22 Temmuz 2012 Pazar

Kurenai

Yönetmen: Ko Matsuo
Stüdyo: Brain’s Base
Tür: Dövüş, Dram, Aksiyon
Yapım Yılı: 2008
Bölüm Sayısı: 12
Anime Puanı: 10/7.5




16 yaşındaki Shinkurou Kurenai, ilk bakışta sıradan bir lise öğrencisi gibi gözükse de aslında pek sıradan değildir. Shinkurou, Juzawa Benika adlı “arabulucu” için çalışmaktadır. Bir nevi mafya da diyebileceğimiz bu arabulucular tutuldukları taraf ile karşı taraf arasında ortak zemin oluşturmaya çalışmaktadırlar ve çoğunlukla da işin sonu şiddet ile ve işveren lehine gelişir. Günün birinde Benika verdiği bir söz üzerine zengin ama bir o kadarda gizemli Kuhoin ailesinin yedi yaşındaki üyesi Murasaki Kuhoin’i gizli tapınaklarından kaçırır. Kuhoin’ler kimse bilmese de oldukça tuhaf ve çarpık bir ailedir çünkü bir Kuhoin kadınının hiçbir söz hakkı yoktur ve aileye doğan kız çocukları ömürlerini gizli tapınak adlı mabette, dış dünyaya kapalı bir şekilde geçirmektedir. Benika, küçük Murasaki’yi talebesi Shinkurou’a emanet eder. Shinkurou görevi kabul eder ve Murasaki koruması Shinkurou ile beraber dış dünyadaki macerasına başlamış olur.

Kurenai adlı anime dediğim gibi Murasaki’nin gizli tapınaktan kaçırıldıktan sonra Shinkurou ile beraber yaşamını konu alıyor. Lakin bana göre biraz fazla uzatılmış. Çünkü animenin beşinci ve onuncu bölümleri arası bana göre hep doldurma olmuş. İlk bölüm Murasaki dış dünyada yaşamaya başlıyor, tamam ilk birkaç bölüm dışarıya uyum sağlaması, yeni insanlarla tanışması, yeni şeyler öğrenmesini konu alabilir ama bu olay son iki bölüme kadar uzatılmış. Açıkçası bölümler ilerledikçe ben ufaktan sıkılmaya başlamıştım. Bir sıradanlık, monotonluk havası kaplıyor animeyi. Zaten uyarlandığı romanlar (light novel) hala devam ettiği için animenin sonu da bana göre pek tatmin edici değildi. Ayrıca Shinkurou’ya da birkaç ufak sözüm olacak. Shinkurou aslında iyi bir karakter. Etrafındaki insanlarla ilişkisi, genellikle her şeyi alttan alması, günlük hayatında sıradan gözükmesi falan güzel ama iş dövüşmeye gelince biraz daha kendine güvenen bir tipe bürünseymiş bence daha iyi olurmuş. Yani demek istediğim, günlük yaşamında sıradan ol ama iş ciddileşince sende ciddileş. Hem kendime güveniyorum diyor hem de ben hala zayıfım diye söyleniyor. Halbuki hozuki dövüş sanatı ile inanılmaz bir güce sahip ama Shinkurou ısrarla bizleri bu güçten mahrum bırakmaya karar vermiş gibi :) Bir de Shinkurou’nun hozuki boynuzu hakkında biraz daha ayrıntı verilseymiş sanki daha iyi olurdu.

Animenin eksilerinden sonra artılarından bahsedecek olursam; öncelikle Murasaki izlemesi oldukça zevkli bir karakter. Çokbilmişliği, öğrenme açlığı, insanlarla ilişkisi, televizyonlarda gördüğü şeyleri taklit etmesi çok hoş. İnsan Murasaki’yi izlerken hiç sıkılmıyor. Gerçekten davranışları, görünüşü ve sesi ile çok tatli bir karakter. Fakat Murasaki’nin tek kusuru özellikle son iki bölümde gereğinden fazla olgun davranması. Bu çocuk daha yedi yaşında ama dediğim gibi son iki bölümde yaptığı konuşmaları ile ben yanında çocuk kaldım dersem yalan olmaz:) Bana göre biraz abartılmış. Ama dediğim gibi bu küçük ayrıntı dışında Murasaki animeyi götüren karakter diyebilirim. Animenin keşke daha çok olsaymış dediğim dövüş sahneleri ise harika. Özellikle hozuki (veya houzuki) tekniği çok estetik ve izlemesi şahane. Dövüşlerde hiçbir abartı, yuh artık diyebileceğiniz bir noktası yok ve dediğim gibi çok kaliteliler.

