Yönetmen: Shin Misawa
Stüdyo: Studio Comet
Tür: Aksiyon, Tarihi
Yapım Yılı: 2004
Bölüm Sayısı: 26
Anime Puanı: 10/7
Efsaneye göre Heian döneminde silahsız dövüşen cesur savaşçılar varmış. Herkesçe korkulan ve saygı duyulan bu savaşçılar Mutsu klanından geliyordu ve kullandıkları tekniğin adı Mutsu Emmei Tekniğiydi. Shura no Toki, bizlere Mutsu klanından gelen üç farklı kuşağın maceralarını anlatıyor.
Anime ilk olarak Edo döneminde, tahminen 1615 yılları civarında başlıyor. Animenin ilk bölümü Yakumo Mutsu etrafında gelişiyor. Shiori adında erkek gibi giyinen bir kıza korumalık yapmaya başlaması, Miyamoto Musashi ile olan mücadelesi işleniyor. İkinci bölüm ise yirmi yıl sonrasını konu alıyor. Bu sefer kahraman Yakumo’nun oğlu Takato Mutsu oluyor. Olaylar İmparator Iemitsu için düzenlenen özel turnuvayı konu alıyor. Son kısım ise Bakumatsu döneminde, yani yaklaşık 250 yıl sonrada geçiyor. Bu dönemde kılıç artık yerini baruta bırakmaya başlamıştır ve Japonya’da iç savaş yaşanmaktadır. Bu bölümün kahramanı da Izumi Mutsu. Bu bölümde Ryoma Sakamoto ile Izumi Mutsu’nun imparatora karşı verdikleri mücadele konu alınmış.
Üstteki paragrafımda bahsettiğim gibi Shura no Toki adlı anime içinde üçe ayrılmış durumda. Fakat ben senaryonun tek bir Mutsu etrafında gelişmesini isterdim. Çünkü tam senaryoya, karakterlere alışıyorsunuz her şey değişiveriyor ve bir kopukluk yaşanıyor. Üstelik birçok dövüş askıda kalıyor. Öte yandan Japon tarihinin en ünlü kılıç ustaları Shura no Toki’de karşımıza çıkıyor. Miyamoto Musashi’den Jubei Yagyu’ya, Ryoma Sakamoto’dan Shinsengumi’nin meşhur Toshio Hijikata ve Soji Okita’sına kadar birçok samurayı izleme fırsatı buluyoruz.
Animenin atmosferi ve hikayelerin işlenişi ise orta şekerli. Yani ne çok iyi, ne de çok kötü. Anime dövüş üzerine kurulmuş ama pek bir heyecan vermiyor. Dövüş sahneleri aslında çok güzel ama Mutsu’ların asla yenilmeyeceğini daha ilk bölümden tahmin edebiliyorsunuz. Gerçek tarih ile kurgu ise güzel harmanlanmış. Anime bizlere her önemli olayın ardında bir Mutsu’nun olduğunu anlatmaya çalışıyor.
Shura no Toki teknik bakımdan bana göre zayıf bir anime. Çizimleri eski duruyor (daha doğrusu karakter çizimleri) ve bana Rurouni Kenshin’i hatırlattı. Açıkçası karakterler hiç karizmatik değil ve çoğu birbirine benziyor. Müzikler de aynı şekilde kötü. Bölümler esnasında çalan arka plan müzikleri idare eder ama açılış ve kapanış parçası hiç yakışmamış.
Aslında Shura no Toki ilginç bir anime ve çok daha iyi olabilirmiş. Senaryonun üçe bölünmüş olması ve karakter çizimleri en büyük eksisi. Buna rağmen hoş bir içeriğe sahip ve zaman geçirmek için izlenebilir.
22 Mayıs 2011 Pazar
13 Mayıs 2011 Cuma
Aoi Bungaku Series
Yönetmen: Morio Asaka, Tetsuro Araki, Shigeyuki Miya, Ryosuke Nakamura, Atsuka Ishizuka
Stüdyo: Madhouse Studios
Tür: Dram
Yapım Yılı: 2009
Bölüm Sayısı: 12
Anime Puanı: 10/9
Aoi Bungaku Series, yani Blue Literature Series, yani Mavi Edebiyat Serisi adlı anime içinde farklı altı adet konu barındırıyor. “Sanat eserleri mavidir” sloganı ile yola çıkan anime, bizlere Japon edebiyatının dört farklı yazarının altı farklı eserinin anime versiyonunu sunuyor.
