16 Nisan 2011 Cumartesi

Bakuman

Yönetmen: Kenichi Kasai
Stüdyo: J.C. Staff
Tür: Dram, Komedi, Günlük Hayat
Yapım Yılı: 2010
Bölüm Sayısı: 25
Anime Puanı: 10/8



Mashiro Moritaka, orta sona giden, çok güzel çizimler yapabilen sıradan bir öğrencidir. Mashiro daha henüz ufak bir çocukken ölen amcası bir mangakadır ve Mashiro da amcası ölene kadar mangaka olma hayali kurmuş ama amcasının ölümü ile bu hayali bırakmıştır. Günün birinde Mashiro, dersin ortasında hoşlandığı kız olan Miho Azuki’nin resmini çizer ve resmi çizdiği defteri okulda unutur. Mashiro doğal olarak defteri almak için okula geri döner ama sınıfta, elinde Mashiro’nun defteri ile sınıf arkadaşı Takagi Akito beklemektedir. Takagi, okulun en zeki öğrencilerindendir fakat böyle zeki bir öğrenciden beklenmeyecek bir şekilde Takagi, Mashiro’ya mangakalık teklif eder. Öyle ki, Takagi hikâyeleri yazacak, Mashiro çizecektir. Şaşıran Mashiro teklifi hemen kabul etmez çünkü aklına sürekli ölen amcası gelmektedir. Fakat Takagi, Mashiro’yu ikna etmenin yolunu bulmuştur. Takagi, Mashiro’yu da yanına alarak Azuki’nin evine gider ve ona mangaka olacaklarını söyler. Azuki buna çok sevinir ve o da bir seyyu (seslendirme sanatçısı, yanlış yazmış olabilirim:) olmak için çok çalışacağını söyler. Mashiro, Azuki’nin bu kadar mutlu olduğunu görünce anında mangaka olmaya karar verir ve bombayı patlatır. Söylediğini göre Mashiro gerçek bir mangaka ve Azuki de profesyonel seslendirme sanatçısı olunca evleneceklerdir. İlginçtir Azuki bu teklifi kabul eder ve Mashiro ile Takagi için uzun ve yorucu bir macera başlamış olur.

Animenin içeriğinde herhangi bir abartı unsuru, doğaüstü olay bulunmamakta. İki arkadaşın mangaka olmak için ellerinden geleni yapmaları, bin bir zorluğu aşmaya çalışmaları samimi bir şekilde anlatılmış. Bakuman’ı izlerken aslında mangaka olmanın, daha doğrusu gerçek bir mangaka olabilmenin ne kadar zor olabileceğine şahitlik edebiliyorsunuz. Manga dünyasını, çizim tekniklerini, taslak nedir gibi öğeleri, dergi editörleri ve mangakalar arasındaki ilişki, bir manganın serileştirilebilme oranı nedir gibi ilginç şeyleri öğrenebiliyorsunuz. Yani Bakuman’ı izleyince bir Naruto olabilmenin hiç kolay olmadığı çok iyi anlaşılıyor çünkü yüzlerce mangaka adayı eserlerini yayınlatmak için çalışıyor ve sadece çok azı bu şansı yakalayabiliyor ki bir kere yayınlanmakla iş bitmiyor bile.

Bakuman’nın yukarıda saydığım artılarının yanında birkaç tanede eksisi var. Daha doğrusu benim beğenmediğim tarafları. Mesela Mashiro ile Azuki arasındaki aşkı hiç beğenmediğim. Hayallerimizi başarana kadar birbirimizle görüşmeyelim, konuşmayalım ne demek? Sevdiğin kız ile yan yana oturuyorsun ama hayır, konuşmak, göz göze gelmek yok. Çok utanıyorlarmış. Tamam, romantik ve saf/çocuksu bir aşk yaratılmak istenmiş ama bana çok saçma geldi. Bunun yanında şimdi bizimkiler eserlerini Jack dergisine (gerçek hayattaki Jump) götürüyor ve oradaki editör çizdikleri türün Jack için ağır olduğunu, yani pek uymadığını söylüyor. Buraya kadar tamam ama yanlışsam düzeltin, Jack veya Jump, bunlar dışında başka dergi mi kalmadı? Niye bizimkiler ille Jack diye diretiyor ve Jack’e uygun manga yazmak için kasıyor, anlam vermedim. Son olarak Nizuma Eiji adlı karakteri pek sevemedim. Kendisinde büyük ihtimalle zekâ geriliği var.

Bakuman’un çizimleri klasik anime çizimleri olsa da (rengârenk saçlar, büyük gözler ve göğüsler) oldukça güzeller. Karakterler biraz gerçekdışı duruyor ama animenin havasına uymuşlar. Tek anlam veremediğim, bu çocuklar anime başladığında ortaokula gidiyor ama maşallah en küçüğü bir seksen boyunda:) Birde Takagi’yi Death Note’daki Light’a benzeten bir tek ben miyim? (Bakuman ve Death Note’un yazar/çizerleri aynı) Animenin bir açılış ve iki kapanışı mevcut ve ben ikisini de sevemedim. Benim tek sevdiğim ilk bölümde ve ortalarda çıkan “Heros Sora Wa Densetsu” adlı neşeli parça. Bakuman’da da tıpkı Genshiken’de gördüğüm gibi anime içinde anime opening uygulaması yapılmış ve çok da hoş olmuş.