Kurenai’in çizimleri de en büyük artılarından. Şahane çizimleri ve karakterleri ile kolayca atmosfere girmenizi sağlıyor. Bahsettiğim gibi özellikle Murasaki hem çizimleri hem de seslendirmesi ile olağanüstü bir karakter olmuş. Dövüş sahnelerinden zaten daha bahsetmiyorum. Bölümler esnasında çalan müzikler de başarılı ama açılış ve kapanış parçaları biraz vasat olmuş. Sadece ilk bölümde izledim, o kadar.

Sonuç olarak Kurenai barındırdığı artıları ve eksileri ile fena olmayan ama çok daha iyide olabilirmiş diyebileceğim türden bir anime. 12 bölüm yerine 24 bölüm olsaymış ve dövüş sahnelerine biraz daha yer verilseymiş ortaya çok iyi bir anime çıkabilirmiş diye düşünüyorum.

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Honey and Clover

Yönetmen: Kenichi Kasai, Tatsuyuki Nagai
Stüdyo: J.C. Staff
Tür: Romantik, Komedi
Yapım Yılı: 2005 – 2006
Bölüm Sayısı: 24 + 12
Anime Puanı: 10/5



Shinobu Morita, Takumi Mayama ve Yuta Takemoto, çoğunlukla öğrencilerin kaldığı köhne bir apartmanda yaşamaktadırlar ve hepsi Tokyo’daki sanat kolejine gitmektedir. Kıt kanaat geçinen, yarım günlük işler ve okulu bir arada götürmeye çalışan bu arkadaşların hayatları kolejlerindeki profesörlerden biri olan Shuji Hanamoto’nun kuzeni Hagumi “Hagu” Hanomoto ile tanışmaları ilginç bir hal almaya başlar. Hagu 18 yaşında olmasına rağmen kısa olan boyu yüzünden ilk bakışta bir ilkokul öğrencisi sanılmaktadır ama aslında oldukça yetenekli bir heykeltıraştır. Kişilik olarak da oldukça çekingendir. Honey and Clover’da iki sezon olmak üzere toplamda 36 bölüm boyunca Morita, Takumi, Takemoto, Yamada ve Hagu’nun beraberce yaşadıkları, kazandıkları deneyimler, günlük hayatın zorlukları ve en önemlisi birbirleri ile olan ilişkileri izleyicilerine yansıtmaktadır.

Baştan söylememde faydası olacak, Honey and Clover kötü bir anime değil. Sadece herkese hitap etmeyebilir. Ben de maalesef o hitap etmeyenlerin arasındayım çünkü anime bana çok ağır geldi. Ağır derken neredeyse hiçbir olay yaşanmıyor ve sürekli konuşuyorlar. Az olan espriler ve komedi unsurları çok iyi ama bir bölümde üç – dört espri oluyorsa geri kalanında konuşup duruyorlar ve konuşulan konular, yaşananlar ilginç bile değil. Yani ben dokuzuncu bölüme kadar izledim ama boş. Günlük hayat teması bana göre çok fazla günlük hayat olmuş ve doğal olarak sıkıldım. Ayrıca Hagu karakterini de pek benimseyemedim. Tamam, boyu kısa ve yaşını göstermiyor ama fizikselin yanında zihinsel olarak göstermemesine bir anlam veremedim. 10 yaşındaki bir çocukmuş gibi sergilenmesi tuhafıma gitti. Oysa aklı başında, boyuna rağmen daha dominant bir karakter olsaymış bence daha ilginç olabilirmiş. Animenin tek beğendiğim tarafı Morita. Gerçekten çok ilginç bir karakter ve gerek davranışları gerekse Hagu’ya takılmaları çok komik. Lakin Morita bile benim Honey and Clover’i sevmeme yetemedi.

Görsel olarak Honey and Clover klasik anime çizimlerine sahip. Çizimleri güzel, komedi efektleri yerli yerinde kullanılmış, göze batan bir şey yok. Özellikle Ayumi Yamada karakteri çok hoş olmuş. İkinci sezonu ise (izlemedim ama göz attım) çizim bakımından çok daha güzel ve netler. İki sezon olduğu için animenin iki açılış ve kapanışı var. İlk sezonun kapanışı bir hayli ilginç. Gerçek yiyecek midir, plastik midir anlayamadım ama yapılan animasyonlar çok eğlenceli olmuş. Son olarak ara müzikleri de gayet yerli yerinde.

