24 Ocak 2013 Perşembe

Tonari no Kaibatsu-kun

Yönetmen: Hiro Kaburaki
Stüdyo: Brain’s Base
Tür: Romantik, Komedi
Yapım Yılı: 2012
Bölüm Sayısı: 13
Anime Puanı: 10/7













Tonari no Kaibatsu-kun ya da daha anlaşılır adı ile My Little Monster (Benim Küçük Canavarım) Shizuku Mizutani ve Haru Yoshida arasındaki ilişkiyi konu alıyor. Shizuku’nun hiç arkadaşı yoktur (daha doğrusu kendisi insanlardan uzak duruyordur) ve tek eğlencesi, zevki “ders çalışmaktır”. Her şeyi planlıdır ve her zaman en iyi puanları yapmaya çalışmaktadır. Shizuku liseye başladığında yanındaki sıra sürekli boştur çünkü yerin sahibi Haru okula gelmemektedir. Haru ise insanların çekindiği birisidir ve ortaokulun başında karıştığı bir kavgadan ötürü okuldan ve insanlardan uzak durmuştur. İşte bu yüzden liseye başlamaya da pek hevesli değildir. Okullar açıldıktan birkaç gün sonra Shizutani’nin öğretmeni, ondan Haru’ya ders notlarını götürmesini ister. Nasıl olur bilinmez ama bu iki zıt kişilik arkadaş, daha da ilerisi sevgili olur ve sevimli maceraları başlamış olur.

Anime ilk bölümü ile hızlı bir giriş yapıyor ve ince esprileri, kitap kurdu Shizutani ve Haru’nun kişiliği ile anime bir hayli dikkat çekiyor. Lakin yaklaşık dördüncü bölümden sonra maalesef animenin büyüsü bozuluyor çünkü senaryo namına ortada doğru dürüst bir şey yok. Tamam, komedi yanı (Misal Haru’nun sürekli ama yanlışlıkla Shizutani’ye kroşe atması:) kaliteli ve zaman zaman kahkahalarla güldüm ama konu çekiciliğini kaybettikten sonra o ilk bölümlerdeki zevki bir daha alamadım. Her bölüm genellikle Shizutani ve Haru’nun birbirleri ile ilişkisi etrafında değişik şeyler yaşanıyor ama bunları birçok animede çoktan gördük geçirdik. Kültür festivali olsun, yılbaşı arifesi olsun hepsi daha önce gördüğümüz şeyler ve bir yenilik de vaat etmiyorlar. Bir de Haru’nun abisinin çıktığı bölümleri hiç sevemeyince anime benim gözümde iyice sıradanlaştı. Son bölümü de sıradan bir bölüm sunarak anime son buluyor. Bunu, animenin devam eden mangasına yoruyorum. Yani anlatmaya çalıştığım anime ilk bölümleri ile, daha doğrusu karakterleri ile dikkatinizi çekiyor ama bu ivmeyi devam ettiremiyor.

Görsel olarak ise Tonari no Kaibatsu-kun bayağı bir kaliteli olarak karımıza çıkıyor. Rengarenk ve sevimli arka planları, hoş karakterleri ile animeye çabucak alışıveriyorsunuz. Özellikle Natsume adlı karakter hem çizimleri hem de sesi ile çok sevimli. Ayrıca Haru’nun sesi de kendisine çok yakışmış. Animenin açılışı ve kapanışı da klasik romantik – komedi türünde. Anlayacağınız anime teknik olarak bir hayli iyi.

Tonari no Kaibatsu-kun güzel bir başlangıç yapıyor ama sıradan bir şekilde sona eriyor. Eğer zaman geçirmelik, biraz da eğlenceli ve konuya bağlı olmaksızın bir anime arıyorsanız bir göz atın diyebilirim. Lakin sizin için de benim için önemli olduğu gibi senaryo önemliyse istediğinizi elde edemeyebilirsiniz.