Sonuç olarak Bakuman’da fazla aksiyon olmadığı için animeyi götüren, atmosferi taşıyan diyalogları. Diyaloglar genel anlamda iyi olsa da bazen gerçekten çok konuşuyorlar ve atmosfer düşüyor. Buna rağmen Bakuman mangaka dünyasını çok güzel anlatmış. Ayrıca ikinci sezonu da animenin sonunda Mashiro ve Takagi tarafından bizzat duyuruldu.

Not: Bakuman, Bakugan değildir:)

14 Nisan 2011 Perşembe

Ojamajo Doremi

Yönetmen: Junichi Sato
Stüdyo: Toei Animaniton
Tür: Komedi, Fantastik, Büyü
Yapım Yılı: 1999
Bölüm Sayısı: 51
Anime Puanı: 10/7



Benim ilkokul yıllarımda internete 10 – 15 dakikalığına girer, çabucak işimizi hallederdik. Öteki türlü fatura kabarır ve bizim evi arayanlar bize ulaşamazdı. Sayfalar dakikalar sonra açılır, bir mp3 on dakikadan önce inmezdi. Evet, en eski internetten, Ixir’den, 146’lı hatlardan bahsediyorum:)

Çocukluğu benim gibi 90’lı yıllara ve 2000’li yılların başına gelenler televizyonda ne varsa onu izlerdi. Şimdiki gibi dilediğini seç, iki dakikada indir ve izle yoktu. Doremi de o zamanlar RTL 2 adlı kanalda Kamikaze Kaitou Jeanne ve Dragonball’ın arasında başladığı için mecburen izlerdik. Tarzı hiç bana göre olmasa da aslında ilginç ve eğlenceli bir animeydi.

Serinin kahramanının adı Doremi Harukaze ve kendisi sekiz yaşında. Doremi, keşke büyü yapabilsem diye hayıflanadururken, günün birinde bir cadının işlettiği garip bir dükkâna girer. Doremi, dükkân sahibi kadının cadı olduğunu itham eder ve kadın gerçektende cadı olduğu için bir kurbağaya (daha doğrusu cadı kurbağası olan greenling’e) dönüşür. Her cadı, eğer kimliği açığa çıkarsa cadıya dönüşmektedir. Yeşil bir kurbağaya dönüşen dükkân sahibi Majo Rika, Doremi’yi çırak olarak yanına alır. Eğer Doremi dokuz cadılık sınavını da sağ salim geçerse Majo Rika yeniden eski haline dönüşebilecektir. Elbette Doremi de çok dikkatli olmalı çünkü ona da cadılık ile itham edilirse, o da tıpkı Majo Rika gibi kurbağa dönüşebilir. Ayrıca Majo Rika, Doremi’ye “ojamajo” lakabını takar çünkü ojama başa dert açan ve majo cadı demektir. Doremi’ye bu ilginç ve komik macerasında en iyi arkadaşları Hazuki ile Aiko ve küçük kız kardeşi Pop eşlik etmektedir.

Yukarıda da bahsettiğim gibi Doremi’yi biraz mecburiyetten izledim ve zaten sonunu da getiremedim. Lakin izlediğim bölümler oldukça eğlenceliydi ve birbirinden ilginç olaylar yaşanıyordu. Tamamıyla büyü, müzik ve cadılıkla donatılmış olan bu anime yine tamamen küçük çocuklara hitap ediyor. Hem çizimleri olsun, hem içeriği olarak Doremi tam küçüklere göre.

Doremi’ye de izlediğim animeler arasında olduğu için birkaç satır bir şey yazmak istedim. Doremi izlediğim en iyi animelerden değildi ama vakit kaybı da sayılmazdı. Severek izledim ama bırakınca da hiç üzülmedim diyebilirim.


Little Women 2: Jo’s Boys

Yönetmen: Kozo Kuzuha
Stüdyo: Nippon Animation
Tür: Dram, Tarihi
Yapım Yılı: 1993
Bölüm Sayısı: 40
Anime Puanı: 10/8.5



Little Women 2: Jo’s Boys, Loisa May Alcott’un (1832 – 1888) eserlerinden uyarlanan bir animedir. Animenin adından da anlaşılacağı üzere ilk serisi de vardır fakat karakter dışında aralarında bir bağ olmadığı için rahatlıkla izlenebilmektedir.

Öncelikle biraz ilk serisi hakkında bilgi vereyim. İlk Little Women animesi (1987 yapımı olan. Aynı isim altında 1981 yapımı başka bir anime daha var) Amerika’da, sivil savaş döneminde geçiyor. Babaları orduya katılmış olan Meg, Josephine (Jo), Beth, Amy ve annelerinin başından geçen olaylar 48 bölüm boyunca izleyicisine sunuluyor. Little Women 2 ise yaklaşık on yıl sonrasında geçiyor. Jo artık yetişkin bir kadın olmuş ve Alman Profesör Fritz Bhaer ile evlenerek bir okul açmıştır. Bu okuldaki öğrencilerin birçoğu yetim ve gidecek yeri olmayanlardır. Doğal olarak bu okulda birbirinden farklı, yaramaz, çalışkan, sorunlu, sorunsuz birçok çocuk vardır. Animede bu çocukların maceralarını, Jo ile ilişkilerini acısı ile tatlısı ile göz önüne seriliyor.

