23 Şubat 2012 Perşembe

King of Thorn

Yönetmen: Kazuyoshi Katayama
Stüdyo: Sunrise
Tür: Aksiyon, Gerilim
Yapım Yılı: 2010
Bölüm Sayısı: Film
Anime Puanı: 10/6



2015 yılında, dünya üzerinde yeni bir virüs boy göstermiştir. Bu virüs yüzünden insanlar taşlaşarak ölmektedir. Virüs kendi içinde üç aşamaya ayrılmıştır. İlk aşama kuluçka süresidir. İnsandan insana 30 ila 60 gün arası değişmektedir. İkinci aşama ise 12 saat içinde taşlaşmanın başlamasıdır. Son aşama ise yüzde yüz ölümdür. Acquired Cellular Induration Syndrome adı verilen veya yüzüne baktığınızda insanları taşa çeviren Yunan mitolojisindeki Medusa’dan alarak Medusa Virüsü adı verilmiştir.

Yaşanan bu ölümlerden dolayı sağlık örgütleri alarma geçmiştir. Venus Gate adlı saygın bir sağlık kuruluşu da dünyanın farklı yerlerinden seçilen 160 kişiyi bir tedavi bulunana kadar uyutulmak üzere kapsüllere koyar. Bu kapsüller gerekirse insan bedenini yüz yıla kadar uyutabilmektedir. Bir gün ise ansızın kapsüller açılır ve 160 kişi ne kadar uyuduklarını bilmeksizin uykularından uyandırılır. Fakat ortada bir terslik vardır. Hiçbir sağlık personeli etrafta yoktur ve her tarafı dikenli sarmaşıklar kaplamıştır. Kimse ne olup bittiğini anlamadan etrafı birden garip görünümlü büyük kuşlar sarar ve ansızın insanlara saldırmaya başlarlar. İnsanlar şaşkınlığını üzerinden atamadan canlarının derdine düşerler. Lakin 160 kişiden sadece yedisi hayatta kalmayı başarır. Liseli genç kız Kasumi Ishiki, iri yapılı ve dövmeli Marco Owen, genç bir bayan olan Katherine Turner, bilim adamı Peter Stevens, zengin bir politikacı Rus Alexandro Pecchino, küçük Timothy ve eski polis memuru Amerikalı Ron Portman. Birbirinden farklı bu yedi kişi ne kadar uyudukları, dünyaya ne olduğunu ve bu yaratıkların nereden geldiğini bilmeden bir yandan hayatta kalmayı çalışırlar, diğer yandan da neler olup bittiğini öğrenmek için yola koyulurlar.

Yukarıdaki paragrafları okuduysanız King of Thorn’un gizemli ve sürükleyici bir senaryosu var sanabilirsiniz. Ben de öyle sanmıştım ama olayların aldığı seyir maalesef hiç iç açıcı değil. Yedi kişi hayatta kaldıktan sonra konu öyle bir seyir almaya başlıyor ki ağzınız açık öylece kalakalıyorsunuz. Biraz ağır oldu gibi ama ne umdum ne buldum durumu oluyor. Ben daha gerilimli, gizemli şeyler beklerken konu öyle fantastik bir hal alıyor ki, ben bayağı bir hayal kırıklığına uğradım.

King of Thorn görsel olarak kaliteli bir anime. Klasik anime çizimleri kullanılmış. Büyük gözler, kısa etekler vs. Kan efektleri başarılı ve kaçarkenki o gerilimli havaya iyi yansıtıyor. Müzikleri az ama onlar için de güzel diyebilirim. Kısacası teknik olarak anime kaliteli bir yapım diyebilirim.

King of Thorn senaryo bakımından bende bayağı bir hayal kırıklığı yarattı. Bunun dışında çizimler, müzik ve diğer ayrıntıları ile başarılı olsa da animenin ikinci yarısından sonra senaryonun seyrini bana göre kötü ve isterse en güzel çizimlere sahip olsun; konu iyi olmadıkça gerisi bir yere kadar seriyi ayakta tutmayı yarar.