Kısacası filmleri, Japonya ve Tayvan’da dizileri bulunan ve birçok anime sitesinden tatmin edici puanlar alan Honey and Clover’i ben sevemedim. Hâlbuki insan ilişkilerini konu alan animeleri normalde pek severim. Honey and Clover için izleyin ve izlemeyin diye bir yorum yapamayacağım. Dediğim gibi günlük hayat yönü çok ağır, anime izlediğim bölümlerde gördüğüm kadarı ile ne fazla romantik ne de fazla komedi tarzında. En iyisi izleyip kendiniz karar verin. Belki anime ilerleyen bölümlerde ivme kazanıyordur ama benim için iş işten geçti.

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Zetman

Yönetmen: Osamu Nabeshima
Stüdyo: TMS Entertainment
Tür: Aksiyon, Bilimkurgu
Yapım Yılı: 2012
Bölüm Sayısı: 13
Anime Puanı: 10/7



Jin Kanzaki, dedesi olarak gördüğü evsiz bir adam ile diğer evsizlerle nehir kenarında kendi hallerinde bir yaşam sürmektedir. Jin’in sol elinde daire şeklinde ilginç bir iz vardır ve kimseye göstermemesi gerektiğini söylediği bu ize dedesi melek izi (angels mark) demektedir. Küçük Jin günlerini zorda olan insanlara yardım ederek (her ne kadar yardım için 10.000 Yen istese de) ve sağda solda takılarak geçirir. Yine bir kapkaççıyı kovalarken adalet duygusu tavan yapmış bir çocuk olan Kouga ve kardeşi Konoha ile tanışır. O günden itibaren üçü sıkça bir araya gelir. Günün birinde ise Jin’in hayatı dedesi ve diğer evsizlerin öldürülmesi sonucu altüst olur. “Player” adı verilen yaratıklar Jin’in izini bulmuştur ve çok geçmeden Jin de kendisinin normal insanlardan farklı olduğunun farkına varır. Aradan yıllar geçer ve Jin ile Kouga birbirlerinden koparlar. Jin yıllar ilerledikçe yeteneğinin farkına varmıştır ve daha da ötesi kendisinin de bir yaratığa dönüşebildiğini fark eder. Zet adı verilen yaratığa dönüşen Jin’e Kouga’nın büyükbabası ona neyin nesi olduğunu ve Player’lere karşı Zet’in gücüne ihtiyaçları olduğunu anlatır. Jin zor da olsa bu görevi kabul eder ve hem sevdiklerini korumak namına, hem de Zet’in ne olduğunu keşfetmek için bu görevi kabul eder.

Zetman’nın aslında derin ve bir hayli ilginç sayılabilecek bir senaryosu var ama animenin istenileni verebildiğini pek sanmıyorum. Açıkçası 13 bölüm bu anime için yetmemiş ve mangasının devam etmesinden dolayı pek de tatmin edici olmamış. Ayrıca mangasını sevdiren unsurlardan olan şiddet ve cinsellik öğeleri doğal olarak kırpılmış. Mangasına biraz göz gezdirdim ve gerçekten bu anime bu manganın mı diye düşünmeden edemedim. Mangada nasıllar bilemem ama şahsen ben karakterlerle de biraz sorun yaşadım. Öncelikli olarak ortada adam gibi bir “boss” dövüşü yok. Dövüşler kaliteli ve izlemesi güzel ama bizim Jin karizmatik Zet’e dönüştüğünde dövdüğü diğer canavarlar ya dev hamamböcekleri ya da ıstakoz şeklinde abuk sabuk börtü böcekler. Yani biraz spoiler oldu ama şöyle okkalı bir düşmanla vay be dedirtecek bir dövüş gerçekleşmiyor. Bir de Kouga karakteri bana göre çok itici bir karakter. Bu kadar “adaletin savunucusu” bir karakter ne yalan söyleyeyim beni baydı. Hal ve tavırları ile adalet de adalet diye ortada gezinmeleri ile ufaktan sinirime dokundu.

Zetman’nın çizimleri bir hayli kaliteli. Özellikle bazen dövüşlerde kullanılan ilginç çizgi roman tarzı efektleri ben bayağı bir beğendim. Televizyonlarda izin verildiği kadar da şiddet ve kan öğeleri bolca kullanılmış (tabi mangasındaki kadar değil). Yani rengarenk saç renklerini saymazsak animede gayet ciddi ve gerçekçi bir hava hakim. Zetman’nın müzikleri de fena sayılmaz. Değişik ve hareketli açılış parçası güzel ama kapanış parçası daha iyi olabilirmiş.