Little Women serisinin ilkinin sadece birkaç bölümünü izlemiştim çünkü anime bana o zamanlar çok ağır, çok duygulu gelmişti. Yanlış hatırlamıyorsam hep kötü şeyler oluyordu ve anneleri de hastaydı. Belki de başka animeyle karıştırdım:) Bunda elbette çok küçük olmamın etkisi de var. Little Women 2’yi izlerken ben 6 – 7 yaşlarındaydım ve bu animeyi bile hayal meyal hatırlıyorum. Anımsayabildiklerim, yaramaz ama iyi kalpli bir kız vardı, keman çalan bir çocuk vardı ve ilk geldiğinde serseri olan bir çocuk vardı. Hatta bu çocuk okuma yazma bilmediği için diğer çocuklar ona gülmüştü ve Jo buna çok kızmıştı. Bunlar gibi sadece birkaç ayrıntı kalmış aklımda ve bir de almanca açılış parçasını nedense unutmamışım. Little Women 2’de de dram öğeleri fazlasıyla mevcut, sonuçta bu çocukların çoğu yetim. Fakat ilk seriye göre biraz daha hafif bir seri. Çocukların başına komik şeyler de gelmiyor değil. Sonuçta anime okul ortamında geçiyor ve her ne kadar dram yönü ağır bassa da haylazlıklar yaşanmıyor değil.

Çizim olarak animede ortama uysun diye doğal olarak daha gerçekçi çizimler kullanılmış. Yani rengârenk saçlar, kocaman gözler bu animede yok. Karakterler daha gerçeğe yakın. Dediğim gibi bir tek almanca açılış parçası var aklımda ve o da güzel bir parçaydı.

Little Women 2: Jo’s Boys’u bilen var mıdır bilmiyorum ama benim zamanında izlediğim en güzel yapımlardan biriydi ve şimdi bile yeniden izlemeyi düşünebilirim.

Attack No. 1

Yönetmen: Fumio Kurokawa
Stüdyo: TMS Entertainment
Tür: Dram, Spor
Yapım Yılı: 1969
Bölüm Sayısı: 104
Anime Puanı: 10/7.5



Attack No. 1 veya benim bildiğim adı ile Mila Superstar, hayatımda izlediğim en eski anime olma unvanına sahip.

Çok küçük yaşta televizyondan izlediğim yaklaşık 41 yaşındaki bu animenin kahramanı Kozue Ayuhara. (Benim izlediğim Almancasında adı Mila Ayuhara’ydı.) Mila, pardon Kozue küçüklüğünden beri voleybola düşkündür ve dünyanın en iyisi, yani Attack No. 1 olmak istemektedir. Fujimi Koleji’nin voleybol takımına giren Kozue, Midori ile yakın arkadaş olur ve gün geçtikçe takımın koçu Hongo’yu (Roberto Hongo değil:) daha da etkiler. Fakat aynı zamanda kendisine düşman gözü ile bakan rakipler de edinmeye başlar. Yani kısacası animede bir kızın sıfırdan başlayıp dünyanın en iyisi olma hayalleri kurarak yükselmeye çalışmasını izliyoruz.

Attack No. 1’da hatırladıklarım bölük pörçük çünkü animeyi (daha doğrusu o zamanlar çizgi film gözü ile) izlerken 1. sınıfa ya gidiyordum ya da gitmiyordum. Bu anime spor temalı olmasına rağmen oldukça ciddi bir animeydi. Öyle ki komik tek bir sahnesini bile hatırlamıyorum. Genellikle hep ciddi bir havada ilerlerdi ve dram yönü ağır basardı. Kozue dışında aklımda kalanlar turuncu saçları ile Midori, Kozue’nin dağlara tırmanırken ölen erkek arkadaşı (ki bu bölümlerde sürekli ağlıyoruz), bu erkek arkadaşa çok benzeyen Koç Hongo. Ayrıca çirkef bir kız vardı ama en önemlisi Üzerinde Nippon yazan mavi kazağı ile sağ kolunu oynatamayan (sol da olabilir) saçı sakalı birbirine karışmış, güneş gözlüğü takan sert ve gaddar bir koç vardı ki onu hiç unutmadım:) Bu adam da eskiden voleybolcuymuş ve Tsubasa nasıl drive şut çekiyorsa bu da voleybolda drive çekiyordu. Fakat sürekli daha iyi olmak için çabalıyordu ve ellerini çakıl taşlarının içine falan daldırıyordu, acayip bir adamdı. Sonunda da olan oluyordu ve kolu iflas ediyordu. Attack No1’da bunun gibi birbirinden ilginç karakterler vardı.

Animenin çizimleri bir hayli eski olmasına rağmen gayet iyiydi. Yani 69 yapımı ile 80’li yılların animelerini hayalimde şöyle bir karşılaştırdığımda pek fark göremiyorum. Çizimler daima gerçekçi (kocaman gözler var ama abartılı değil diyelim) ve dediğim gibi animenin dram yönü ağır bastığından öyle komiklikler falan yok. Ha, birkaç espri elbette vardır ama o kadar. Almanca açılış parçasını şöyle böyle hatırlıyorum, bir de Kozue’nin isyankâr Almanca dublaj sesi hala kulaklarımda:)

Attack Nr. 1 gerçekten çok eski bir anime ve günümüzde izleniyor mu (internette var mı) bilmiyorum. Ben zamanında televizyonda ne bulduysam izledim ve Kozue/Mila da onların arasındaydı. İzlemekten pişman mıyım? Kesinlikle hayır.

