacak olursam;

Yui Hirasawa: K-ON’un ana karakteri ve belki de görebileceğiniz en neşe dolu anime karakterlerinden biri. Müzik kulübüne son çare olarak katıldığı için tek bir nota dahi bilmemektedir ve “Gitah” adını verdiği gitarı ile her şeyi sıfırdan öğrenmektedir.

Ritsu Tanaka: Müzik kulübünün bateristi olan Ritsu, serinin en fırlama karakteridir. Milleti gaza getiren, dersleri pek sallamayan ve eğlence ile tembelliğe düşkündür.

Mio Akiyama: Kulübün bas gitaristçisi olan Mio inanılmaz derecede çekingen ve utangaçtır. Kulübe Ritsu’nun ısrarı üzerine katılmıştır ama asla pişman değildir. Serideki en aklı başında karakter diyebiliriz.

Tsumugi Kotobuki: Zengin bir aileden gelen Tsumugi, kulübün piyanistidir ve değişik bir karaktere sahiptir. Çay yapmayı seven, küçük şeylere dahi inanılmaz sevinen bir yapıya sahiptir.

Azusa Nakano: Azusa müzik kulübüne bir sene sonra katılır. Yani Yui ve arkadaşlarından bir yaş küçüktür. O da tıpkı Yui gibi gitar çalar ve ilk başlarda kulübü çok ciddiye alsa da zamanla o da arkadaşlarına ısınır ve samimi olurlar.

Görsellik olarak K-ON çok kaliteli bir anime. Özellikle karakter çizimleri ilginç ve başarılı. İlginç derken, Yui’deki yüz ifadesini ben başka bir karakterde daha görmedim. Bir anime karakteri ancak bu kadar sevimli olur herhalde. Serinin önemli bir unsuru olan müzikleri de ortalamanın bir hayli üstünde. Tarzı pek benim tarzım değil ama müzik kulübünün sergilediği parçalar oldukça eğlenceli ve başarılı. Hele parçaları seslendiren Yui olunca insan dinlemekten sıkılmıyor.

K-ON serisinin bence en büyük eksisi hiç erkek karakter barındırmamasıdır. Gördüğüm üzere Sakura Lisesi tamamen kızlardan oluştuğu için bir kız lisesi ve birkaç erkek olsaydı nasıl olurdu diye düşünüyor insan. Anime tamamen kızların dünyasında geçiyor ve doğal olarak genellikle kız sohbetleri ediliyor. Neyse ki sohbetler genellikle komik geçtiğinden (komik derken de abartılı, yılışık hareketlere dolu değil – bkz. Ouran Host Club) baymıyor ve gayet güzel izleniyor.

Uzun lafın kısası, K-ON tamamen müzik içerikli bir anime olmasa da komedi bakımından çok kaliteli bir anime ve işin içine kaliteli çizimler, eğlenceli karakterler ve müzik kulübü de girince izlemesi bir hayli keyifli bir anime oluveriyor.

4 Aralık 2010 Cumartesi

Ponyo

Yönetmen: Hayao Miyazaki
Stüdyo: Studio Ghibli
Tür: Fantastik, Macera
Yapım Yılı: 2008
Bölüm Sayısı: Film
Anime Puanı: 10/8



Ponyo, yüzü olan küçük bir Japon balığının insan olmak istemesi hayalini anlatıyor. Minik kardeşleri ile babasının yanında yaşayan küçük balık, babasının yanından kaçarak küçük bir balıkçılık kasabasına varır. Fakat yolculuk esnasında küçük balığın başı kavanoza sıkışır ve balık sahile vurur. Bu arada küçük Sosuke, kavanozdaki balığı görür ve onu kurtarır. Bunu yaparken parmağı kesilir ve küçük, yüzü olan balık onun yarasını yalar ve kesik anında yok olur. Sosuke, balığı bir kova içinde yanına alır ve ona Ponyo adını verir. Ponyo, Sosuke’den çok hoşlanır ve insan olmaya karar verir. Öte yandan da Ponyo’nun babası Fujimoto, Ponyo’yu aramaya koyulmuştur.

Ponyo adlı animenin de tüm Studio Ghibli filmlerinde olduğu gibi ilginç bir hikâyeye sahip. Bir balığın insan olma hayali, Sosuke’nin masum ve sevimli halleri, bolca deniz ve balık derken ortaya oldukça ilginç bir yapım çıkıvermiş. Atmosfer genellikle hareketli ve izleyen sıkılmıyor ama ben sonunu pek beğenmedim. Film çok güzel ve ilginç başlıyor fakat sonu çok basit ve sade olmuş. Buna rağmen dediğim gibi hikâyenin akışı, fantastik öğeler ve özellikle Ponyo ile Sosuke’nin masum serüveni seriyi izlenebilir kılıyor.