Dediğim gibi, 12 bölümlük anime içinde altıya bölünmüş durumda ve her birinin konusu ayrı. Kısaca konulardan bahsedecek olursam;
No Longer Human (Ningen Shikkaku): Osamu Dazai’ya ait olan bu eserde zengin bir aileden gelen bir gencin hayatının nasıl anlamsızlaştığını ve kendisinin insanlıktan giderek nasıl uzaklaştığı anlatılıyor. Bu eser animenin ilk dört bölümünü oluşturuyor.
In the Forest, Under Cherries in Full Bloom (Sakura no Mori no Mankai no Shita): Uzun adıyla Ango Sakaguchi’nin bu eseri 12. yüzyılda geçiyor ve dağlarda yaşayan bir hırsız ile güzel bir kadının aşkını anlatıyor. 5. ve 6. bölüm bu esere yer veriyor.
Kokoro: Natsume Soseki’nin eseri 1914 yılında geçiyor. Tokyo’da dul bir kadının ve kızının evinde kiracı olarak yaşayan genç bir adam, evde yaşaması için eskiden beri tanıdığı uzun, yapılı ve içine kapanık arkadaşını da davet eder. Fakat bu adam evin kızına aşık olur ve iki arkadaşın arası açılmaya başlar. 7. ve 8. bölüm Kokoro’ya ait.
Run Melos! (Hashire, Melos!): Yine Osamu Dazai’ya ait olan bu eserde Takada adındaki senaryo yazarından Run Melos adındaki ve yunan mitolojisine dayanan eserin tiyatroya uyarlanması istenir. Fakat Takada senaryoyu yazdıkça kendi anıları da aklına gelir. Run Melos! 9. ve 10. bölümden oluşuyor.
The Spider's Thread (Kumo no Ito): Eserin sahibi Ryunosuke Akutagawa. Hayali ve fantastik bir şehirde Kandata adındaki azılı suçlu terör estirmektedir. Nitekim sonunda ele geçirilir ve kral tarafından idam edilir. Kandata cehenneme düşer ama tepede süzülen bir ışık huzmesinden bir örümcek ağı önüne düşer. Bu ağıyı atan örümceği Kandata yaşarken öldürmemiştir ve bu Kantada’nın hayatında iyi olarak yaptığı tek şeydir. 11. bölüm bu esere ait.
Hell Screen (Jigoku Hen): Eser sahibi yine Ryunosuke Agutawa’dır ve aslında bu bölüm 11. bölümle bağlantılı olarak sunulmuştur. Yine aynı fantastik şehirde yaşayan ve bir ressam olan Yoshihide’den kral kabrinin bulunduğu kulenin duvarlarına şehrini çizmesini ister. Lakin Yoshihide’nin şehirde gördüğü tek şey acı ve ıstırap, yani cehennemdir. Son bölüm Hell Screen’den oluşmaktadır.
Aoi Bungaku Series’de klasik Japon eserlerinden altı tanesi anime olarak karşımıza çıkıyor ve yukarıda konularını kısaca özetledim. Doğal olarak konular farklı olunca her birinin atmosferi, geçtiği zaman dilimi, işlenişi ve hatta az sonra bahsedeceğim çizimleri de farklı. Benim favorim Cherries in full Bloom çünkü hem rengârenk çizimleri, hem ilginç konusu ile en çok o dikkatimi çekti. Bir dağ adamının âşık olunca her şeyi yapabileceği, hiçbir şeyden korkmayan bir adamın kiraz ağacından nasıl ve neden korktuğu çok güzel anlatılmış. İkinci sıram Run Melos’a ait. Hem sahne oyunu hem gerçeklik bir arada çok güzel işlenmiş. Üçüncülüğü ve dördüncülüğü Agutawa’nın eserlerine, Spiders Thread ve Hell Screen’e verdim. Hem Kantada’nın hem de Yoshihide’nin hikâyesi, rengarenk çizimleri ile birleşince güzel bir yapım çıkıvermiş. Beşinci sıraya Kokoro’ya koydum çünkü ikinci bölümü bence gereksizdi. Son sıraya ise animenin en uzunu, ilk dört bölümüne sahip olan No Longer Human’a koydum. Bana göre konusu çok ağır ve yavaş ilerliyor. Karanlık çizimlerle de birleşince pek sevemedim. İlk No Longer Human’la karşılaşınca acaba tüm anime böyle midir diye endişelendim ama neyse ki asıl güzeller ondan sonra geldi.