14 Ocak 2013 Pazartesi

Hellsing Ultimate

Yönetmen: Tomokazu Tokoro, Tanaka Hiroyuki, Yasuhiro Matsumura  
Stüdyo: Satelight (1–4), Madhouse (5–7), Graphinica (8–10)
Tür: Aksiyon, Doğaüstü, Vampir
Yapım Yılı: 2006 – 2012 arası
Bölüm Sayısı: 10 (OVA)
Anime Puanı: 10/8














Hellsing Ultimate, 2001 yılında çıkan 13 bölümlük anime serisinden sonra 2006 ile 2012 yılları arasında çıkan (her yıl ya bir bölüm ya da iki) 10 bölümlük bir OVA serisidir. Yaklaşık 40 – 50 dakika süren bölümlerin yönetmenleri ve stüdyoları, yapımım tamamlanması dört yıl sürdüğünden üç kez değişmiştir.

Hellsing Ultimate serisi de tıpkı diğer 13 bölümlük seri ile paralel giderek başlıyor. Cheddar adlı bir köyde insanlar geceleri kaybolmaktadır ve olayları araştıran polislerin de çabası nafiledir çünkü işin arkasında vampir bir rahip vardır. İşin içinde bir vampir olunca olay yerine İngiltere’de kraliçe adına çalışıp vampir avlayan Hellsing teşkilatı girer. Teşkilatın patronu Bayan Sör Integra Fairbrook Wingates Hellsing, olay yerine en iyi adamını yollar. Yolladığı kişi nesillerdir Hellsing ailesine hizmet eden Vampir Alucard’tır. Kudretli Vampir Alucard için Rahip ve ghoulları (vampirin ısırarak insanları zombi gibi ama itaatkâr olan yaratıklara dönüştürmesi) deyim yerindeyse çerez niyetinedir. Lakin olay yerinde önceden gönderilen polis birliğinin tek sağ kalan üyesi Seras Victoria vardır ve ölüm döşeğindedir. Alucard ona yaşamak isteyip istemediğini sorar ve olumlu cevap alınca kızı bir vampire dönüştürür. Artık Seras da bir vampir olarak Hellsing teşkilatına katılmıştır ve önlerinde bir dizi garip vakalar vukuu bulmaktadır. Ortalıkta “çakma” olarak nitelendirebileceğimiz vampirler gezinmektedir ve onlar hakkındaki tek kelime “Millenium” adlı kelimedir. OVA serisi bir yere kadar dediğim gibi anime ile aynı ilerliyor ve mangasına sadık kalarak devam ediyor.

OVA serisinin mangasına sadık kalmasının dışında anime serisi ile en büyük farkı çizimler oluşturuyor. Hellsing Ultimate serisi çok daha detaylı olarak karşımıza çıkıyor ve barındırdığı şiddet, kopan uzuvlar, kan, kan ve daha çok kan ile gerilim ve aksiyon havasını başarılı ile yansıtıyor. Hellsing ile açıkçası şiddete doyuyorsunuz. Katliamlar, Alucard’ın düşmanlarına korku salması, başarılı dövüşler ve Anderson ile animenin temposu genelde hep yüksek. Çılgın rahibimiz Anderson olsun, Uşak Walter, Bernadotte, Integra ve tabii ki Alucard gibi karakterlerle de güçlü bir kadroya sahip. Fakat göze çarpan birkaç eksi noktası da yok değil. Kişiye göre değişir ama ben senaryonun ilerleyişini pek beğenmedim. Yani Binbaşının (Erol Taş gibi adam, oynadığı rolle kendisinden hakikatten nefret ettiriyor:) amacı ve izlediği yol çok “über”, fantastik ve aşırı. Millenium olayının içyüzü aydınlandıktan sonra açıkçası ben gidişatı pek beğenmedim. Hatta sırf Alucard, başarılı dövüşler ve şiddet içeriği için izledim dersem abartmış olmam. Aslında binbaşının planı şöyle bir baktığınızda akıllıca ama amacı akıllıca olsa da amaca giden yolu ben sevemedim. Barındırdığı şiddet bakımından ve katliamlardan dolayı değil elbette sadece senaryo olarak biraz abartılı buldum. Bu arada bazen binbaşı kendisini çok kaptırıp çok fazla konuşuyor. Hem de ne konuşma, mübarek hiç susmuyor:) Ayrıca maalesef son bölüm de hiç tatmin edici değil. Şahsen ben bariz bir hayal kırıklığı yaşadım ve eminim ki eğer izlerseniz çoğunuz bana katılacaksınızdır. Kısacası ova serisin konusu benim gözümde sonlara doğru sapıtıyor ama sağlam içeriği ile de 2001 yapımı seriyi yanında Maid Sama gibi bırakıyor:)

