25 Eylül 2013 Çarşamba

Gin no Saji

Yönetmen: Tomohiko Ito, Kotomi Deai
Stüdyo: A-1 Pictures
Tür: Okul, Komedi
Yapım Yılı: 2013
Bölüm Sayısı: 11
Anime Puanı: 10/9.5



















Tür olarak klasik bir okul – komedi ve hayatın içinden animesi olsa da Gin no Saji, nam-ı diğer Silver Spoon (Gümüş Kaşık) aslında hiç karşılaşmadığınız türden bir anime. Evet, tema okul ve öğrencileri ama böyle bir okulu başka bir animede görmeniz çok zor. Okulun adı Oezo Tarım Meslek Lisesi ve tamamen tarım ve hayvancılık üzerine.



Animenin kahramanı Yuugo Hachiken yaşadığı şehir olan Sapporo’daki ortaokulunu bitirdikten sonra özel nedenlerinden dolayı evinden uzağa ve yurtta kalabileceği bir okula yazılmak ister. Akabinde Hachiken Oezo Tarım Meslek Lisesi’ne yazılır. Bu okul bahsettiğim gibi tarım ve hayvancılık üzerinedir ve öğrencilerinin birçoğu çiftçi çocuklarıdır. Bu okulda sebze nasıl yetiştirilirden tutun, atların, ineklerin veya tavukların bakımı nasıl yapılır, anatomileri, sağlıklı gıda nasıl üretilir, besinlere konulan ek maddeler, veterinerlik, kısacası tarım ve hayvanlarla ilgili ne varsa onlar öğretilmektedir. Elbette kimya, matematik gibi dersler de vardır ama onlar ikinci plandadır. 11 bölüm boyunca da alın terinin ön planda olduğu bu okulda şehirli bir çocuk olan Hachiken’in yaşadıkları anlatılmaktadır.


Gin no Saji’de olaylar dediğim gibi Hachiken’in etrafında gelişiyor. Biraz sessiz ve içine kapanık olan Hachiken’in kendisini aniden bambaşka insanların ve kültürün etrafında buluyor. Staj için sabahın beşinde kalkmalar, at pisliği temizlemeler, domuzlar nasıl beslenir derken bunların hiçbirine alışık olmayan Hachiken’in doğal olarak pestili çıkıyor. Tabi tüm bunların arasında normal derslerde var. Hachiken’in diğer öğrencilere nazaran derslerle arası çok daha iyidir ve okul birinciliğini hedefler ama diğer öğrencilerin tarım ve hayvanlar hakkındaki bilgisi kendisini hiçbir şey bilmiyormuş hissetmesine de neden olmaktadır. Tüm bu olan bitenler ve Hachiken’in yaşadıkları oldukça güzel bir dille anlatılmış ve komedi ön planda olsa da oldukça faydalı bilgiler de (örneğin hayvan kesimi veya yumurtaların “tam olarak” nereden geldiği:) ediniyorsunuz. Yeri geldiğinde de duygusal anlar ön plana çıkıyor animede. İçeriği zaten değişik ve ilginç olan Animenin sunumu eğlenceli ve asla sıkıcı olmayınca da ortaya bana göre oldukça başarılı bir anime çıkıvermiş. 


Animenin çizimleri rengarenk ve oldukça başarılı. Karakterlerde de fazla abartılı tipler yok. Yeri geldiğinde de bolca kan kullanımı da ihmal edilmemiş. Animenin komedi yönü de tam dengede tutulmuş. Yani abartıya kaçılmamış ve insan komikliğe boğulmuyor. Animenin açılış ve kapanış parçası seriye yakışır cinsten, bölümler esnasında çalan parçalara zaten diyecek bir sözüm yok. Son olarak Hachiken’in seslendirmesini de oldukça beğendiğimi belirtmek isterim.

Gin no Saji’nin açıkçası bu kadar başarılı bir anime çıkacağını tahmin etmiyordum. Her bölümünü büyük bir keyifle izlediğim anime maalesef yarım bitiyor ama neyse ki ikinci sezonu duyurulmuş durumda. Sıra dışı içeriği ve eğlenceli karakterleri ile Hachiken’in macerasını herkese önerebilirim. 

