29 Ekim 2013 Salı

Servant x Service

Yönetmen: Yasutaka Yamamoto
Stüdyo: A–1 Pictures
Tür: Komedi, Romantik
Yapım Yılı: 2013
Bölüm Sayısı: 13
Anime Puanı: 10/7

Servant x Service, aslında izlediğimiz animelerden farklı bir şekilde karşımıza çıkmıyor. Anime okul – komedi türünden alışık olduğumuz temayı ofis ortamına taşıyarak küçük bir değişiklik yapmış. Anime kurgusal bir şehirde geçiyor ve sağlık bakanlığına bağlı bir bölüme yeni atanmış üç genç memurun işe başlaması ile başlıyor. İşini iyi yapmaya çalışan ve ismi yüzünden her daim ilgi ve sıkıntı çekmiş Yamagami Lucy, sürekli kaytarmanın peşindeki Hasebe Yutaka ve çekingen kişiliği ile Miyoshi Saya yeni atanmış üç taze memurdur. İş arkadaşları Chihaya ve Ichimiya da eklenince animede beş adet karakter öne çıkıyor. 13 boyunca da ofisteki ilişkiler, yaşanan komediler ve yine çoğunlukla komedi olsa da romantik ilişkiler ele alınıyor. 


Yukarıdaki paragrafımda biraz anlatmaya çalıştım ama animenin öyle belirli bir konusu yok. Olaydan ziyade daha çok karakterlerin birbirleri ile olan ilişkisi göz önüne alınıyor ve animenin en zevkli, kendisini izlettiren kısmı da Lucy ile Hasebe’nin yaşadıkları. Özellikle Hasebe için animenin bel kemiği diyebilirim. Sürekli kaytarmaya çalışması, kaytardığı halde işini yapabilmeyi de becermesi ve Lucy ile didişmeleri, ona sürekli çıkma teklifi etmesi izlenmeye değer. Lucy de gayet eğlenceli (özellikle saflığı ile) bir karakter ama diğer karakterler maalesef o kadar iyi değiller. Ichimiya ve Chihaya’nın ilişkileri açıkçası sıkıcı ve Ichimiya’nın kardeşi Toko da bana göre sinir bozucu. Miyoshi de maalesef animeyi hareketlendiremiyor. Hele ilerleyen bölümlerde saçma bir şekilde bölüm müdürü sunuluyor ki bizlere tam evlere şenlik. Keşke olmasaymış diyorum müdür için çünkü hakikatten çok aykırı ve saçma duruyor. Yani anlayacağınız, Lucy ve Hasebe animeyi götüren isimler ve onları izlemek büyük bir zevk. Bu iki karakteri animeden çıkardığınızda geriye ne yazık ki fazla bir şey kalmıyor. Neyse ki en çok onlar ön planda. 


Animenin çizimleri hoş ve sevimliler. Ofis ortamı keşke her ofis böyle olsa dedirtecek cinsten neşeli. Çizimlerde tuhaf duran, olmamış dediğim (yine müdür dışında) bir durum yok. Karakter çizimleri de memur karakterlere uygun cinsten, abartılı değil. Karakter çizimleri bakımından bir tek Toko’nun gözünün altındaki sürekli duran sinirlilik ifadesine anlam veremedim, o kadar. Anime esnasında çalan parça seçimleri çok hoş. Özellikle trajikomik durumlarda çalan parçalar harika. Son olarak açılış parçası eğlenceli bir parça ama kapanış parçasını beğenmediğimi belirtmek isterim.

Servant x Service için kısaca kendi halinde sevimli bir anime diyebilirim. Lucy ve Hasebe’nin muhabbeti izlenmeye değer. Zaten dediğim gibi bu sevimli ikili animeyi ayakta tutuyor ve olmasalarmış anime de olmazmış. Sonuç olarak Servant x Service beklentiler yüksek olmadan izlenebilecek türden bir anime. 

24 Ekim 2013 Perşembe

Free!