13 Nisan 2011 Çarşamba

Nadia: The Secret of Blue Water

Yönetmen: Hideaki Anno
Stüdyo: Gainax
Tür: Bilimkurgu, Macera, Dram
Yapım Yılı: 1990
Bölüm Sayısı: 39
Anime Puanı: 10/9



Nostalji kuşağımıza sırada Nadia: The Secret of Blue Water var. 90’lı yıllarından başında çekilmiş olan bu anime, kurgusunu Jules Verne’nin Denizler Altında 20.000 Fersah adlı romanından alıyor. Kurgu sağlam, karakterler sağlam ve atmosfer de yerinde olunca ortaya zamanında çok güzel bir yapım çıkmış.

Hikayenin kahramanları kökeni belli olmayan, gizemli kız Nadia ile genç Fransız mucit Jean. Jean, Paris’te düzenlenen uçak yarışmasına katılacaktır ama ansızın Nadia’yı ve peşinde olan üç kişiyi görür. Jean hemen Nadia’ya yardım eder (daha doğrusu beraber kaçmaya başlarlar) fakat peşlerinde olan Grandis, Hanson ve Sanson’un pes etmeye niyeti yoktur. Üçlü, Nadia’nin boynundaki gizemli ve “Blue Water” adındaki kolyenin peşindedir. Fakat çok geçmeden Nadia’yı bekleyen tehlikenin çok daha büyük olduğu anlaşılır. Çünkü kolyenin peşinde dünyayı hâkimiyeti altına almak isteyen Gargoyle ve Neo-Atlantean adlı örgütü de vardır. Öte yandan Nadia’nın da güçlü müttefikleri vardır. Kaptan Nemo ve efsanevi denizaltısı Nautilus, Nadia’nın yanındadır.

İlk paragrafımda bahsettiğim gibi Nadia: The Secret of Blue Water’in kurgusu bir romana dayandığı için oldukça sağlam. Anime de komedi unsurları da göze çarpsa da dram yönü daha ağır basıyor ve ara ara hüzünlendiğiniz zamanlar da oluyor. Ben bu animeyi yaşım küçükken izlemiş olmama rağmen beni çok etkilediği için birçok ayrıntısını dün gibi hatırlarım. Özellikle son bölümlere doğru anime adeta tavan yapıyor ve tatmin edici bir sonla sona eriyor. Nadia: The Secret of Blue Water’de elbette abartılı öğeler de yok değil. Ama her ayrıntı dozunda kullanılmış.

Animenin çizimleri bir hayli eski ama eski olduğu kadar da sağlam. Özellikle karakter çizimleri ile Nadia: Secret of Blue Water çok başarılı bir yapım. Animede her çeşit karakter var ve her birinin çizimleri farklı farklı. Animede mekan bolluğu yaşandığı için neredeyse anime her bölüm başka bir havaya, başka bir tarza dayanıyor. Bir bakmışsınız Fransa’dasınız, bir bakıyorsunuz Afrika’dasınız.

Nadia: Secret of Blue Water, bilimkurgu öğeleri ile donatılmış çok başarılı bir yapım. Yirmi senelik bu animenin benim gönlümde yeri başkadır ve eski olmasına rağmen herkese tavsiye ederim.

Kamikaze Kaitou Jeanne

Yönetmen: Atsunobu Umezawa
Stüdyo: Toei Animation
Tür: Fantastik, Macera
Yapım Yılı: 1999
Bölüm Sayısı: 44
Anime Puanı: 10/8



İlk bakışta Sailer Moon kopyası gibi gözükse de (yapımcılar da aynı zaten), Kamikaze Kaitou Jeanne’nin kendi has bir tarzı, havası var. Kötüleri yen, boss’a bir adım daha yaklaş mantığı ile hareket eden Kamikaze Kaitou Jeanne, birçoğumuzun izlediği ilk animeler arasında olduğu için yeri bir başkadır.

16 yaşındaki Marron Kusakabe, ilk bakışta sıradan bir lise öğrencisidir. Fakat çok önemli bir özelliği vardır. Marron aslında 1400’lü yılların başında yaşamış olan Fransız özgürlük savaşçısı Jeanne d’Arc’ın reenkarnasyonudur. Bu arada, bir Japon’un bir Fransız’ın reenkarnasyonu olma fikri ilginç. Neyse, Marron koruyucu meleği Fin’nin yardımı ile Jeanne d’Arc’a dönüşerek dünyaya inen ve sanat eserlerinin içine saklanan şeytanları avlamaktadır. Yakaladığı şeytanların girdiği sanat eserleri yok olduğu için polisler onun bir hırsız olduğunu düşünürler. Öte yandan serinin diğer kahramanı Chiyaki’nin de kaderi Marron’un ki gibidir. Chiaki de Sinbad ismi altında (herhalde o da onun reenkarnasyonu) yardımcı meleği Access ile şeytanları avlamaktadır. İkili rakiptir ve her bölüm kimin başarıya ulaşacağını merakla izliyoruz. Bu arada, Marron’un başı en iyi arkadaşı ve bir polis kızı olan Miyako ile derttedir. Çünkü Miyako, Jeanne d’Arc’ı yakalamaya ant içmiştir ve polis kızı diye mi bilmem ama tüm polis teşkilatı 16 yaşındaki kızın emrindedir.