16 Eylül 2013 Pazartesi

Blood Lad

Yönetmen: Shigeyuki Miwa
Stüdyo: Brain’s Base
Tür: Aksiyon, Komedi, Büyü
Yapım Yılı: 2013
Bölüm Sayısı: 10
Anime Puanı: 10/8.5



















Blood Lad’da olaylar asil bir iblis soyundan gelen ve vampir olan Staz etrafında gelişiyor. Staz’ın yaşadığı iblis dünyası (insan haricinde her türlü iblisin – vampir, kurtadam, şekil değiştiren, ejderha, aklınıza ne gelirse) bölgelere ayrılmıştır ve Staz da doğu bölgesinin patronudur. Lakin gücünden kimsenin şüphe etmediği Staz diğer iblislerden biraz farklıdır. Staz, insan dünyasının nimetleri olan animelere, mangalara ve video oyunlarına oldukça düşkündür. Zor bela bulduğu insan dünyasından gelme bu ürünler onun hazinesidir. Anlayacağınız Staz “otaku” bir vampirdir. Günün birinde adamları Staz’a iblis dünyasına bir insanın geldiğini haber verir. Üstelik bir kızdır! Büyük bir heyecan duyan Staz hemen kızın kendisine getirilmesini emreder. Kızın adı Fuyumi’dir ve doğal olarak kafası bir hayli karışmıştır. Üstüne Staz’ın bitmek bilmeyen soruları eklenince (yine anime ve manga üzerine tabi) kızcağız iyice şaşırır. Derken birisi Staz’a bölge patronluğu için meydan okur. Staz meydan okuyanı kolaylıkla yener ama meydan okuyanın bitkilerinden birisi soluğu Staz’ın odasında alır ve Fuyumi’yi yer. Fuyumi’den geriye ise sadece kemikleri kalır. Staz tabi büyük bir şok geçirir ama küçük de olsa bir teselli bulurlar çünkü Fuyumi bir insan olarak iblis dünyasında öldüğü için hayalete dönüşmüştür ve bir nevi kendiside artık o dünyaya aittir. Staz da sorumluluğu üstlenerek Fuyumi’ye kendisini dirilteceğine dair söz verir. İlk işi de Dragonball mangasına göz atmak olur… :)



Blood Lad, kara mizah içerikli ve genelde temposu yüksek bir anime olarak çıkıyor karşımıza. İblis dünyasında yaşayan bin çeşit yaratık, Staz’ın anime düşkünlüğü ve vurdumduymazlığı güzel işlenmiş. Animede sürekli bir hareketlilik var ve sular nadiren duruluyor. Ya birileri dövüşüyor, ya kaçıyor, ya da herkes yerinde duruyorsa komedi unsuru ön plana çıkıyor. Komedi de dediğim gibi garip hareketlere değil mizaha dayalı. Espriler oldukça kaliteli ve özellikle diğer anime veya oyunlara yapılan atıflar gülümsetiyor. Örneğin Staz’ın en çok saygı duyduğu insanlardan birisi olan Goku’nun kamehameha’sını çekmeye çalışması (isim geçmiyor tabi ama anlıyorsunuz tabi) veya Final Fantasy hakkında bahsederken Staz’ın şaşırarak “nasıl yani? Devamı mı var? O zaman neden Final” gibi cümleler sarf etmesi eğlenceli. Ayrıca animenin bir de “ecchi” (basit ve kaba tabirle sapık:) yönü de yok değil. Animede bolca dekolte ve “garip durumlar” karşınıza çıkıyor ama dozunda tutulmuş. Yani uygun olduğu zaman çıkıyor ve olaya renk katıyor. Durduk yere hadi iki göğüs gösterelim durumu değil.

Animenin bölüm sayısı ise alışılmışın dışında. Kısa seriler normalde 12 veya 13 bölüm olur ama Blood Lad 10 bölüm uzunluğunda. Bence animenin 10 bölüm olması hem iyi olmuş hem de kötü. İyi olmuş çünkü açıkçası 6. – 7. Bölümden sonra kendine has çekiciliğini kaybetmeye başlıyor, yani tüm ilginç içeriğine alışıyorsunuz ve gözünüze artık pek farklı gelmiyor. Çekiciliğini yitirene kadar da zaten sona eriyor. Kötü durum ise son bölümü ile yeniden toparlanışa geçmesi ama tamamen yarım bitmesi. Blood Lad’da final diye bir durum söz konusu değil ve böyle bir sona muhakkak ikinci sezon gelmek zorunda. 