Hellsing Ultimate serisinin en büyük artılarından birisi de çizimleri. Bahsettiğim gibi ilk seri ile karşılaştırılınca çok daha ayrıntılı ve kanlı olarak karşımıza çıkıyor. Çizimler bakımından hiçbir kısıtlamaya, sansüre gidilmemiş. Kopan kollar, ortaya çıkan kemikler, havalara uçuşan kelleler hepsi mevcut. Animenin herhangi bir açılışı veya kapanışı yok ama bölümler esnasında çalan müzikler ortamı gayet iyi tamamlıyor. 2001 yapımı serideki çoğu seslendirmecisini de korumuş. Alucard yine tok ve karizmatik sesiyle karşımıza çıkıyor. Yani anlayacağınız teknik yönden animenin bir kusuru yok diyebilirim.

Kısacası tamamlanması dört yıl süren Hellsing Ultimate ilk serisinden daha başarılı bir seri ama özellikle sonu ile senaryosu bana göre biraz zayıf kalıyor. Anime izlenmeli mi? Kesinlikle. Çünkü barındırdığı atmosferi kolay kolay başka animlerde göremezsiniz.



11 Ocak 2013 Cuma

Maceraruhu İle Yeniden

Yanlış hatırlamıyorsam liseye başladığımda, yani 2003 yılında tanışmıştım önce AdventureSoul sonra MaceraRuhu olan siteyle. Sanırsam beş sene aralıksız faaliyet gösteren ve benim de zamanında yazarlığını yaptığım site artık Maceraruhu.com olarak yeniden aktif durumda. 

Macera (Adventure) oyunları ülkemizde (ve hatta dünyada da) maalesef pek bilinmiyor ve oyun türleri arasında en az dikkat çekeni. Yüzde doksanı sadece fare ile oynanan, herhangi bir aksiyon (ateş etme, öldürme gibi) içermeyen, sadece karakteri sağ soğla koşturarak, gerekli eşyaları bulup gerekli yerlerde kullanarak, senaryonun ön planda olduğu oyunlardır bunlar. Aslında bu oyun türünün 70'li yıllarda, 80'li yıllarda ve 90'ların ortasına kadar altın çağıydı çünkü o zamanlar henüz 3D oyun motorları gelişmemişti ve yapımı en basit, kolay ve masrafsız oyunlardı macera oyunları. Önce sadece text olarak çıktılar karşımıza. (Dos üzerinden oynanan ve siyah ekranda sadece yazılarla komut verilen) Ardından işin içine grafikler de girerek Monkey Island, Space Quest, Grim Fandango, Full Throttle, The Dig, Broken Sword, Sanitarium, Beneath a Steel Sky, Jack Orlando, The Longest Journey gibi belki çoğu kişinin adlarını dahi duymadığı oyunlar oyun piyasasına hüküm sürdü. Yapımcılar olarak da LucasArts ve Sierra o zaman kraldılar. Doksanlı yıllardan itibaren işin içine 3D tabanlı oyunlar girince doğal olarak ilgi o yöne kaydı ve hep öyle kaldı. 2000'li yıllarda eskisi kadar değil elbette ama yine de takdiri hak eden macera oyunları da piyasaya sürüldü ve Crysis etkileri yapmadılar elbet ama macera oyuncuları arasında tutkuyla karşılandılar. Syberia serisi, Still Life, Runaway Serisi, Fahrenheit ve Heavy Rain, Remake Monkey Island oyunları, The Whispered World, Book of Unwritten Tales gibi oyunlar ve en önemlisi, yüzde yüz macera oyunu sayılmasa bile dikkatleri yeniden macera oyunlarının üzerine çektiren, türün hala var olduğunu gösteren, birçok ödülü de cebe koyan The Walking Dead serisi. Telltale Games'e bu güzel oyun için şahsım olarak da teşekkür ederim:) 