Görsel olarak Ponyo tam bir sanat eseri. Zaten bu konuda Studio Ghibli’den daha başarılı bir yapım şirketi görmedim. İnanılmaz temalar harika karakter çizimleri ile birleşince ortaya bakmaya doyamayacağınız manzaralar çıkıyor. Yani her kare ayrı bir duvar kâğıdı. Türkçe seslendirme de gayet başarılı ama Sosuke’nin sesini yakıştıramadım. Ufacık bir çocuk için çok karta kaçmış. Ona daha sevimli bir ses beklerdim. Yine de zamanla alışıyorsunuz. Bunun dışında seslendirme çok iyi ve orijinal efektleri ile de uyumlu.

Sonuç olarak Ponyo’yu izlerken çok güzel vakit geçiriyorsunuz ve anime her yaşa hitap ediyor. Eğer kasmayan, germeyen, sıkmayan, kendisini izlettirmeyi başaran sevimli bir anime filmi arıyorsanız, Ponyo’yu size önerebilirim.

3 Aralık 2010 Cuma

The Cat Returns

Yönetmen: Hiroyuki Morita
Stüdyo: Studio Ghibli
Tür: Fantastik, Macera, Komedi
Yapım Yılı: 2002
Bölüm Sayısı: Film
Anime Puanı: 10/9



The Cat Returns veya Türkçe adı ile Sihirli Kedi, Haru adındaki genç bir kızın başına gelen akla hayale sığmayan bir macerayı konu alıyor. Günün birinde Haru, arkadaşı ile yolda garip bir kedi görür. Koyu renkli ve iki gözü de birbirinden farklı renkte olan bu kedi ağzında bir paket taşımaktadır ve karşıdan karşıya geçmek istemektedir. Kedi caddeye adımını attığı anda paketini düşürür ve yolun ortasında paketi almak için duraksar. Karşıdan ise bir kamyon gelmektedir ve Haru da bunu fark ederek kedinin hayatını kurtarır. Bundan sonra ise olay ilginçleşmeye başlar. Kedi iki ayağının üzerinde durarak nazik bir şekilde teşekkür eder. Kedinin konuşması ile afallayan Haru’yu gecesinde daha büyük sürprizler beklemektedir. Kurtardığı kedi aslında Kedi Krallığı’nın prensi, Prens Lune’dir ve babası, yani kral bizzat gelerek Haru’ya teşekkür eder ve iyiliğinin karşılıksız kalmayacağını söyler. Fakat Haru’nun bulduğu iyilikler, kedi otu veya hediye paketi içinde fare gibi şeylerdir. Haru’nun memnunsuzluğunu fark eden kediler, olayları yanlış yorumlayarak Haru’ya inanılmaz bir teklif yaparlar. Buna göre Haru, Kedi Krallığı’na gelecektir ve prens ile evlenecektir. Laf dinlemeyen kedilerden Haru’yu kurtaracak ise tek bir kişi vardır ve bu da Baron’dan başkası değildir.

Sihirli Kedi’nin konusu ilk başta sadece çocuklar içinmiş gelebilir ama yediden yetmişe herkese hitap ediyor. Zaten işin içinde Studio Ghibli’nin fantastik öğeleri ve hayal gücü olunca biraz izleyen hemen kendisini kaptırıveriyor. Atmosferi sımsıcak ve genellikle eğlenceli geçiyor. Kedigilleri en olmayacak hallerine tanıklık ediyorsunuz. Filmin süresi biraz kısa (74 dakika) ve sürükleyici olduğu için bir çırpıda bitiveriyor.

Çizimleri bakımından Sihirli Kedi çok hoş bir anime. Özellikle birbirinden ilginç bir sürü kedi çok hoş çizilmiş. Arka plan çizimlerine zaten hiç girmiyorum. Fazla fantastik öğe yok ama Studio Ghibli yine döktürmüş. Türkçe seslendirmeler ise çok başarılı. Özellikle Baron’un sesini çok beğendim.

Ufak bir ayrıntıdan da bahsetmek istiyorum. Whisper of the Heart’ı (Yüreğin Sesi) izleyenler bilir, orada da kedi bir figür vardı ve adı Baron’du. Hatta Shizuku hikaye yazmaya başladığında baş karakteri figür Baron oluyordu. Yüreğin Sesi’ndeki Baron ve Sihirli Kedi’deki Baron aynı kedi ama konu olarak aralarında hiçbir bağ yok. Kim bilir, belki de Sihirli Kedi, Yüreğin Sesi’ndeki Shizuku’nun yazdığı bir hikayedir ve biz aslında Shizuku’nun yazdığı hikayeyi izliyoruzdur. Sonuçta Haru’nun yanında başrolde yine Baron var. Aslında böyle düşünmemek için hiçbir sebep yok:)

Özetle Studio Ghibli, Sihirli Kedi ile çok iyi bir iş başarmış ve kısa olsa da Haru ile, Baron ile çok güzel vakit geçiriyorsunuz. Eğer eğlenceli ve asla sıkmayan bir anime filmi arıyorsanız Sihirli Kedi çok iyi bir tercih olur.