Blood Lad, oldukça renkli çizimlere sahip bir anime. Arka plan çizimleri rengarenk ve alışılmışın biraz dışında. Daha ilk bölümünde dikkatinizi çekmeyi başarıyorlar. Karakter çizimleri ise klasiğin de klasiği anime çizimleri. Renkli ve değişik saçlar, kocaman gözler ve alabildiğince göğüs:) Zaten bahsetmiştim, animenin ecchi yönü de azımsanamaz ve bolca dekolteye tanıklık ediyoruz. Animenin müzikleri de genel olarak başarılı. Açılış parçası hareketli ve güzel, kapanış parçasını ise şahsen pek beğenmedim. Bölümler esnasında çalan müzikler içinse cuk oturmuş diyebilirim. Atmosferi güzel tamamlıyorlar.

Toparlamak gerekirse Blood Lad kısa ama eğlenceli bir anime. Fantastik içeriği, aksiyon sahneleri ve en önemlisi mizahı ile başarılı bir yapım diye düşünüyorum. Tek sıkıntısı ise yarım bitmesi. Blood Lad’a ikinci bir sezon şart. 

11 Eylül 2013 Çarşamba

Angel Beats!

Yönetmen: Seiji Kishi
 Stüdyo: P.A. Works
 Tür: Aksiyon, Komedi, Dram
 Yapım Yılı: 2010
 Bölüm Sayısı: 13
 Anime Puanı: 10/9

Yuzuru Otonashi gözlerini açtığında hava karanlıktır ve bir okulun bahçesinde yatmaktadır. Gördüğü ilk kişi ise elindeki kocaman tüfeği ile okul üniformalı bir kızdır. İsminin Yuri (takma adı ile Yurippe) olduğunu söyleyen kız, Otonashi’ye kısaca olanları özet geçer. Söylediğinde göre kendisi de dahil bu okulda bulunan herkes aslında ölmüştür. Otonashi’de hatırlayamadığı yaşamında ölmüştür ve herkes gibi bir nedenle Araf olarak nitelendirilen bu yere gelmiştir. Yuri’nin dediğine göre ölenler ölmeyi kabullenmek istemeyenlerdir ve buradaki görevleri Tanrı için çalışan “Tenshi” (Angel/Melek) ile savaşmaktır. Ayrıca okulda ölmemiş ve buraya ait öğrenciler de vardır (NPC – Non Playable Character / Yan karakter, dekor gibi düşünün) ve eğer onlar gibi davranırsan yok oluyorsundur. Yuri de Otonashi yok olmasın ve onlara yardım etsin diye kurdukları Yaşam Sonrası Savaş Meydanı (Shinda Sekai Sensen / SSS) adlı organizasyonuna katılmasını ve onlarla beraber Tenshi’ye karşı savaşmasını ister. Yine Yuri’nin dediği üzere burada da acı hissedebiliyorsundur ama ölmüyorsundur. Öldükten kısa bir sonra yaralar iyileşiyor ve ölen kendine geliyordur. Elbette tüm bunlar Otonashi’ye ilk başta şaka gibi gelir. Tek mantıklı olan şey hafıza kaybı yaşadığı ve yabancı bir okulun bahçesinde gözlerini açtığıdır. Derken Tenshi ortaya çıkar. Ufacık boyu ve masum görünüşü ile Yuri ve ekibinin azılı düşmanı olan bu kız Otonashi’ye hiç de tehlikeli gelmez ve yanına gider. Lakin Tenshi de öldüklerini söyleyince Otonashi biraz sinirlenir ve hepsinin kocaman aptalca bir şaka olduğu söyler. Bana öldüğümü kanıtla hadi deyince de Tenshi silahını çıkarır ve Otonashi’yi kalbinden bıçaklar. Akabinde Otonashi gözlerini revirde açar ve olayların hiç de şaka olmadığını kavrar. Durum böyle olunca neden burada olduğunu anlamaya çalışır ve SSS ekibine biraz emrivaki de olsa katılır. Bundan sonrasında ise Otonashi’yi yeri geldiğinde komik, yeri geldiğinde hüzünlü ama daima aksiyon dolu bir macera beklemektedir.