21 Şubat 2012 Salı

Senkou no Night Raid

Yönetmen: Jun Matsumoto
Stüdyo: A-1 Pictures
Tür: Aksiyon, Tarihi, Bilimkurgu
Yapım Yılı: 2010
Bölüm Sayısı: 13
Anime Puanı: 10/5.5



Yıl 1931, yer Şanghay’dır. Yaşanan politik olaylar ve askeri gelişmelerden dolayı Japon imparatorluk askerleri Çin’e yerleştirilmiştir. Çin’e yerleştirilen bir başka örgütte Sakurai Shinichirou’un dört kişilik ekibinden oluşan Sakurai Ajansı’dır. Aoi Miyoshi, Kazura Iha, Natsume Kagiye ve Yukina Sonogi takma isimlerini kullanan bu casuslar diğer casuslardan biraz farklıdır. Onların görevi çok daha zorlu, çok daha tehlikeli, çok daha risklidir çünkü onların özel güçleri vardır.

Senkou no Night Raid konusunu tarihte yaşanan gerçek olayların sözde perde arkasında yaşananlarından alıyor. Dolayısıyla animede ağır bir tarihi, politik hava hakim. Atmosfer bazen çok ağırlaşabiliyor hatta sırf politik konuşmalarla geçen bölümler bile var. Ve hatta bir bölüm vardı ki tam belgesel tadındaydı. Bir yerden sonra sıkılıp hızlı hızlı geçtim. Oysa aksiyon sahnelerine ağırlık verilseymiş anime bambaşka, çok daha iyi olabilirmiş. Çünkü az olan aksiyon ve dövüş sahneleri gerçekten çok başarılı ve politik olayların aksine onları büyük bir keyifle izledim.

İlk paragrafımda bahsettiğim üzere dört casusumuzun özel güçleri var. Aoi etrafındaki nesneleri manipüle edebilmekte, Kazura görebildiği her yere ışınlanabilmekte, Natsume duvarların arkasını, yüzlerce metre ilerisini görebilmekte ve Yukina da dokunduğu insanların düşüncelerini okuyabilip kendi düşüncelerini ve gördüklerine yakınındakilere aktarabilmektedir. Lakin her birinin değişik limitleri vardır. Mesela Aoi gücünü kullanmaya başladı mı belirli bir süre kullanabilmekte veya Kazura birkaç defa ışınlandıktan sonra bir müddet beklemek zorundadır. Karakterlerin bu özel güçleri animeye renk katmış ve dediğim gibi aksiyon sahneleri heyecanlı ve güzel olmuş. Burada benim tek anlamadığım bir avuç Japon’un bu güçleri nasıl elde ettiğini, neden böyle güçlere sahip oldukları hiç açıklanmıyor. Sakurai Efendi bunları bir araya getirmiş ama bunların neden gücü var bizlere de bir anlatılsaymış kanaatimce iyi olurdu.

Görsellik bakımından Senkou no Night Raid çok kaliteli bir anime. Çizimleri ve özellikle bir elin parmağını maalesef geçmeyen dövüş sahneleri çok başarılı. Buna bir de başarılı melodiler eklenenince ortaya tadından doyulmaz bir seyir çıkıveriyor. Aksiyon sahnelerinin boşuna bu kadar üstünde durmuyorum. Hakikatten çok başarılılar. Animenin açılış ve kapanış parçaları ise orta dereceli. Ben çok beğenmediğim ama anime ile de uyumlular. Animenin en başarılı taraflarından biri de seslendirmeleri. Anime Çin'de geçtiği için animedeki bütün Çinliler Çince konuşuyor. Yani diğer anime veya filmlerin aksine herkes tek bir dil konuşmuyor. Ayrıca bir Çinlinin Japonca konuşurken Çince aksanlı konuşması veya bir Japon’un İngilizceyi aksanlı konuşması, yabancıların ise İngilizceyi kusursuz konuşması gibi detaylara çok dikkat edilmiş. Animenin bu tarafını gerçekten takdir ettim çünkü gerçekten emek isteyen bir durum. Mesela animenin İngilizce dublajlısına baktım, Çinlisi de Japonu da ingilizi de kısacası herkes anadili gibi İngilizce konuşuyor.