Bahsettiğim gibi Jeanne d’Arc ve Sinbad her bölüm yarış içindedir ve kimin kazanacağını pek fazla kestiremiyorsunuz. Animenin uzunluğu 44 bölüm ve yarısı genellikle aynı geçiyor. Kötü bir şeytan sanat eserine giriyor, Jeanne ve Sinbad kapışıyor, Miyako da onları yakalamaya çalışıyor. Fakat asıl olaylar asıl senaryo başladığında gelişmeye başlıyor ki konu bir hayli ilginç. Bu animede de Marron’un dönüşümünü muhakkak her bölüm izliyoruz ve böylece 90’lı yıllarda kızların süper kahramanlara dönüşmesinin ne kadar da revaçta olduğunu anlıyoruz:) Yine Marron’un dönüşümü biraz daha mantıklı, saç rengi falan değişiyor. Bakınız Sailer Moon’a, kızlar iki toka takıyor ve aniden tanınmaz oluyor. Tıpkı Clark Kent’in gözlüğünü çıkarıp saçlarını diğer tarafa taraması gibi:)

Kamikaze Kaitou Jeanne’nin çizimleri eski fakat oldukça güzel. Samimi ve neşeli çizimler animeye çok yakışmış ve atmosferi çok güzel tamamlıyor. Yani çok ciddi çizimler bu animeye gitmezdi. Çünkü gerek komedi unsurları, gerek dramı, gerekse fantastik öğeleri ile tam bir gençlik animesi olan Kamikaze Kaitou Jeanne’e ancak gerçek dışı çizimleri ve kocaman gözlü karakterleri bu kadar iyi tamamlayabilirdi. Müzikleri hakkında yine pek yorum yapamayacağım ama Almanca açılış parçası çok güzeldi.

Nedenini bilmiyorum ama Kamikaze Kaitou Jeanne’nin de son iki veya üç bölümünü tıpkı Sailer Moon gibi kaçırmıştım. Artık internet var ama bizler de büyüdük ve anlıyorum ki bu anime sadece genç yaşa hitap ediyor. (7-12, bilemedin 7-14) Çünkü artık sonunu hiç merak etmiyorum:) Buna rağmen bu anime 90’lı yılların ve popüler olan kız dönüşümü animelerinin son halkalarından. Bu yüzden geçmişe dönsem son bölümlerini de izlemeye çalışırdım ama onun da zamanı artık geçti. Sailer Moon gibi Jeanne d’Arc’ta hafızalarımızda tatlı bir anı olarak kaldı.

12 Nisan 2011 Salı

Sailer Moon

Yönetmen: Junichi Sato
Stüdyo: Toei Animation
Tür: Fantastik, Macera
Yapım Yılı: 1993
Bölüm Sayısı: 200
Anime Puanı: 10/8



Anime dünyası ile haşır neşir olan herkes, özellikle çocukluğu 90’lı yıllara denk gelenler Sailer Moon’u, yani Ay Savaşçısı’nı muhakkak bilir ve izlemiştir. Genel olarak bakıldığında anime bayan karakterleri ve büyü içerikli olduğu için kızlara hitap ediyor gibi gözükse de, her erkek izlemedim dese dahi mutlaka bir iki bölümünü izlemiştir. Hatta benim gibi arkadaşlarına işim olmaz deyip evde tek bölümünü dahi kaçırmayan çok insan vardır.

Sailer Moon’un kahramanı Usagi Tsukino. Kendisi ortaokula gitmektedir ve bir hayli sakardır. Günün birinde okula giderken küçük çocukların alnında yara bandı olan siyah bir kediye sataştığını görür. Usagi kediyi kurtarır ve alın bandını da çıkarır. Kedinin alnında ay simgesi vardır ve ansızın kedi konuşmaya başlar. Luna adındaki kedi Usagi’nin kaderinde dünyayı kurtarmanın yazdığını ve onun Sailer Moon olarak kötülüklerle savaşması gerektiğini söyler. Böylelikle uzun bir macera başlamış olur. Bu macerada Sailer Moon’a diğer savaşçılar, Sailer Mars, Sailer Merkür, Sailer Jupiter, Sailer Venüs (artık aklınıza hangi gezegen geliyorsa) yardım eder.

Sailer Moon aslında kendi içerisinde sezonlara ayrılmış durumda ve bunların hepsini toplarsak yaklaşık 200 bölüm ediyor. Her sezon diğerinin devamı olduğundan tek başlık altında toplamayı uygun gördüm. Seri genellikle hep aynı çizgide ilerliyor. Ortada bir süper boss vardır, birkaç bölüm ayak takımı ile dövüşülür, ardından varsa küçük boss’lar halledilir ve ardından sıra baba boss’a gelir. Akabinde dünyaya bir müddet barış gelir ve ortaya başka bir villain ve yaverleri çıkar. Bu olay seri boyunca kendisini dört beş kez tekrarlıyor.