Angel Beats! ismini ilk duyduğumda ve birkaç ekran görüntüsünü de gördüğümde açıkçası ben romantizmin, ne bileyim meleklerin, sevimli kızların falan uçuştuğu bir anime sanmıştım ki önce konusunu okuduktan sonra ve ilk bölümünü izledikten sonra ters köşeye yattığımı olduğumu anladım. Anime oldukça çekici ve sıra dışı bir konuya sahip ve özellikle barındırdığı mizah unsurları ile şahsen beni ekrana kilitlemeyi başardı. Animede birçok mizahi unsur mevcut ve hepsi de çok ince, insanı hakikatten güldüren şeyler. Konusunun ilginçliği, bu okulun ve Tenshi’nin neyin nesi olduğu merakı ve yine başarılı dram yönü ile animede atmosfer daima yüksek ve kalite hiç düşmüyor. Yeri geldiğinde SSS ekibinin esprilerine gülerken yeri geldiğinde geçmişleri için hüzünleniyorsunuz. Yani animede olaylar dengeli şekilde ilerliyor, sürekli espriler veya dram yönü ile sizleri boğmuyor. Aksiyon yönüne de değinecek olursak; doğal olarak abartılı ama gayet başarılı. Kurşunların havada uçuşması, kılıçlar, bombalar, abartıya kaçmayacak şekilde akan kan hepsi yerli yerinde. Benim anime hakkındaki tek sıkıntım (aslında sıkıntı da değil, görüş) daha kapsamlı olabilirmiş diye düşünüyorum. Animede bir hayli fazla karakter mevcut ama birkaç önemli olanı dışında diğerlerinin geçmişlerine değinilmemiş. Ayrıca sadece okulla değil de daha kapsamlı olsaymış nasıl olurmuş diye merak etmedim de değil. Demek istediğim, 13 bölüm güzel işlenmiş ama anime 24 bölüm olsaymış ve daha kapsamlı olsaymış acaba daha da mı iyi olurmuş diye aklımdan geçmedi değil. 


Animenin çizimleri klasik anime çizimleri olarak karşımıza çıkıyor. Fazla abartı yok ama her renkten saç, kızlarımızın kocaman gözleri ışıl ışıl parlıyor. Az önce bahsettiğim aksiyon sahneleri göze hoş geliyor ve çizimler bakımından herhangi bir sıkıntı göremedim. Animenin müzikleri de seriye çok şey katıyor. Açılış ve kapanış parçaları fena değil ama asıl başarılı olanlar bölümler esnasında çalanlar. Yeri geldiğinde gaza getiriyor, yeri geldiğindeyse yavaşlatıp ana uydurmasını başarabiliyor.


Final bölümünde bir soru işareti hariç (belki de ben anlayamadım) anime tatmin edici bir son yapıyor. Mizahı, aksiyonu, dramı, kısacası her şeyi ile Angel Beats! severek önerebileceğim başarılı bir yapım. Sizler de benim gibi melekler falan sanıp aklınız başka yöne kaymasın. Anime içerik olarak gayet zengin ve izlenmeye değer diye düşünüyorum.

5 Eylül 2013 Perşembe

Solty Rei

Yönetmen: Yoshimasa Hiraike
Stüdyo: Gonzo, AIC
Tür: Aksiyon, Dram, Bilimkurgu
Yapım Yılı: 2005
Bölüm Sayısı: 24
Anime Puanı: 10/6.5


İsmi verilmeyen bir şehirde ve kullanılan aygıtlardan gördüğümüz kadarı ile gelecekte geçen bu şehirde Roy Revant, ödül avcılığı yapmaktadır. Roy’un yaşadığı şehrin gökyüzü “Aurora Shell” adında bir katmanla kaplıdır ve atmosferi tutmaktadır. Yaklaşık 12 sene önce şehirde “Blast Fall” adı verilen bir hadise yaşanmıştır ve birçok insan ölmüş veya kaybolmuştur. Kaybolanlar arasında Roy’un küçük kızı Rita da vardır. Rita’dan geriye kalan sadece ayakkabısının tekidir ve Roy o zamandan beri Rita’nın öldüğünü asla kabul etmemiştir ve Rita’yı aramaktan vazgeçmemiştir. O günden beri de eski bir arkadaşı olan Miranda Maverick için kötü adamları ödül karşılığında avlamaktadır. Bu arada, Blast Fall’dan sonra “Resemble” teknolojisi (Fullmetal Alchemist’teki automail’lere benzer) hız kazanmıştır. R.U.C. önderliğindeki (şehre enerji ve su sağlayan, bir nevi yöneten şirket) Resemble teknolojisi ile insanların kopan uzuvların yerine mekanik parçalar takılmıştır.