Aslında bu oyun türünün ülkemizde ve dünyanın birçok yerinde pek ilgi görmemesinin şüphesiz en büyük etkeni dil sorunu. Bu yüzden dil sorunu yüzünden oynayamayanlara hak veriyorum çünkü bir macera oyunundan zevk alabilmek için artık hangi dildeyse o dili mutlaka iyi bilmek gerekiyor. Çünkü dediğim gibi bu oyunlar senaryo üzerine kurulu ve öbür türlü ne yapaacağınızı bilemezsiniz. Diğer taraftan ise herhangi bir dil problemi olmadan, "bu ne lan böyle bi şeyi yok, sağ sola tıklayıp duruyon. aç bi kalof" diyen arkadaşlara ise çok şey kaybettiklerini söyleyebilirim:)

Lafı yine fazla uzattım:) Eğer macera oyunlarına ilgi duyuyorsanız veya meraktan da olsa bir göz atmak isterseniz, benim de kısmetse yazar olarak faaliyet göstereceğim yeni sitemize hepinizi beklerim. Yeni açıldığından dolayı içeriği hala zayıf ama zamanla dolacaktır, o yönden endişeniz olmasın.

Saygılar.





6 Ocak 2013 Pazar

K

Yönetmen: Shingo Suzuki  
Stüdyo: GoHands
Tür: Aksiyon, Doğaüstü
Yapım Yılı: 2012
Bölüm Sayısı: 13
Anime Puanı: 10/8
















Google’a veya herhangi bir anime sitesine yazdığınızda tek harfli bir isme sahip oluşundan dolayı bulmakta zorluk çektiğimiz K, teknolojik olarak gelişmiş bir Japonya’da (belki de yakın gelecekte) geçiyor. Yashiro Isana sıradan bir hayat yaşamaktadır ve büyük bir adaya inşa edilmiş olan Ashinaka Akademisi’ne gitmektedir. Herkesle iyi anlaşan, genelde vurdumduymaz tavırları ile dikkat çeken Isana ve diğer tüm öğrenciler kültür festivaline hazırlanmaktadır. Tahmin edeceğiniz üzere Isana’nın hayatı ansızın bir olayla altüst olur. Mikoto Suoh ve ünlü çetesi Homra (İnleyen Alev), Isana’nın peşindedir çünkü ellerindeki videoya göre çeteye üye olan ve Mikoto’nun yakın arkadaşlarından olan Tatara Totsuka’yı Isana öldürmüştür. Öte yandan Kuroh Yatogami adındaki “Kara Köpek” lakaplı kılıç ustası da eski efendisinin vasiyeti üzerine Isana’nın peşindedir. Cinayetle suçlanan ama videodakinin kendisine çok benzediğini kabul edip, suçlunun o olmadığını itham eden Isana’nın peşinde ayrıca Munakata Reishi ve Scepter 4 (Asa 4) adındaki ekibi de vardır. Anlayacağınız herkes Isana’nın kellesinin peşindedir ve üstelik peşindekiler sıradan insanlar değildir. Mikoto Suoh 3 numaralı kızıl kral, Munakata 4 numaralı mavi kral, Kuroh ise merhum 7 numaralı renksiz kralın hizmetkârıdır. Bu arada, cinayet videosundaki Isana’nın söylediğine göre kendisi yeni 7 numaralı renksiz kraldır. Bu kralların doğaüstü güçleri vardır ve diledikleri insanlara güçler ithaf ederek kendi klanlarını kurabilmektedirler. Renksiz kral olmakla, cinayetle suçlanan Isana da adını temize çıkarmaya çalışmaktadır.