Sonuç olarak Senkou no Night Raid tarihi ve politik olayları gömülmüş ve açıkçası çoğu zaman sıkan bir anime. Ama aksiyon sahnelerinin de Darker Than Black veya Witch Hunter Robin’den aşağı kalır yanı yok. Ben bu animeyi pek önermem ama tarihi, daha doğrusu gerçek tarih ile kurgunun karışımı animeleri seviyorsanız bir inceleyin derim.

Son olarak, animenin karakterlerin nasıl bir araya geldiğini anlatan 0. bölümü ve final bölümünden dört yıl sonrasını ele alan 14. bölüm olarak sayılan özel bölümleri bulunmaktadır.

13 Şubat 2012 Pazartesi

Hanada Shounen-shi

Yönetmen: Masayuki Kojima
Stüdyo: Madhouse
Tür: Komedi, Doğaüstü, Dram
Yapım Yılı: 2002
Bölüm Sayısı: 25
Anime Puanı: 10/9.5



Dokuz yaşındaki küçük Ichiro Hanada, kendi halinde kırsal bir kasabada yaşayan haylaz bir çocuktur. Öyle ki, haylazlığı ve yaramazlıkları ile tüm kasabada nam salmıştır. Tek başarılı dersi beden eğitimi olan Ichiro, evlerine renkli televizyon alınmasını çok istemektedir. Günün birinde, yine renkli televizyon alınsın diye annesine eşek şakası yapar ve yakalanır. Doğal olarak temiz bir dayak atmak için annesi Ichiro’yu kovalar, Ichiro da kaçar. Kaçarken komşunun bisikletine atlayarak annesini atlatmaya çalışan Ichiro ana yola fırlayınca oradan geçmekte olan bir kamyonla burun buruna gelir. Kamyonun şoförü direksiyonu kırar ama nafile, hem kamyon hem Ichiro şarampolden aşağıya yuvarlanır. Neyse ki korkulan olmaz ve kimse ölmez. Ichiro’nun kafasının arkasına dokuz tane dikiş atılır ve ertesi gün taburcu bile olur. Olan zavallı kamyon şoförüne olmuştur çünkü kırık ayağı yüzünden birkaç ay direksiyon başına geçemeyecektir. Yaramaz Ichiro günlük hayatına geri döner fakat artık daha önce olmayan bir şey vardır. Ichiro kazadan sonra artık hayaletleri görebilmektedir ve bunu sezen hayaletler de ondan yardım istemektedir.

Hanada Shounen-shi’nin konusu aslında olağan bir konu. Kimsenin göremediği birisi hayaletleri görebilmektedir ve onların dünya üzerinde kalmasına neden olan olayları çözmeye çalışmaktadır. Bu animeyi sıra dışı yapan ise ana karakteri, yani Ichiro. Diğer anime veya normal dizilerdeki hayalet karakterleri görenlerden farklı olarak Ichiro hayaletlere bırak yardım etmeyi yanlarından bile geçmek istememektedir. Fakat her olayın sonunda biraz hayaletlerin baskısıyla biraz da vicdan unsuruyla Ichiro kendisini onlara yardım ederken bulur. Yani demek istediğim her bölüm genelde farklı ve klasik olaylar yaşansa da Ichiro hal ve tavırları ile insanı gülmekten yerlere yatırıyor ve hayaletler de hikayeleri ile gözlerinizi doldurabiliyor.