Roy yine her zamanki gibi başında ödül olan bir suçlu ile ilgilenirken şehrin başka bir yerinde yeşil saçlı gizemli bir kız R.U.C. özel birliğinden kaçmaktadır. Bir hayli güçlü görünen bu kız, başarı ile peşindekileri atlatır ama daha sonra bir inşaat demirine başını sertçe çarparak yere düşer. Kaderin bir cilvesi olacak ki Roy’un zor anlar yaşadığı suçlunun üzerine düşer. Suçlu kaçar ama Roy’un hayatı kurtulmuştur. Roy da hayatını kurtardığı için kızı yaşadığı yere götürür. Kız kendine gelir ama adı dâhil hiçbir şey hatırlayamamaktadır. Üstelik gizemli kızın vücudu tamamen resemble teknolojisi donatılmıştır. Önceleri Roy kızdan pek haz etmez ve gitmesini ister ama Miranda’nın ısrarları ile kız kalır ve kıza Solty adı verilir. Ayrıca kayıtlı bir vatandaş olması için de Roy’un soyadını alarak Solty Revant olur. Bundan sonra da Roy ve Solty’nin macerası resmi olarak başlamış olur.

Öncelikle belirteyim, Solty Rei tamamen karanlık (noir) türde geçen bir anime değil. Yeri geldiğinde komedi unsurları da ön plana çıkıyor ve hatta türüne aykırı olarak fazla yumuşuyor. Yani Solty Rei’den bir Ghost in The Shell, Darker Than Black veya Ergo Proxy beklemek hata olur. Anime ilk bölümü ile başarılı bir başlangıç yapıyor. Karanlık atmosfer, Solty’nin kim olduğu falan merakla izliyor insan. Fakat ardından çok büyük bir düşüş yaşanıyor. Roy arka plana atılıyor ve Solty ile Rose gibi yeni giriş yapan karakterler üzerine yoğunlaşıyor anime ve paragrafın başında bahsettiğim “yumuşama” meydana geliyor. Sert Roy ve karanlık atmosfer gidiyor, pek eğlenceli olmayan eğlenceli olaylar (havuza gitme gibi) başlıyor. Animenin bir nevi çocukça tarafı ön plana çıkıyor ve şahsen ben bu doldurmaca bölümleri sıkılarak izledim. Solty’nin kim ve ne olduğu sorusu olmasa çekilmez bile olurdu. Bu durum 13. – 14. Bölüme kadar devam ediyor ve ancak ondan sonra toparlanarak asıl konuya geçiş yapıyor. Bu bölümlerden sonra anime yine ilk haline bürünüyor ve tekrardan zevkli olmaya başlıyor. Özellikle sonlara doğru yaşanan gelişmeler bir hayli başarılı. Son olarak, tatmin edici bir final ile de son buluyor. Ayrıca ilk bölümlerde anime başlarken şehir ve çevre hakkında bilgi verilmesi güzel bir ayrıntı olmuş. 


Animenin çizimlerine geçmeden önce HD sürümünü bulamadığım için (sanırsam yok) 480p olarak izlediğimi belirtmek isterim. Bu yüzden grafikler çok fazla kaliteli değil ama zaten eskiden HD mi varmış:) Arka plan çizimleri genel olarak normal, abartılı bir durum söz konusu değil. Ara ara çıkan mecha’lar dışında gerçekçi bir şehir var karşımızda. Karakterler ise ortaya karışık. Roy gibi gerçekçi karakterler de var, Solty gibi yemyeşil ve değişik tarzda ve kocaman gözlü karakterler de var. Açıkçası bu durumu ilk bakışta yadırgadım, Roy normal çevresi uçuk diye ama zamanla alışılıyor. Animenin açılış parçası güzel, kapanışı içinse idare eder diyebilirim. Asıl başarılı olanlar ise bölümler esnasında çalan parçalar. Hatta bazı parçalar var ki atmosferi oldukça yükseğe taşımayı başarabiliyor.

Özetle Solty Rei için güzel bir başlangıç yapıyor, ortalara kadar sert bir düşüş yaşadıktan sonra toparlanarak her bölüm biraz daha yükseğe çıkarak son buluyor diyebilirim. Solty Rei illa izleyin diye önerebileceğim bir anime değil ama izlemek isteyene de izle diyebileceğim tarzda bir anime.