23 Temmuz 2011 Cumartesi

The Book of Bantorra

Yönetmen: Toshiya Shinohara
Stüdyo: David Production
Tür: Macera, Fantastik
Yapım Yılı: 2009
Bölüm Sayısı: 27
Anime Puanı: 10/6



The Book of Bantorra, Ishio Yamagata’ya ait Tatakau Shisho (Fighting Librarians) adlı romanlarından uyarlanmış bir animedir.

The Book of Bantorra’nın geçtiği dünyada ölen insanlar taştan kitaplara dönüşmektedirler. Bu kitaplar Bantorra Kütüphanesi’nde saklanır ve bir kitaba dokunan kişi, o kitabın sahibinin tüm yaşadıklarını görebilmektedir. Yani ölen insanlardan çıkan bu kitaplar bir nevi databank özelliği taşımaktadır. Bantorra kütüphanesinin sorumlularına Armed Librarians (Silahlı kütüphaneciler) denilmektedir ve başta Müdür Hamyuts Meseta olmak üzere tüm silahlı kütüphanecilerin özel güçleri bulunmaktadır. Bantorra kütüphanesinin en büyük düşmanı da Shindeki Kilisesidir. Seri boyunca Silahlı kütüphanecilerin Shindeki kilisesi ile olan mücadelelerine, yaptıkları görevlere, kısacası yaşadıkları maceralara şahitlik ediyoruz.

The Book of Bantorra’nın senaryosu ilk başta ilgi çekici görünse de aslında animenin en zayıf tarafı. Öncelikle ortada belirli bir senaryo yok. Bölümler kopuk kopuk ilerliyor ve birkaç ayrıntı ile birbirlerine bağlanmış. Örneğin ilk bölümde adı geçen Olivia Litlet ancak son birkaç bölümde ortaya çıkıyor. Bunun gibi küçük ayrıntılarla bölümler arasında bağlantı kurulmuş ama konu ve işleniş gerçekten vasat. Yani Animenin son üç dört bölümünü izleseniz bile olur. Sadece kim kimdir bilemezsiniz ama konuyu kavramakta zorlanmazsınız.

The Book of Bantorra’nın zayıf konusunu bol karakterleri ve başarılı aksiyon sahneleri ancak toparlayabilmiş. Öncelikle karakterlerden bahsetmek gerekirse; animede gerçekten sayamayacağım kadar çok karakter var ve hepsinin özellikleri ve karakterleri birbirinden farklı. Üstelik kimin ne zaman öleceğini kestiremediğinizden (evet, animede iyi karakterler de ölüyor) olaya bir gerçekçilik havası hakim. Karakterler bakımından tek sıkıntı, serinin ana karakteri olan Hamyuts Meseta’ya göre adam gibi dişli bir karakter yok. Bir psikopat, anti-kahraman olan deli kadın Hamyuts Meseta gerçekten başarılı bir karakter ama şöyle ölümüne dövüştüğüne şahit olamıyoruz. Ayrıca Noloty adındaki karakterimiz eminim Code Geass’taki Suzaku ile karşılaşsa çok iyi anlaşırlardı. Uzun zamandır bu kadar itici bir karakter görmemiştim. Dövüş sahneleri ise animede bolca mevcut ve şiddet unsurları kullanılmaktan da kaçınılmamış. Tamam, aşırıya kaçılmamış ama en azından darbe yiyen adamdan kan çıkıyor (Guin Saga’daki gibi ikiye bölünen bir canavardan kan çıkmaması, kılıcın tertemiz kalması gibi bir olay da olabilir di:) ve sahneler kendisini izlettiriyor. Zaten bu sahneler de olmasa baygın konusu pek az çekilirdi.

Animenin çizimleri ise gerekten kaliteli. Gerçekçi karakterler de mevcut, saçları yeşil olanlar da. Arka plan, yani mekan tasarımları da gerçekten harika. Sizi o döneme götürmeyi başarabiliyorlar. Tek ilgimi çeken şey, Başta Hamyuts Meseta olmak üzere neredeyse bütün bayan karakterler gereğinden fazla büyük göğüslere sahipler. Hatta normal göğüslere sahip bir karaktere tahta göğüslü dediklerinde bu kocamanlığın bu diyarda normal olduğu anladım:) Bantorra’nın müzikleri ise çizimlerinin yanında biraz gölgede kalıyor. Çünkü ilk açılış parası gerçekten çok kötü. Kapanış parçaları fena değil, bölüm içerisinde çalan müzikler ise idare eder.