Bölümlerdeki ipucularından anladığım kadarı ile (Ichiro’ların evde hala renksiz televizyon olması, cep telefonu veya bilgisayar gibi elektronik aletlerin olmaması, 70’li yılların müzik gruplarından bahsedilmesi vs.) anime 70’li yılların sonu veya 80’li yılların başında geçiyor. Animenin büyük çoğunluğu komedi olsa da yukarıda bahsettiğim gibi dram yönü de ağır basıyor. Ichiro’nun hal ve tavırları, hayaletlerle yaptığı sohbetler gerçekten çok komik. Örneğin daha ilk bölümlerde Ichiro henüz hayaletleri göremezken ablasının onu kandırması ile tuvalette (Hanada’ların tuvaleti bahçelerinde, kulübe şeklinde) geceleri ortaya çıkan ve popo silen hayalet muhabbetine gerçekten çok güldüm. Bunun üzerine babasının Ichiro ile dalga geçerek “ne güzel işte, tuvalet kağıdına para vermeyiz, sen o hayaleti getir bana satarız” gibilerinden cevap vermesine daha da güldüm:) Diğer yandan da hayaletlerin son istekleri yüzünden dünyada kalmalarının sebebi gerçekten göz yaşartıcı. Yani bir bakmışsınız gülmekten kırılıyorsunuz, bir bakmışsınız ki bayağı bir hüzünlenmişsiniz.

Animenin çizimleri eski tarz. 2002 yapımı olarak çok fazla eski olmamasına rağmen ben izlerken sanki Slam Dunk izlermiş gibi nostalji yaşadım. Animenin çizimleri eski olmasına karşın gayet başarılı. Ichiro ve diğer karakterlerin mimikleri, efektler, elle çizilmiş rengarenk arka planlar, hepsi çok başarılı ve güzel. Hatta bazı bölümlerde bel altı çizimler bile kullanılmaktan kaçınılmamış. (Bir bölümde birkaç bayanın göğüslerinin tamamen görünmesi ve bir bölümde yaşlı bir adamın testisinin yarsının gözükmesi gibi) Bel altı çizimler dedim ama masumane bir şekilde kullanılmılar. Anime esnasında çalan müzikler de çok başarılı. Animenin geçtiği o dönemi, o atmosferi izleyicisine yansıtmayı başarıyor. Açılış ve kapanış parçaları da kötü parçalar değiller ama ben Hanada Shounen-shi’ye pek yakıştıramadım. Backstreet Boys adlı müzik grubunun The One ve Drowning adlı parçaları kullanılmış ve dediğim gibi bu animeye bu müzikler benim biraz tuhafıma geldi.

Hanada Shounen-shi öyle büyük bir final yapmasa da tadında ve tatmin edici bir şekilde sona eriyor. Ben animeye başlarken hem güldürebilen hem hüzünlendirebilen bu kadar kaliteli bir yapım beklemiyordum. Hanada Shounen-shi’yi ben çok beğendim ve herkese severek önerebilirim.

1 Şubat 2012 Çarşamba

Umineko no Naku Koro ni

Yönetmen: Chiaki Kon
Stüdyo: Studio Deen
Tür: Dram, Gerilim, Fantastik
Yapım Yılı: 2009
Bölüm Sayısı: 26
Anime Puanı: 10/6



Umineko no Naku Koro ni veya Türkçe adıyla Martılar Ağladığında, 2007 yılında çıkmaya başlayan aynı adlı visual novel (grafikleri genellikle anime tarzında olan, romana benzer oyun tarzı ile Japonya’da popüler oyun türü) türündeki oyun serisinin anime uyarlamasıdır.

Hikaye 1986 yılının 4 Ekim ve 5 Ekim aralığında Ushiromiya ailesine ait Rokkenjima adasında geçiyor. Ailenin başı Kinzo Ushiromiya’nın günleri sayılıdır ve ailenin geri kalan üyeleri Kinzo’nun vasiyeti için, mal paylaşımı ve yeni Ushiromiya reisinin kim olacağını öğrenmek için adaya gelirler. Adada yaşayan Kinzo’nun büyük oğlu olan ve şu an işleri yürüten Krauss Ushirımiya, eşi Natsuhi ve kızı Jessica’nın dışında ailenin büyük kızı Eva Ushiromiya, eşi Hideyoshi ve oğulları George, üçüncü çocuk Rudolf Ushiromiya, eşi Kyrie ve oğulları Battler ve Kinzo’nun dördüncü çocuğu olan Rosa Ushiromiya ile onun kızı Maria adaya gelmişlerdir. Ayrıca adada beş tane de hizmetli ve Kinzo’nun özel doktoru vardır. Tüm Ushiromiya üyeleri adaya vardıklarında fırtına çıkar ve ana karaya gitmek imkansız hale gelir. Kısa süre sonra da insanlar ölmeye başlar. Küçük Maria’nın dediğine göre de bu ölümlerin arkasında sonsuzluğun cadısı/altın cadı Beatrice vardır.