Animenin çizimlerine gelirsek; yukarıda fark ettiyseniz animenin beş farklı yönetmeni var. Dolayısıyla nasıl içerik farklı ise çizimler de o kadar farklılık gösteriyor. No Longer Human’ın çizimleri gerçekçi ama karanlık, mat ve kimi zaman buğulular. Buna karşın Cherries in Full Bloom’da rengârenk çizimler kullanılmış ve karakterler tam anime karakterlerine dönüştürülmüş. Kokoro’da ise yine gerçekçi çizimlere geçilmiş ama No Longer Human’daki gibi karanlık bir ortam yaratılmamış. Run Melos’un çizimleri de Kokoro’ya çok benziyor. Tek fark karakterler diyebilirim. Spiders Thread ile Hell Screen ise bambaşka bir âlem. Rengârenk ve fantastik bir ortam yaratılmış ve doğal olarak karakterleri de ona göre. Altta her bir serinin ayrı olarak resmini koydum. Rahatça inceleyebilirsiniz.
Aoi Bungaku Series’in müzikleri de çok güzel ama animenin bir açılışı yok. Onun yerine Sakai Masato (kapaktaki adam) adında aktör olan bir abimiz ekrana geliyor ve bize gerekli bilgileri veriyor. Hani eskiden Gizli Dünyalar gibi programlar vardı, orada da bir bey amca çıkar ve içerik hakkında bizi bilgilendirir ve konuya geçirdik. Aynı şey burada da geçerli. Sakai Masato ilk olarak eser sahibini tanıtıyor ve ne şartlar altında, o zamanki ruh hali nasıldı, eseri ne zaman yazdı, hayatından kesitler sundu mu vs. gibi ilginç bilgiler veriyor ve bize eseri izlemesi kalıyor. İlk olarak garibime gitti ama çok da güzel yapmışlar. Kapanış müziğini ise pek sevmedim.
Sonuç olarak Aoi Bungaku Series ilginç bir yapım ve ilk olarak No Longer Human karşıma çıkınca açıkçası eyvah demiştim ama diğer eserler tüm kuşkumu sildi süpürdü. Anime tamamen yetişkinlere hitap ediyor ve Japon edebiyatının bu altı eserini izlemenizi size tavsiye edebilirim.
Stüdyo: Madhouse Studios
Tür: Dram
Yapım Yılı: 2009
Bölüm Sayısı: 12
Anime Puanı: 10/9
Aoi Bungaku Series, yani Blue Literature Series, yani Mavi Edebiyat Serisi adlı anime içinde farklı altı adet konu barındırıyor. “Sanat eserleri mavidir” sloganı ile yola çıkan anime, bizlere Japon edebiyatının dört farklı yazarının altı farklı eserinin anime versiyonunu sunuyor.
Dediğim gibi, 12 bölümlük anime içinde altıya bölünmüş durumda ve her birinin konusu ayrı. Kısaca konulardan bahsedecek olursam;
No Longer Human (Ningen Shikkaku): Osamu Dazai’ya ait olan bu eserde zengin bir aileden gelen bir gencin hayatının nasıl anlamsızlaştığını ve kendisinin insanlıktan giderek nasıl uzaklaştığı anlatılıyor. Bu eser animenin ilk dört bölümünü oluşturuyor.
In the Forest, Under Cherries in Full Bloom (Sakura no Mori no Mankai no Shita): Uzun adıyla Ango Sakaguchi’nin bu eseri 12. yüzyılda geçiyor ve dağlarda yaşayan bir hırsız ile güzel bir kadının aşkını anlatıyor. 5. ve 6. bölüm bu esere yer veriyor.