Yönetmen: Hiroko Utsumi
Stüdyo: Kyoto Animation
Tür: Spor
Yapım Yılı: 2013
Bölüm Sayısı: 12
Anime Puanı: 10/7



Free! (Uzun adı ile Free – Iwatobi Swim Club) klasik kulüp kur, çok çalış, ilk hedefimiz bölgesel sonra ülkesel sonra da Akdeniz ileri tarzında, alışageldiğimiz bir anime olarak çıkıyor karşımıza. Tek farkı ise futboldan, basketboldan farklı olarak yüzmeyi ele alması. Haruka, Makoto, Nagisa ve Rin, ilkokulda sıkı arkadaştırlar ve beraber yüzmektedirler. Dört kişi ile katılması zorunlu olan yarışı (relay – bayrak koşusu) kazandıktan sonra Rin, olimpik yüzücü olabilmek için Avustralya’ya okumaya gider. Aradan seneler geçer ve Haruka, Makoto ve Nagisa tekrar lisede bir araya gelir. Eskiden yüzdükleri ve yakında yıkılacak olan yüzme tesisini gezerken beklenmedik bir şekilde karşılarına değişmiş bir Rin çıkar ve Haruka’ya yüzmek için meydan okur. Rin kazanır ama tatmin olmaz. Bu olayların üzerine Nagisa, okudukları Iwatobi Lisesi’nin yüzme kulübünü tekrar hayata geçirmeye karar verir. İkna olduktan sonra Haruka, Makoto, Nagisa ve sonradan katılacak olan Rei ile kulüp resmi olarak açılır ve turnuva hazırlıkları başlar. Bunun haberini alan Rin de gittiği okul olan Samezuka Akademisi’nin yüzme takımına katılır ve Haruka’yı doğru düzgün bir yarışta yeneceğine dair kendine söz verir. Elbette Haruka’nın da aklı sürekli Rin’dedir. 


Animenin ilk olarak dört ve Rei’in de eklenmesi ile beş ana karakteri bulunmakta. Karakterlerimizi kısa bilgiler vererek tanıtacak olursam;

Haruka Nanase: Serinin odak karakteri diyebiliriz. Sessiz kişiliği ve çok az konuşarak çok az mimik sunması bana biraz itici gelse de kendisi yüzmeyi ve suyu çok sevmektedir. En sevdiği yüzme stili de animeye de adını veren Freestyle (Serbest Stil) yüzmektir.

Makoto Tachibana: Makoto, Haruka’nın en eski arkadaşıdır. Haruka’nın aksine daha neşeli ve atılgandır. Boylu poslu olmasına rağmen Makoto’yu korkutmak kolaydır. Geçmişte yaşadığı bir olay yüzünden denizden çekinen Makoto sırtüstü yüzmektedir.

Nagisa Hazuki: Ekibin en enerji dolu ve neşe saçan üyesi olan Nagisa, Haruka ve Makoto’dan bir yaş küçüktür. Iwatobi’de yüzme kulübünü yeniden açma fikrinin sahibidir ve tarz olarak kurbağalama yüzmektedir.

Rei Ryugazaki: İlk bakışta karizmatik gözükse de ve yüksek bir zekâya sahip olsa da kendisini sürekli Nagisa’nın avucunun içinde bulan Rei, yüzme kulübüne koşu kulübünden gelerek katılmıştır. Kulübe katıldığında yüzme dahi bilmeyen Rei, kelebekleme yüzmede ustalaşmaya çalışmaktadır.

Rin Matsuoka: Haruka’nın ilkokul arkadaşı ve şimdiki rakibi olan Rin, olimpik yüzücü olmak istemektedir. Avustralya’ya gidip geldikten sonra ne değişti bilemeyiz ama eski kişiliğinden eser kalmamıştır. 