Animenin ilk yedi bölümü gerçekten mükemmel. İnsanlar teker teker (tam olarak teker teker olmasa da sırayla diyelim) ölmeye başlıyor ve kimse nasıl böyle vahşice öldüklerini ve zanlının kim olduğunu bilmiyor. Mahsur kaldıkları adada herkes birbirinden şüphelenmeye başlıyor. Bu kurgu bana Agatha Christi’nin On Küçük Zenci adlı romanını hatırlattı. Romanda da bir adada mahsur kalan insanlar vardır ve birer birer ölmeye başlamaktadırlar. Neyse, animeye geri dönersek; yedinci bölüme kadar kurgu böyle ve harika işliyor. Anime sadece bu yedi bölümden oluşsaydı tam puan verirdim. Lakin yedinci bölümden sonra kurgu bambaşka bir yöne çekiliyor. Yedinci bölümden sonra Battler ve cadı Beatrice karşı karşıya geliyor ve olay bir oyuna dönüşüyor. Bu oyuna göre eğer Battler herkesin büyü ile değil de normal bir şekilde öldüğünü kanıtlarsa (yani doğaüstü olaylar olmadan) Beatrice aldığı her şeyi geri verecektir. Fakat Battler olayların büyü ile yapıldığını kabul ederse altın diyara giden kapı açılacaktır. Bu oyun tam dört kez tekrarlanıyor ve aynı senaryoyu değişik varyasyonlarda izliyoruz. Dört kez Ushiromiya aile bireylerinin ölüm şekillerini, eklenen yeni hususlar ve ölüm sıraları değişerek ölmelerini izliyoruz. Örneğin George bir oyunda kalbine hançer saplanarak ve ikinci sırada ölüyorsa, bir diğer oyunda son sırada ve beyni dağılarak ölüyor. Dört oyun boyunca Beatrice ve Battler birbirlerini çürütmeye çalışıyor ve olaya başka cadılar ve varlıklar da dahil oluyor. Ve ne yalan söyleyeyim, müthiş yedi bölümden sonra bu kurgu benim hiç hoşuma gitmedi. Üstelik aynı olayları dört kez izlemek can sıkıcı. Bazı bölümler de çok kopuk ve bir olay yaşanırken aniden başka bir olaya geçilmesi ve konunun değişmesi olayını hiç sevemedim. Hele son bölümler bana göre tam fiyasko. Sonu da hiç tatmin edici değil. Yani sırf meraktan sonuna kadar izliyorsunuz ama aradığınızı bulamıyorsunuz.

Görsel olarak anime kaliteli ve çizimleri de tam bir anime klasiği. Rengarenk saçlar ve alabildiğince kocaman gözler. Ayrıca sanırsam animeye göğüsleri küçük olan kimseyi almıyorlar:) Maria hariç ki o da yaşı küçük diye olsa gerek tüm bayan karakterlerin maşallahı var. Beyefendilerin de omuzları fazla mı geniş yoksa bana mı öyle geldi bilemiyorum. Bolca kan ve vahşet unsurları kullanılmaktan da kaçınılmamış. Anime yaşanan o karamsar duyguyu iyi yansıtıyor. Müzikleri için de çok iyi diyebilirim. Özellikle açılış parçası olan Katayoku no Tori güzel bir parça.

Özetle Umineko no Naku Koro ni ilk yedi bölümü saymazsak bana göre vasat bir anime ve çoğunlukla konuşmalara dayanıyor. Animenin görselliği aynı şeylerin tekrarlanmasını izlenebilir kılsa da anime bende biraz hayal kırıklığı yarattı. Kötü bir anime değil, belki sevebilirsiniz de ama ben daha farklı şeyler bekliyordum.