Kokoro: Natsume Soseki’nin eseri 1914 yılında geçiyor. Tokyo’da dul bir kadının ve kızının evinde kiracı olarak yaşayan genç bir adam, evde yaşaması için eskiden beri tanıdığı uzun, yapılı ve içine kapanık arkadaşını da davet eder. Fakat bu adam evin kızına aşık olur ve iki arkadaşın arası açılmaya başlar. 7. ve 8. bölüm Kokoro’ya ait.
Run Melos! (Hashire, Melos!): Yine Osamu Dazai’ya ait olan bu eserde Takada adındaki senaryo yazarından Run Melos adındaki ve yunan mitolojisine dayanan eserin tiyatroya uyarlanması istenir. Fakat Takada senaryoyu yazdıkça kendi anıları da aklına gelir. Run Melos! 9. ve 10. bölümden oluşuyor.
The Spider's Thread (Kumo no Ito): Eserin sahibi Ryunosuke Akutagawa. Hayali ve fantastik bir şehirde Kandata adındaki azılı suçlu terör estirmektedir. Nitekim sonunda ele geçirilir ve kral tarafından idam edilir. Kandata cehenneme düşer ama tepede süzülen bir ışık huzmesinden bir örümcek ağı önüne düşer. Bu ağıyı atan örümceği Kandata yaşarken öldürmemiştir ve bu Kantada’nın hayatında iyi olarak yaptığı tek şeydir. 11. bölüm bu esere ait.
Hell Screen (Jigoku Hen): Eser sahibi yine Ryunosuke Agutawa’dır ve aslında bu bölüm 11. bölümle bağlantılı olarak sunulmuştur. Yine aynı fantastik şehirde yaşayan ve bir ressam olan Yoshihide’den kral kabrinin bulunduğu kulenin duvarlarına şehrini çizmesini ister. Lakin Yoshihide’nin şehirde gördüğü tek şey acı ve ıstırap, yani cehennemdir. Son bölüm Hell Screen’den oluşmaktadır.
Aoi Bungaku Series’de klasik Japon eserlerinden altı tanesi anime olarak karşımıza çıkıyor ve yukarıda konularını kısaca özetledim. Doğal olarak konular farklı olunca her birinin atmosferi, geçtiği zaman dilimi, işlenişi ve hatta az sonra bahsedeceğim çizimleri de farklı. Benim favorim Cherries in full Bloom çünkü hem rengârenk çizimleri, hem ilginç konusu ile en çok o dikkatimi çekti. Bir dağ adamının âşık olunca her şeyi yapabileceği, hiçbir şeyden korkmayan bir adamın kiraz ağacından nasıl ve neden korktuğu çok güzel anlatılmış. İkinci sıram Run Melos’a ait. Hem sahne oyunu hem gerçeklik bir arada çok güzel işlenmiş. Üçüncülüğü ve dördüncülüğü Agutawa’nın eserlerine, Spiders Thread ve Hell Screen’e verdim. Hem Kantada’nın hem de Yoshihide’nin hikâyesi, rengarenk çizimleri ile birleşince güzel bir yapım çıkıvermiş. Beşinci sıraya Kokoro’ya koydum çünkü ikinci bölümü bence gereksizdi. Son sıraya ise animenin en uzunu, ilk dört bölümüne sahip olan No Longer Human’a koydum. Bana göre konusu çok ağır ve yavaş ilerliyor. Karanlık çizimlerle de birleşince pek sevemedim. İlk No Longer Human’la karşılaşınca acaba tüm anime böyle midir diye endişelendim ama neyse ki asıl güzeller ondan sonra geldi.
Animenin çizimlerine gelirsek; yukarıda fark ettiyseniz animenin beş farklı yönetmeni var. Dolayısıyla nasıl içerik farklı ise çizimler de o kadar farklılık gösteriyor. No Longer Human’ın çizimleri gerçekçi ama karanlık, mat ve kimi zaman buğulular. Buna karşın Cherries in Full Bloom’da rengârenk çizimler kullanılmış ve karakterler tam anime karakterlerine dönüştürülmüş. Kokoro’da ise yine gerçekçi çizimlere geçilmiş ama No Longer Human’daki gibi karanlık bir ortam yaratılmamış. Run Melos’un çizimleri de Kokoro’ya çok benziyor. Tek fark karakterler diyebilirim. Spiders Thread ile Hell Screen ise bambaşka bir âlem. Rengârenk ve fantastik bir ortam yaratılmış ve doğal olarak karakterleri de ona göre. Altta her bir serinin ayrı olarak resmini koydum. Rahatça inceleyebilirsiniz.