Aslında şöyle bir düşününce Sailer Moon’un öyle müthiş bir anime olmadığının farkına varılıyor. Sonuçta ortada kamyon dolusu bölüm var ve fark ederseniz içerik hep aynı. Düşman değişiyor, bir – iki yeni güç ediniliyor o kadar. Fakat küçükken işte bu olay fark edilmiyor:) Her bölüm sanki müthiş bir şey oluyormuş gibi ekrana yapışırdık. Her bölüm aynı nakarat çıkardı karşımıza. Kızlarımızın her bölüm dönüşümünü hiç kaçırmazdık. Savaşçılar önce düşmanı hırpalar ve harikulade Ay Savaşçımız bitirici darbeyi indirir, gün mutlu biterdi. Tabi karizmatik Smokinli Şovalye’yi unutmadan olmaz. Ay Savaşçısı sıkıştığı an ansızın ortaya çıkar, gülünü fırlatır ve iki özlü söz söyleyerek kızlarımızı kurtarıp giderdi. Demek istediğim bu anime genç yaşa hitap ediyor ve benim gibi yaşını almış olanlar için artık mazide ufak bir hatıra. Şimdi bir daha izler miyim? Hayır. Gerçi 200 bölümü iki kez üst üste izlemiş olmama rağmen son bölümü ikisinde de kaçırmıştım. O zamanlar internet de yoktu ki indirelim:) Buna rağmen son bölüme bir göz atmak istiyor muyum? Hayır.

Her ne kadar Sailer Moon kendisini tekrarlıyor desek de başta karakter bolluğu olmak üzere 200 bölüm boyunca konu aynı olsa da farklı düşmanlar ve farklı mekânlar çıkarması gerçekten büyük bir başarı. Öyle her bölüm yeni bir düşman, yeni bir alt senaryo yaratmak bayağı bir emek ve yaratıcılık ister. Zaten bu kadar bölümü izletebilmesinin sebebi de bu. Az önce bahsettiğim dost veya düşman olsun birbirinden ilginç karakterlerinin olması seriye renk katıyor. Lakin benim seneler boyu anlamadığım bir şey var. Animenin ilerleyen bölümlerinde başka bir güneş sisteminden üç tane savaşçı geliyordu. (Türkçesini tam bilmiyorum ama Sailer Star… diye devam ediyordu ve bunlar siyah giyiniyordu.) Bu savaşçılar dünyamızda oluğunu inandıkları prenseslerini arıyorlardı. Şimdi, bunlar erkek ve konser vererek şarkıları ile prenseslerine mesaj göndermeye çalışıyordu. Hatta kızlar falan hep hayrandı bunlara. Buraya kadar tamam ama bunlar savaşçılara dönüştüklerinde göğüsleri çıkıyordu:) Yani erkekler kıza dönüşüyordu? Şimdi, ben doğru muyum yoksa kaçırdığım bir nokta mı var? Bu ilginç deneyimimden de bahsetmek istedim:)

Sailer Moon’nun çizimleri eski ama klasik anime çizimi şeklindeler. Rengârenk saçlar, kocaman gözler, uzun bacaklar, ilginç ucube düşmanlar ne ararsanız var. O yıllara göre oldukça iyiler. Müziklerini ise hatırlayamıyorum:) Zaten ben Almanca dublaj versiyonlarını izlediğim için müzikleri farklı. Bu yüzden orijinal müzikleri hakkında hiçbir fikrim yok.

İlk paragrafımda da bahsettiğim gibi Sailer Moon’u anime izlemeyen bir insan bile muhakkak bir bölümüne denk gelip izlemiştir. Günümüzde izleyenler var mıdır bilemiyorum ama ben zamanında, ilk çıktığında izleyebildiğim için kendimi şanslı hissediyorum.

Captain Tsubasa

Yönetmen: Hiroyoshi Mitsunobu
Stüdyo: Group Tac
Tür: Spor
Yapım Yılı: 1983
Bölüm Sayısı: 128
Anime Puanı: 10/7.5



2009 yılından beri çevirilerini yaptığım halde anime blogumda Captain Tsubasa’nın bir incelemesinin bile olmadığını yeni fark ettim. Gerçi Captain Tsubasa’yı bilmeyen herhalde yoktur (en azından adını bir kez duymuştur) ve bende en azından bir incelemesi oldun diye kısa birkaç şey yazmak istedim.

Serinin kahramanı Tsubasa Ozoara. (Oozora veya Ohzora da olabilir:) Tsubasa, Nankatsu şehrine yeni taşınmıştır ve tek hayali günün birinde dünya kupasını kazanmaktır. Tsubasa futbola acayip düşkündür. Öyle ki, futbol onun hayatıdır ve “top benim en iyi arkadaşım” cümlesi artık bir slogan haline gelmiştir. Tsubasa’nın Nankatsu şehrindeki ilk arkadaşı Ryo Ishisaki’dir ve Ryo zayıf Nankatsu takımında oynamaktadır. Öte yandan şehrin en ünlü takımı Shuutetsu’dur ve kaptanı Genzo Wakabayashi’ye herkes hayrandır. Tsubasa, Nankatsu takımına katılır ve Wakabayashi’ye meydan okur. İlk önce teke tekte kozlarını paylaşan ikili ardından takımları ile maça çıkar ve olaylar serisi başlamış olur.