The Book of Bantorra benim gözümde pek kaliteli bir yapım değil. İzlenebilirliği var, izlenilemeyecek kadar kötü değil ama başta senaryo olarak çok daha iyi olabilirdi. Ben varsa diğer alternatiflerinizi değerlendirmenizi öneririm. Bantorra’yı izleme listenizin en sonuna olmasa da sonlara atabilirsiniz.

12 Temmuz 2011 Salı

X-Men

Yönetmen: Fuminori Kizaki
Stüdyo: Madhouse
Tür: Aksiyon, Macera
Yapım Yılı: 2011
Bölüm Sayısı: 12
Anime Puanı: 10/7.5



X-Men anime serisi, Marvel ile Madhouse’un ortaklaşa olarak hazırladığı anime projelerinden üçüncüsüdür. İlki Iron Man, ikincisi Wolverine ve son dördüncü anime projesi de Blade olacaktır.

X-Men animesi Jean Grey’in ölümü ile başlıyor. X-Men’ler ve Mastermind liderliğindeki Inner Circle adlı grubun çarpışması sonucu Jean’in güçleri doruğa ulaşmıştır (phoneix olmuştur) ve arkadaşlarına zarar vermemek uğruna kendisini yok etmiştir. Bu olayların ardından Xavier Enstitüsü çalışmalarına ara verir. Ta ki, bir sene sonra Japonya’nın Tohuku bölgesinde kayıp mutant olayları boy gösterene kadar. Üstelik Profesör Charles Xavier bu bölgedeki mutantları tespit edememektedir. Bunun üzerine Profesör X, X-Men ekibini (Wolverine, Cyclops, Storm, Beast) tekrar bir araya toplar ve Japonya’ya yollar.

Anime ilk başladığında X-Men havasını güzel yansıtıyor fakat ilk birkaç bölüm geçtikten sonra kalitesi de maalesef düşüyor. Animenin en büyük eksiği aksiyon öğelerinin az olması. Karakterler bana mı öyle geldi bilemem ama çok fazla konuşuyor ve iki dövüş izliyorsak beş muhabbet izliyoruz. Yok o şöyle yapmış, bu böyleymiş şu bu muş derken dikkatiniz uçup gidiyor. Bir de Emma Frost üzerinde gereğinden fazla durulmuş. Sürekli iyiliksever Emma üzerinde durulmasına anlam veremedim. Son olarak, animede doğru dürüst kötü adam yok. En azından Magneto’yu görmeyi beklerdim ama o da yok. Üstelik düşmanların hepsi yaratık. Bakın, mutant demiyorum. Bildiğiniz eciş bücüş canavarlar. Mastermind hariç kötülerin tarafında insanı andıran, karizması olan bir düşman yok. Doğal olarak bu abuk kötü adamlara karşı X-Men’ler dövüşürken pek fazla heyecanlanamıyorsunuz. Animenin en iyi tarafı ise senaryosu. İlk cümlemde kalite düşüyor dedim ama atmosferi ayakta tutabilen tek şey sonunda ne olacak merakını koruyabilmesi. Yani tüm baygınlıklara rağmen insan bir şekilde ekran başında tutmayı başarıyor.

X-Men’in en başarılı olduğu alanlardan biri de çizimleri ve müzikleri. Çizimleri gerçekten çok kaliteli ve aşırı şiddetten kaçınılsa da, aksiyon sahneleri az olsa da kaliteli dövüşler izliyoruz. Müzikleri de ortama gayet iyi uyuyor. Kısacası teknik bakımdan Madhouse gerçekten iyi iş çıkarmış.

Açıkçası Iron Man ve Wolverine hakkında yapılan eleştirileri okuyunca X-Men animesinden beklentilerim fazla değildi. Nitekim anime beklediğim gibi vasatı ancak aşmış, orta şekerli çıktı. Iron Man ve Wolverine serisi ile karşılaştırma yapamayacağım çünkü onlara izlemedim. Benim görüşüm, anime normal, sıradan bir anime ve izlenilebilir. İzlenilmese de pek bir şey kaybedilmez.