Aoi Bungaku Series’in müzikleri de çok güzel ama animenin bir açılışı yok. Onun yerine Sakai Masato (kapaktaki adam) adında aktör olan bir abimiz ekrana geliyor ve bize gerekli bilgileri veriyor. Hani eskiden Gizli Dünyalar gibi programlar vardı, orada da bir bey amca çıkar ve içerik hakkında bizi bilgilendirir ve konuya geçirdik. Aynı şey burada da geçerli. Sakai Masato ilk olarak eser sahibini tanıtıyor ve ne şartlar altında, o zamanki ruh hali nasıldı, eseri ne zaman yazdı, hayatından kesitler sundu mu vs. gibi ilginç bilgiler veriyor ve bize eseri izlemesi kalıyor. İlk olarak garibime gitti ama çok da güzel yapmışlar. Kapanış müziğini ise pek sevmedim.
Sonuç olarak Aoi Bungaku Series ilginç bir yapım ve ilk olarak No Longer Human karşıma çıkınca açıkçası eyvah demiştim ama diğer eserler tüm kuşkumu sildi süpürdü. Anime tamamen yetişkinlere hitap ediyor ve Japon edebiyatının bu altı eserini izlemenizi size tavsiye edebilirim.
8 Mayıs 2011 Pazar
Eureka Seven
Yönetmen: Tomoki Kyoda
Stüdyo: Bones
Tür: Macera, Dram, Mecha
Yapım Yılı: 2005
Bölüm Sayısı: 50
Anime Puanı: 10/8.5
Elli bölümlük serinin kahramanının adı Renton Thurston. Mekanik olan dedesi Axel Thurston ile beraber Bell Forest adında, ufak bir şehirde yaşamaktadır. Bu arada, Renton’un babası dünyayı kurtarmak için kendisini feda eden ünlü bilim adamı Adroc Thurston’dur. Bu yüzden Renton sürekli babasının gölgesinde kalmaktadır. Renton, Bell Forest’teki hayatından hiç memnun değildir. Lifting yapmayı (sörf yapmanın havadaki versiyonu) çok sevmektedir fakat Bell Forest’teki arazi buna hiç uygun değildir. Lifting’i biraz daha açacak olursam; Eurke Seven’in dünyasında denizde nasıl dalga varsa, gökte trapar adı verilen ve gözle görülmeyen dalgalar bulunmaktadır. Bu dalgalar sayesinde insanlar havada sörf yapabilmekte ve gemiler uçabilmektedir. Renton’un tek hayali vardır. İdolü olan Holland liderliğindeki asi gemi Gekkostate’nin bir üyesi olmaktır.
Renton’un hayallerindeki fırsat deyim yerindeyse kafasına gökten düşer. Nirvash adındaki LFO (insan şeklindeki devasa iskeletlerin üzerine yapılmış mekanik takviyelerle uçabilen robot) ve sürücüsü Eureka, Thurston’ların tamirhanesine zorunlu iniş yapar. Eureka, Gekkostate üyesidir ve Renton ilk görüşte ona aşık olmuştur. Axel, Renton’u, Amita Drive adındaki özel parçayı teslim etmek için görevlendirir ve akabinde Renton idolü Holland tarafından Gekkostate’ye davet edilir. Renton hayallerinin gerçek olduğunu sanar. Üstelik aşık olduğu kızla birlikte olabilecektir. Fakat Gekkostate’teki ortam pek beklediği gibi çıkmaz. Gemi, Renton’un hayal ettiği şaşalı ortama sahip değildir ama en azından Eureka ile aynı ortamda bulunabilecektir. Renton başladığı bu macerasında dünya hakkında yeni şeyler, yaşanılan savaşlar ve en önemlisi Eureka hakkında çok önemli bilgiler öğrenecektir.