Captain Tsubasa, kendi arasında iki sezona ayrılmış durumda. Yaklaşık 52 bölüm süren ilk sezonda Tsubasa’nın ilkokul yıllarında geçerken, ikinci sezonda herkes orta sona gidiyor (ben uzun bir süre lise sanmıştım:) ve doğal olarak herkes daha ciddi takılıyor. Açıkçası bana göre ikinci sezonu ilk sezonun yanında çok sönük kalıyor. Yani ilk sezonda herkes daha küçük ve hikâye daha zevkli. İkinci sezonda özellikle Genzo ve Misaki’nin olmayışı ve bilhassa serinin daha “fantastik” yöne kaymasını ben pek beğenemedim. İşin içine giren süper/doğaüstü şutlar, futbolun abartılı bir hale gelmesi (anime bittiğinde kimse ölmedi diye şükretmemiz lazım), patlayan toplar, kırılan direkler, çatlayan duvarlar, yırtılan ağlar derken neye uğradığınızı şaşırtıyorsunuz. İlk seride bu özellikler yok ve çocuklar normal futbol oynuyor. (Tamam, biraz gene anormallik var ama o kadar olur) Demek istediğim ikinci sezonda çok abartma var ve işin biraz cıvıkı çıkmış.

Captain Tsubasa’nın çizimleri de ikinci sezon nedense kötüleşiyor. Dikkatlice bakarsanız Tsubasa ve arkadaşları büyüdüğünde vücutları orantısız oluyor ve kafaları gövdelerine göre küçük duruyor. (Bu olay mangada daha da abartılmış. Adamlar resmen Super Mario’nun filmindeki gumbalar gibi çizmişler:) Halbuki ilk sezonun çizimleri çok güzel ve tüm karakterlerin sevimli bir hali var. Ben buradan iddia ediyorum, kesin ikinci sezonda çizen adam değişmiş. Çünkü acayip, dağlar kadar fark var. Müzikleri ise vasatın üzerinde seyrediyor. Açılış parçası dışında ve bir iki güzel parça dışında müzikleri pek güzel bulamadım.

Captain Tsubasa, artık günümüzde kült sayılabilecek, kendini kanıtlamış bir anime. (Üstelik mangası hala devam ediyor) En iyi spor temalı animelerin başında geliyor ama benimki gibi yakından bakarsanız kusurları birer birer ortaya çıkıyor. Özetle, Captain Tsubasa bir şaheser değil (ikinci sezonda batırılmasa olabilirdi) ama birçoğumuzun izlediği ilk animelerden ve herkesin gönlünde bir yere sahiptir.

Captain Tsubasa’nın 128 bölümlük serisi dışında 13 bölümlük Shin Captain Tsubasa adında OVA’sı, Captain Tsubasa J adında yarısı özet olan 47 bölümlük serisi ve Road to 2002 adında, yine yarısı özet olan 52 bölümlük bir serisi bulunmaktadır. Ayrıca beş adet de filmi vardır.

6 Nisan 2011 Çarşamba

Bakumatsu Kikansetsu Irohanihoheto

Yönetmen: Ryousuke Takahashi
Stüdyo: Sunrise
Tür: Fantastik, Tarihi
Yapım Yılı: 2006
Bölüm Sayısı: 26
Anime Puanı: 10/4



Bakumatsu Kikansetsu Irohanihoheto, adından da anlaşılacağı üzere Edo döneminin (1603 – 1868) son yıllarına adı verilen Bakumatsu döneminde geçiyor. Savaş, Japonya’nın kapısına çoktan dayanmıştır ve İngilizler başta olmak üzere batılılar Japonya’ya çullanmıştır bile. Samurayların nesli tükenmek üzeredir ve kılıcın yerini artık barut almıştır. Akizuki Yojiro, hala kılıç taşıyan son samuraylardandır ve çok önemli bir şey aramaktadır. Aradığı şey “İmparatorun Kafası” olarak adlandırılan, doğaüstü bir nesnedir ve söylenenlere göre ona sahip olan ülkeye de sahip olacaktır. Öte yandan bir grup gezgin tiyatro oyuncusu, grubun liderinin ailesini öldüren adamı aramaktadır. Hiç beklenmedik bir şekilde Akizuki ve tiyatro grubunun yolları kesişir ve ülke tarihini etkileyecek bir macera başlamış olur.

Bakumatsu’nun senaryosunu tarihte yaşanmış olaylardan alıyor. Yani fantastik bir şekilde süslenerek anlatılan olayların bir nevi gerçeklik payı da var. Buna rağmen, hikâyesi ilgince benzese de animenin kalitesi maalesef o kadar iyi değil. Olaylar ve atmosfer insanı bir türlü sarmıyor ve yaşananlar sanki birisi kitaptan okuyormuş gibi geliyor. Demek istediğim tarihi be politik olaylar çok fazla ön planda ve aksiyon bunun altında ezilip gitmiş. Animeyi izlerken meraklanmıyorsunuz ve konuşmalar uzadıkça uzuyor. Üstelik tarihi olaylardan ziyade animeyi, yani bizi ilgilendiren fantastik kısmın, ana konunun ne olduğunu bir türlü anlayamıyorsunuz. İlk birkaç bölümü izledikten sonra bile Akizuki neyin peşinde kestiremiyorsunuz ve ancak anime ilerledikçe ana konu netlik kazanıyor. Tabi oraya kadar dayanabilirseniz. Şahsen ben 13. bölüme kadar izledim ve Bakumatsu’ya daha fazla katlanamayacağımı anlayarak seriyi yarım bıraktım. Bol karakterli ve kılıç sahnelerinin iyi olması dışında animenin pek iyi bir yanı yok ve bunlar da seriyi kurtarmaya maalesef yetmiyor.