Animenin hikâyesi hakkında ek olarak anlatabileceğim farklı bir durum yok. Dediğim gibi klasik hikâye bizlere bir de yüzme ile sunuluyor. İki dostun rakip olması, sıfırdan kulüp kurulup antrenman kamplarına gitmek falan daha önce gördüğümüz şeyler. Tek söyleyebileceğim hikâye tanıdık olmasına rağmen yine de kendisini izlettiriyor. Sanırsam bunda işlenen sporun yüzme olmasının ektisi büyük. Animede yine bu tarzdan alıştığımız komedi ile süslenme olayına da girilmemiş. Anime genelde normal ve ciddi arasında gidip geliyor. Yüzme sahnelerini ise gayet başarılı buldum. Yüzerken öyle diğer spor temalı animelerdeki gibi (Tsubasa örneğine girmek istemiyorum ama Kuroko no Baske diyelim mesela:) abartı olayı yok. Elemanlar gayet normal ve gerçekçi bir çizgide ilerleyerek yüzüyor.

Free!’nin çizimleri rengârenk ve klasik anime tarzındalar. Mavi saçtan tutun mor saça kadar tüm renkler mevcut ve erkeklerimiz kaslı vücutları ile göz dolduruyor. Ayrıca animede çirkin diye bir kavram katiyen yok. Her şey, herkes çok güzel:) Tüm karakterlerimiz yakışıklıdan ziyade güzeller ve arada “dark side”a (burada doğrusu herhalde rainbow side olur:) geçiyormuş gibi olsa da birkaç kez birbirlerinin nefes mesafesine girme ve mayoluyken sarmaş dolaş olma durumu dışında ağır bir “bishonen” yok karşımızda. Bu yüzden o tarzdan hoşlanmıyorsanız bile Free! izlenebilir bir anime. Yani ben bile izlediysem herkes izleyebilir diyebilirim. Animenin açılış parçası güzel ve kapanış parçası (özellikle çöl temalı klipi ile) daha da başarılı. Bölümler esnasında çalan parçalar için de söyleyebileceğim bir söz yok.

Sonuç olarak Free! izleyenine yüzme sporu dışında farklı bir yenilik sunmuyor ve alıştığımız şeyler yüzmek ile harmanlanarak tekrar bizlere sunulmuş. Tabi bu demek değildir ki anime kötü. Anime gayet izlenebilir bir anime ve şahsen ben de ikinci sezonu bekleyenler arasında olacağım. 

20 Ekim 2013 Pazar

Aku no Hana

Yönetmen: Hiroshi Nagahama
Stüdyo: Zexcs
Tür: Dram, Psikolojik
Yapım Yılı: 2013
Bölüm Sayısı: 13
Anime Puanı: 10/6.5



Farklı çizim tekniği ile karşımıza çıkan Aku no Hana, küçük bir kasabada yaşayan Takao Kasuga’nın hayatının normal iken nasıl sıra dışı, daha doğrusu nasıl bir kâbusa dönüştüğünü konu alıyor. Pek bir özelliği olmayan sakin bir kasabada yaşayan Takao kitap okumayı çok sevmektedir ve kimsenin adını dahi bilmediği kitaplara sahiptir. Yaşadığı kasaba deyim yerindeyse kendisine dar gelmektedir ve diğer insanların onu hiçbir zaman anlayamayacağını düşünmektedir. Kasuga’ya göre yaşadığı kasabanın tek güzel şeyi sınıf arkadaşı Saeki’dir. Kasuga, Saeki’ye aşıktır ama kişiliği gereği bir türlü açılamıyor, onu uzaktan seviyordur. Günün birinde Kasuga arkadaşları ile evine dönerken kitabını unuttuğunu fark eder ve okuluna, sınıfına geri döner. Kitabını aldıktan sonra Saeki’nin içinde beden dersi kıyafetlerinin bulunduğu bohçasının yerde durduğunu fark eder. Ve işte o andan itibaren Kasuga için kötülüğün çiçekleri (Aku no Hana) filizlenmeye başlar. Kasuga merakına yenik düşerek Saeki’nin kıyafetlerinin bulunduğu bohçayı eline alır ve kıyafetleri çıkarır. Aslında kötü bir niyeti olmasa da yakalanırsa adının sapığa çıkacağının da farkındadır. Derken bir tıkırtı duyar ve paniğe kapılan Kasuga, Saeki’nin beden kıyafetlerini kaparak okulu terk eder. Ertesi gün ise okuldan eve dönerken sınıfta Kasuga’nın arkasında oturan, yalnız takılan ve hocalarına karşı küfür etmekten kaçınmayan Nakamura, Kasuga’nın önünü keser. Nakamura her şeyi gördüğünü Kasuga’nın yüzüne vurur ve eğer onunla “bir anlaşma” yapmazsa her şeyi herkese anlatacağını, Kasuga’nın aslında nasıl bir sapık olduğunu duyuracağını söyleyerek onu tehdit eder. Şoke olan ve paniğe kapılan Kasuga bu teklifi mecbur kabul eder ve Nakamura’yı sarmış olan kötülüğün çiçekleri Kasuga’yı da her geçen gün biraz daha sarmalamaya başlar.