5 Temmuz 2011 Salı

Valkyria Chronicles

Yönetmen: Yamamoto Yasutaka
Stüdyo: A-1 Pictures
Tür: Aksiyon, Askeri, Dram
Yapım Yılı: 2009
Bölüm Sayısı: 26
Anime Puanı: 10/8



Uzun adıyla Senjou no Valkyria: Gallian Chronicles, aynı adı taşıyan ve 2008 yılında Sega tarafından üretilip PS3 için çıkan oyunun anime uyarlamasıdır.

Valkyria Chronicles 1935 Avrupa’sında geçmektedir fakat bizim bildiğimiz Avrupa’dan farklıdır. Animedeki Avrupa iki büyük güce ayrılmıştır. Doğuda bulunan İmparatorluk ve batıda bulunan Federasyon güçleri kıtaya hakimdir. Bu iki büyük ulus “Ragnite” adı verilen maden için savaş halindedir. İmparatorluk, güçlü ordusu ile Federasyonu savunmaya geçmeyi zorlar ve tarafsız Gallia’yı da zengin ragnite madenleri için istila eder.

Hikayemiz Gallia sınırında bir kasaba olan Bruhl’un imparatorluk tarafından istilaya uğraması ile başlıyor. Rahmetli General Gunther’in oğlu Welkin Gunther, üvey kız kardeşi Isara ve Bruhl şehrinin devriye kaptanı Alicia Melchihott, imparatorluk askerlerine karşı koyarak şehirden kaçmayı başarırlar. Kısa süre sonra “savaşı sona erdirmek” düşüncesiyle Militia adı verilen Gallia ordusuna katılırlar. Burada yeni kurulan Ekip 7’ye transfer olan üçlü, yeni arkadaşlar edinerek imparatorluğa karşı savaşmaya başlarlar.

Valkyria Chronicles senaryo bakımından ilk başta biraz basit gibi görünse de aslında öyle değil. Yaşanan savaşların yanında Valkyria’nın gizemleri, Darcsen’ler, Gallia’yı istila eden imparatorun oğlu Maximillan’ın gerçek hedefi gibi içinde senaryoyu heyecanlandıracak çeşitli unsurlar barındırıyor. Ayrıca savaşlar sırasında Welkin’in ekibi ile kullandığı taktikleri izlemek oldukça zevkli oluyor. Öte yandan ise ortalara gelindiğinde, yani 12. ile 17. bölümler arası açıkçası bana biraz doldurma gibi geldi. Çünkü o heyecanlı savaşlar, gizemler gidiyor ve yerini Ekip 7 içinde olanlar, işte arkadaşlıklar, komiklikler gibi şeyler alıyor. Ve bu durum çok uzatıldığı için ana senaryodan bir süre sonra kopuyorsunuz. Neyse ki anime sonlara doğru toparlanıyor ve tatmin edici, güzel bir son ile sona eriyor.

Animenin çizimleri ortalamanın üzerinde. Sürekli savaş alanında bulunsak da yumuşak çizimler kullanılmış. Demek istediğim, kan ve şiddet minimum düzeyde tutulmaya çalışılmış. Karakter çizimleri ise hem güzel hem de ilginç. İlginç diyorum çünkü karakterler üzerinde suluboya tablolarındaki gibi çizgiler kullanılmış. Ne demek istediğimi izlediğinizde daha iyi anlayabilirsiniz. Ayrıca mini etekli asker de ilk defa görüyorum. Kızlarımız minileri ile ve ne miğfer ne de başka bir koruma kalkanı olmadan dalıveriyorlar savaşa ve attığını da vuruyorlar. 26 bölüm boyunca Alicia’nın baldırlarını ezberledim diyebilirim:) Animenin müzikleri de gayet başarılı. Seride iki açılış ve kapanış parçası bulunuyor.

Sonuç olarak Valkyria Chronicles izlenebilirliği yüksek, sıkmayan, eğlenceli bir yapım. Eğer meydan muharebelerinden, silah tutan kızlardan hoşlanıyorsanız tam size göre.