Uzun lafın kısası, Zetman’da çok potansiyel var ve daha çok yetişkinlere hitap eden mangası hala devam ediyor. Lakin 18 yaş altına da hitap etsin diye yumuşatılan ve 13 bölüme sığdırılmaya çalışan animesi bence bekleneni pek verememiş. Zetman’nın mangasını okuyanlar animeyi muhakkak izleyecektir ama benim gibi mangasını takip etmiyorsanız anime serisini izlemeseniz de olur. İzleyecekseniz de beklentileriniz pek fazla yüksek olmasın. Zetman’nın animesi kötü bir anime değil ama senaryosu iyi işlenmediği için pek bir yenilik de barındırmıyor.

5 Temmuz 2012 Perşembe

Sakamichi no Apollon

Yönetmen: Shinichiro Watanabe
Stüdyo: Mappa
Tür: Müzik, Romantizm
Yapım Yılı: 2012
Bölüm Sayısı: 12
Anime Puanı: 10/9.5



Sakamichi no Apollon, izleyenini 1966 yılının yazına götürüyor. Babasının iş durumu yüzünden liseye yeni başlayan Kaoru Nishimi, Yokosuka’dan Kyushu’ya akrabalarının yanına taşınır. Kaoru daha önceden gittiği okullarda hep yaşıtlarının en zekisi, okulunun onur öğrencisi olmuştur. Lakin bu başarısına karşın hep yalnız kalmıştır ve genellikle dışlanmıştır. Kaoru yeni okuluna başladığında yine yalnız kalacağını ve aynı şeylerin yeniden tekrarlanacağını düşünür fakat Sentaro Kawabuchi adlı asi görünümlü genci hesaba katmamıştır. Herkesin çekindiği Sentaro ile müzik, daha doğrusu jazz sayesinde arkadaş olurlar ve daha önce klasik müzik dışında pek fazla müzik ile ilgilenmeyen Kaoru’nun da ilgisi jazza kaymaya başlar. Sentaro’nun çocukluk arkadaşı olan Ritsuko’ların dükkânının bodrumunda Kaoru piyanonun başında, Sentaro da çalmayı çok sevdiği baterisinin başında yeni başlayan arkadaşlığın temelini atarlar.

Sakamichi no Apollon müzik içerikle bir anime olsa da müzik odaklı olmaktan ziyade müzikle süslü hoş bir günlük hayat – romantizm animesi. Kaoru, Sentaro ve Ritsuko arasındaki arkadaşlığı, yaşadıklarını ve yaşayacaklarını hoş bir şekilde ele almış. Konusu biraz klişe ve romantik temalı animelere pek bir yenilik katmıyor ama hikâyenin işlenişi ve jazz müzik ile süslenmesini animenin türdeşlerinden sıyrılmasında yardımcı olmuş ve bana göre ortaya bir hayli başarılı bir anime çıkmış. Özellikle jazz müzikleri çok başarılı. Şahsen ben jazz ile pek ilgilenmesem de animede çalan her parçayı büyük bir beğeni ile dinledim ve her parçaya ritim tutmaktan kendimi alıkoyamadım. Özellikle “Art Blakey – Messengers Moanin” gerçekten harika bir parçaymış. Son bölümde de seri tatmin edici ve güzel bir sonla sona eriyor. Kısacası animenin benim gözümdeki tek kusuru jazz’ın biraz ikinci planda kalması. Beck’teki gibi veya K-ON’daki gibi her bölüm müzik beklemeyin ama çaldığımı da hakikatten krallar.

Animenin çizimleri gayet başarılı ve biraz değişik. Değişik olan karakter çizimleri çünkü değişik bir teknik kullanılmış. Karakterler sanki suluboya ile çizilmiş gibiler ve arka planın üzerine yumuşakça eklenmiş gibi duruyorlar. Dediğim gibi ilginçler ve yakışmışlar da. Müzikleri ise zaten on numara. Yukarıda da bahsettiğim gibi harika jazz parçaları çalıyor ve tıpkı Kaoru ve Sentaro gibi izlerken kendinizi kaptırıveriyorsunuz. Bunun dışında açılış parçası olan “Sakamichi no Melody” de oldukça başarılı bir parça. Kapanış parçası ise diğer tüm müziklerin yanında bana göre biraz sönük kalmış gibi, onu pek beğenmedim.

Özetle Sakamichi no Apollon bana göre jazz içerikli harika bir anime olmuş ve herkese tavsiye edebilirim. Kaoru’nun da dediği gibi jazzı eğlenceli yapan beklenmedik şeylerdir. Hayat da jazza çok benzemektedir. Hayatta da sıkça beklenmedik şeylerle karşılaşırsın.