Görsel olarak Bakumatsu fena bir anime değil. Karakter çizimleri hoşuma gitti ve özellikle Akizuki çok iyi, karizmatik bir karakter. Kan kullanılmaktan çekinilmemiş ve o dönemin havası iyi yansıtılmış. Müzikleri de hiç fena değil ve hem olaya uygun hem de o dönemin kültürünü yansıtan müzikler bolca kullanılmış.

Uzun lafın kısası ben Bakumatsu’dan çok ümitliydim. Hatta bu animeye ikinci kez başlangıcım olmuştu. (İlki bir – iki sene önceydi ve indirdiğim mkv’lerinde ses kayması olduğundan ve yine pek sarmadığından 3. bölümde bırakmıştım.) Bu sefer animeyi sonuna kadar izlemeye planlıyordum ve hikâyesinin sonradan saracağından emindim ama maalesef öyle olmadı. Benim size tavsiyem, eğer samuraylı anime arıyorsanız Samuray Champloo, Samuray Deeper Kyo, Samuray 7 gibi animelere yönelin. Çünkü bu anime herkese göre değil. Özellikle aşırı tarihi ve politik kurgudan hoşlanmıyorsanız uzak durun.

1 Nisan 2011 Cuma

Eve no Jikan

Yönetmen: Yasuhiro Yoshihura
Stüdyo: Studio Rikka
Tür: Bilimkurgu
Yapım Yılı: 2008
Bölüm Sayısı: 6
Anime Puanı: 10/9.5



Eve no Jikan (Eve Zamanı), Ağustos 2008 ile Eylül 2009 yılları arasında yayınlanmış 6 bölümlük ONA (Original Net Animation) serisidir. Yani ilk olarak internet üzerinden yayınlanmıştır. İlk beş bölüm 15 – 16 dakika arası sürerken, son bölüm 27 dakika sürmektedir. Ayrıca Eve no Jikan’ın film versiyonu da bulunmaktadır.

Eve no Jikan’da, bize alternatif bir Japonya geleceği sunulmaktadır. Çok uzak olmayan bu gelecekte robotlardan sonra androidler de insanların günlük yaşamına girmiştir. Bu gelecekte herkesin evinde birer “ev andoridi” vardır ve androidlerin kullanım alanı giderek yayılmaktadır. Elbette android kullanımını destekleyenler olduğu kadar desteklemeyenler de vardır. Böyle bir ortamda Rikuo Sakisaka ve ailesi, Sammy adını verdikleri ev androidleri ile yaşamaktadır. Günün birinde Rikuo, Sammy’nin günlük defterine bakarken “Eve Zamanında eğleniyor musun” diye bir cümleye denk gelir. Oysa androidlerin kendi başlarına bir yerlere gidip gelmeleri, kendi başlarına hareket etmeleri imkânsız gibi bir şeydir. Meraklanan Rikuo, arkadaşı Masaki’yi de yanına alarak kaydın yapıldığı koordinatlara gider. Karşılarında buldukları şey ise Eve Zamanı adlı bir bardır. Nagi’nin işlettiği bu bar, normal barlardan farklıdır. Bu barda uyulmazı zorunlu olan bir kural vardır. Bu kural; “insanlar ve androidler arasında ayrım yapmayın” diye bir kuraldır. Bu ortamda insanlar ve androidler eşittir. Durum böyle olunca Rikuo ve Masaki, androidlerin daha önce hiç görmedikleri yanlarını keşfetmeye başlar.

Hikaye olarak Eve no Jikan oldukça gerçekçi bir çizgide ilerliyor. Zaten her bölüm başlangıcında Japonya’da robotların uzun zamandır pratik işlerde kullanıldığı ve androidlerin kullanımının da başladığı yazmaktadır. İçerik olarak animede abartılı ve doğaüstü şeyler yok. Dediğim gibi tamamen gerçekçi ve gelecekte gerçekten olabilecek bir çizgide ilerliyor. Atmosferi ise ayakta tutan diyaloglar. Animede geçen diyaloglar oldukça merak uyandırıcı ve olayların kapalı bir mekânda geçmesi kurguyu daha da ilginç bir hale getiriyor. Yani yaşanılan muhabbet ve barda kimin insan kimin android olduğu belli olmaması insanın içinde bir merak uyandırıyor.

Animenin şüphesiz en büyük eksisi (daha doğrusu eksikliği) hem bölüm azlığı hem de dakika azlığı. Yaklaşık bir seneye yayılarak yayınlanan anime sadece 6 bölümden oluşuyor ve üstelik son bölüm hariç bölüm süreleri de kısa. Oysa animede daha çok malzeme var. Gerek Rikuo ve Sammy üzerinden, Masaki ve robotu Tex üzerinden, gerekse Ahlak komitesi üzerinden birçok konuya daha el atılabilirdi. Eve no Jikan’da geniş bir hikâye yelpazesi var ve kısa süren 6 bölüm boyunca ne kadarı işlenebilir, siz düşünün.

Görsel olarak anime bir hayli kaliteli. Çizimler ve seslendirmeler de (özellikle Chie) çok başarılı. Az ve öz olan müzikleri de bir hayli kaliteli. Yani teknik bakımdan animenin bir kusuru, eksiği yok diyebilirim.

Özetle Eve no Jikan bir oturuşta bitirilebilecek, gerçekçi ve kaliteli kurgusu ile herkese tavsiye edebileceğim sıcacık bir anime.