Bölümlerinin adlarının K harfi ile veya “King”lerden dolayı adının K olduğunu tahmin ettiğim anime bana karakter bolluğu ile biraz Durarara’yı, çalan Rap parçaları ile de Samurai Champloo’yu anımsattı. Animede 10’dan fazla önemli karakter mevcut ve hepsi de ön planda, hikâyeyi canlı tutuyor. Anime ilk başladığında sizlere biraz karışık gelebilir. Krallar, doğaüstü yetenekler falan derken biraz kafanız karışabilir ama endişelenmeyin. Bölümler ilerledikçe çoğu soru cevabını buluyor. Animenin Isana üzerinden akışı, katil hakikatten o mu, değil mi ikilemi, kralların çarpışması ve güzel dövüş sahneleri ile çoğu yerden ortalamayı ucu ucuna geçen K, açıkçası benim hoşuma gitti. Anime benim de favorilerime giremedi ama 13 bölüm boyunca da gayet zevkle izledim. Dediğim gibi hikâyesindeki birkaç eksiğe rağmen (birazdan değineceğim) seri insanı sıkmıyor ve aksiyon dolu bölümleri ile atmosfer çok nadir düşüyor. Isana’nın kurnazlığı, Mikoto’nun karizması, yetenekli Kuroh ve garip Neko, liderlik vasıfları ile Munakata, sinir bozucu Fushimi, her daim patlamaya hazır Yata gibi güçlü karakterleri sayesinde animede tempo hep yüksek ve daima bir olay yaşanıyor. Son bölümde de fena sayılmayan bir son ile anime güzelce bitiyor.

Animenin Isana üzerine kurulan konusu ve akışı bana göre fena değil ama açıkçası krallar hakkında biraz daha fazla bilgi verilseymiş çok iyi olurmuş. Animede anlayacağımız kadarı ile 7 adet kral mevcut ama beşinci ve altıncı kral maalesef seride boy göstermiyor. Bunun dışında bu kralları kim, neye göre seçiyor belirtilseymiş bayağı iyi olurdu. Misal Mikoto veya Munakata’ya gidip kim krallık güçleri bahşetmiş, kim bunlara sen kral olacaksın demiş sorusu bende epey bir merak uyandırdı. Ortada krallar var, eyvallah. Bu krallar yandaşlarına güç bahşedebiliyor, tamam. Bu kişilerle kendi klanını, çetesini, grubunu, artık ne ad verirseniz onu kuruyor, bunu da tamam ama işte kim gelip de sen kızıl kral, sen mavi kral olacaksın diyor? Burada bence küçümsenmeyecek bir kopukluk var. Son olarak eğer ben yanlış anlamadıysam bu kralların hepsi Japonya’da. Bu durum da bence biraz saçma olmuş. Koskoca dünya duruyor ama Japonya’da yedi tane üstün güçlü adam kol geziyor:)

K adlı animenin çizimleri klasik anime çizimleri ama renklerinde bir anormallik var. Alttaki resimden de göreceğiniz üzere tonlamalarda genellikle morumsu, yeşilimsi renkler hakim. Acaba indirdiğim yerdeki bölümlerde mi bir hata var deyip başka bir yerden daha indirdim ama sonuç aynı. Açıkçası bu tonlamaları ben beğenmedim. Normal, net ve keskin renkler kullanılsaymış bence çok daha iyi olurdu. Müzikler ise çizimlerden daha başarılı. Kapanış parçasını pek sevmesem de açılış parçasını gayet başarılı buldum ve bölümler esnasında çalan gerek Rap parçaları gerekse diğer parçalar gayet başarılı. Seslendirmelerde ise anime beni Kuroh ile ters köşeye yatırmayı başardı. Kuroh Yatogami ilk çıktığında ne yalan söyleyeyim, ben onu ilk bayan sanmıştım ama sonra sert ve oturaklı sesi ile ilk kez konuşunca gözlerim bayağı bir açık kaldı:) Seslendirmelerdeki tek şikâyetim bir – iki bölümde geçen almanca konuşmalar. Buradan yetkililere sesleniyorum: insanlara hiç bilmedikleri bir dili ne olur seslendirme yaptırtmayın. Karakterlerin almanca geçen kısımlarda kelimeleri heceleyerek söylemesi (hani birinci sınıf çocukları okumayı yeni öğrenmiştir ve okurken yavaş ve heceleyerek okur) gerçekten utanç verici bir durumdu. Neyse ki sadece bir iki böyle sahne vardı da enkaza dönüşmedi:)

Sonuç olarak K benim gözümde garip tonlamalarına nazaran gayet izlenebilir, seyir zevki yüksek, aksiyon dolu, tempolu hoş bir anime. Hızlı ilerleyen, bol karakterli çok fazla şey vaat etmese de tatmin etmeyi başaran bir anime arıyorsanız K’ya bir bakın derim. Şahsen ben çıkması planlanan ikinci sezonu bekliyor olacağım.