Traparlar ve LFO’lar hakkında biraz daha detaylı bilgi verecek olursam; Renton ve arkadaşlarının yaşadığı dünyanın tamamı (birkaç irili ufaklı göl) dışında kayalıklardan oluşan bu dünyadır. Scub Coral adı verilen ve trapar denilen hava dalgalarını yaratan varlık da bu dünyayı bir araya tutmaktadır. LFO’lar da yapılan kazılar sırasında bulunan iskelet organizmalardır ve bilim adamları bu iskeletleri makinelerle birleştirerek birer savaş makinesine dönüştürmeyi başarmıştır. Askeriyede LFO’lara KLF de denilmektedir. Fakat bazı özel LFO’ları sadece makinenin seçtiği kişiler kullanabilmektedir.
Eureka Seven heyecanlı bir ilk bölümle başlıyor ama bölümler ilerledikçe tempo düşüyor diyebilirim. Fakat ikinci yarıdan, yani 25. bölümden sonra tempo bir hayli artıyor ve esas olayların meydana çıkması ile atmosfer tavan bile yapıyor. Demek istediğim, animenin ilk yarısı ikinci yarısının yanında biraz sönük kalıyor. Bunun en büyük nedeni de kafanıza takılan soru işaretleri. Animeye yeni başlıyorsunuz, insanlar havada sörf yapabiliyor, uçan ilginç robotlar var ve en önemlisi Scub Coral adındaki bir varlıktan söz ediliyor ve size bunların ne olduğu çok sonra anlatılıyor. Yukarıda Scub Coral hakkında biraz bahsettim ama bu bahsettiklerim sadece minik bir kısmı, bu yüzden spoiler sanmayın. Esas merak edilen, yani Eureka Seven’in geçtiği evren, yaşadıkları dünya hakkında size yeterince bilgi verilmiyor ve bazı şeyleri bu yüzden mantıksız bulabiliyorsunuz. Ama dediğim gibi tüm bu sorular ikinci yarıda cevap bulunca her şey yerli yerine oturuyor ve olayları anlamaya başlıyorsunuz. Durum böyle olunca anime çok daha eğlenceli oluyor.
Animenin en büyük artısı şüphesiz karakter sayısı. Renton da dahil yaklaşık 18 Gekkostate üyesinin yanında birçok karakter animede mevcut. Bu yüzden animede sıcak bir ortam var. İzlerken yalnızlık hissetmiyorsunuz. Bir büyük artısı da çizimleri. Animenin çizimleri benim çok hoşuma gitti. Müziklerinin de çizimlerinden aşağı kalır yanı yok. Animede dört adet opening ve ending bulunmakta. Son opening hariç ben hepsini beğendim.
Özetle Eureka Seven size ilk başlarda karışık gelebilir ama sabredip devamını getirirseniz emin olun bunun karşılığını fazlası ile alıyorsunuz.
Eurka Seven’nin ayrıca alternatif senaryosu ile 2009 yapımı bir filmi de bulunmaktadır.
Stüdyo: Bones
Tür: Macera, Dram, Mecha
Yapım Yılı: 2005
Bölüm Sayısı: 50
Anime Puanı: 10/8.5
Elli bölümlük serinin kahramanının adı Renton Thurston. Mekanik olan dedesi Axel Thurston ile beraber Bell Forest adında, ufak bir şehirde yaşamaktadır. Bu arada, Renton’un babası dünyayı kurtarmak için kendisini feda eden ünlü bilim adamı Adroc Thurston’dur. Bu yüzden Renton sürekli babasının gölgesinde kalmaktadır. Renton, Bell Forest’teki hayatından hiç memnun değildir. Lifting yapmayı (sörf yapmanın havadaki versiyonu) çok sevmektedir fakat Bell Forest’teki arazi buna hiç uygun değildir. Lifting’i biraz daha açacak olursam; Eurke Seven’in dünyasında denizde nasıl dalga varsa, gökte trapar adı verilen ve gözle görülmeyen dalgalar bulunmaktadır. Bu dalgalar sayesinde insanlar havada sörf yapabilmekte ve gemiler uçabilmektedir. Renton’un tek hayali vardır. İdolü olan Holland liderliğindeki asi gemi Gekkostate’nin bir üyesi olmaktır.
Renton’un hayallerindeki fırsat deyim yerindeyse kafasına gökten düşer. Nirvash adındaki LFO (insan şeklindeki devasa iskeletlerin üzerine yapılmış mekanik takviyelerle uçabilen robot) ve sürücüsü Eureka, Thurston’ların tamirhanesine zorunlu iniş yapar. Eureka, Gekkostate üyesidir ve Renton ilk görüşte ona aşık olmuştur. Axel, Renton’u, Amita Drive adındaki özel parçayı teslim etmek için görevlendirir ve akabinde Renton idolü Holland tarafından Gekkostate’ye davet edilir. Renton hayallerinin gerçek olduğunu sanar. Üstelik aşık olduğu kızla birlikte olabilecektir. Fakat Gekkostate’teki ortam pek beklediği gibi çıkmaz. Gemi, Renton’un hayal ettiği şaşalı ortama sahip değildir ama en azından Eureka ile aynı ortamda bulunabilecektir. Renton başladığı bu macerasında dünya hakkında yeni şeyler, yaşanılan savaşlar ve en önemlisi Eureka hakkında çok önemli bilgiler öğrenecektir.
Traparlar ve LFO’lar hakkında biraz daha detaylı bilgi verecek olursam; Renton ve arkadaşlarının yaşadığı dünyanın tamamı (birkaç irili ufaklı göl) dışında kayalıklardan oluşan bu dünyadır. Scub Coral adı verilen ve trapar denilen hava dalgalarını yaratan varlık da bu dünyayı bir araya tutmaktadır. LFO’lar da yapılan kazılar sırasında bulunan iskelet organizmalardır ve bilim adamları bu iskeletleri makinelerle birleştirerek birer savaş makinesine dönüştürmeyi başarmıştır. Askeriyede LFO’lara KLF de denilmektedir. Fakat bazı özel LFO’ları sadece makinenin seçtiği kişiler kullanabilmektedir.
Eureka Seven heyecanlı bir ilk bölümle başlıyor ama bölümler ilerledikçe tempo düşüyor diyebilirim. Fakat ikinci yarıdan, yani 25. bölümden sonra tempo bir hayli artıyor ve esas olayların meydana çıkması ile atmosfer tavan bile yapıyor. Demek istediğim, animenin ilk yarısı ikinci yarısının yanında biraz sönük kalıyor. Bunun en büyük nedeni de kafanıza takılan soru işaretleri. Animeye yeni başlıyorsunuz, insanlar havada sörf yapabiliyor, uçan ilginç robotlar var ve en önemlisi Scub Coral adındaki bir varlıktan söz ediliyor ve size bunların ne olduğu çok sonra anlatılıyor. Yukarıda Scub Coral hakkında biraz bahsettim ama bu bahsettiklerim sadece minik bir kısmı, bu yüzden spoiler sanmayın. Esas merak edilen, yani Eureka Seven’in geçtiği evren, yaşadıkları dünya hakkında size yeterince bilgi verilmiyor ve bazı şeyleri bu yüzden mantıksız bulabiliyorsunuz. Ama dediğim gibi tüm bu sorular ikinci yarıda cevap bulunca her şey yerli yerine oturuyor ve olayları anlamaya başlıyorsunuz. Durum böyle olunca anime çok daha eğlenceli oluyor.
Animenin en büyük artısı şüphesiz karakter sayısı. Renton da dahil yaklaşık 18 Gekkostate üyesinin yanında birçok karakter animede mevcut. Bu yüzden animede sıcak bir ortam var. İzlerken yalnızlık hissetmiyorsunuz. Bir büyük artısı da çizimleri. Animenin çizimleri benim çok hoşuma gitti. Müziklerinin de çizimlerinden aşağı kalır yanı yok. Animede dört adet opening ve ending bulunmakta. Son opening hariç ben hepsini beğendim.
Özetle Eureka Seven size ilk başlarda karışık gelebilir ama sabredip devamını getirirseniz emin olun bunun karşılığını fazlası ile alıyorsunuz.
Eurka Seven’nin ayrıca alternatif senaryosu ile 2009 yapımı bir filmi de bulunmaktadır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)