Aku no Hana ilk bakışta sanki doğaüstü içerikli bir animeymiş gibi algılanabilir fakat animede doğaüstü veya fantastik herhangi bir durum söz konusu değil. Anime tamamen karakterlere ve psikolojik etkenlere dayanıyor. Kasuga’nın hayatının bir hata ile altüst olması, Nakamura’nın sapkın düşünceleri ve yaşananlar ele alınıyor. Ayrıca animeden hareketli sahneler, aksiyon gibi sahneler de beklememek lazım. Animeyi ayakta tutan tek şey merak. Kasuga şimdi ne yapacak, şimdi ne olacak sorusu animeyi ayakta tutan tek şey. Özellikle bölüm sonları öyle bir bitiyor ki, hani bütün bölümde bir şey olmasa bile sanki sezon finali edasında havada, merak içinde bırakılması çok başarılı. Merak unsuru dışında fazla bir şey beklemeyin. Zaten merak olayı da son bölümlere doğru azalmaya başlıyor ve şahsen animenin son üç – dört bölümündeki gidişatını pek beğenmedim. Ve yarım bittiği için insan iyice düş kırıklığına uğrayabiliyor. Yani ben sırf Kasuga ne yapacak diye sonuna kadar izledim ve istediğimi elde edemedim. 


Animenin en farklı yönü ise şüphesiz çizimleri. Mangasından farklı olarak karakterler daha bir olgun karşımıza çıkıyor ve animede “rotoscoping” adlı teknik kullanılmış. Detayları bilmiyorum ama anime için gerçek karakterler kullanılmış. (Buradan gerçek karakterleri görebilirsiniz.) Bu çizim tekniği ilk bakışta çok yadırganabilir ama ben genel olarak beğendim. Bir kere bundan gerçekçi karakterler olamaz. Karakterler, duruşları ve tavırları gerçek yaşamla neredeyse birebir. Doğal olarak komiklik efektleri gibi farklı efektler animede yok. Tek beğenmediğim yönü, karakterler uzaktayken yüzlerinin gözükmemesi ve yakınlaştıkça önce gözlerinin, daha da yakınlaştıkça sonra ağızlarının aniden ortaya çıkması. Arka plan çizimleri ise bence mükemmel. Diğer animelerde sunulan pırıl pırıl caddelerin, binaların aksine arka plan çizimleri de bir hayli gerçekçi. Yani duvardaki kararmalardan düşünün, paslanmalara kadar birçok ayrıntı düşünülmüş ve çok gerçekçi duruyorlar. Son olarak müziklere değinecek olursam, onlar için biraz zayıf diyebilirim. Açılış parçası kötü ve sadece yazılar geçiyor. Zira kapanış parçasında da sadece yazılar geçiyor ama çalan parça güzel olmamasına karşın bağımlılık yapıyor. Kapanışta çok ilginç ve tüyler ürperten değişik bir parça çalıyor ve insanın dinledikçe dinleyesi geliyor.

Aku no Hana, insan ilişkisini işleyen ve psikolojik etmenlerin ön planda olduğu ilginç ve çizimleri ile tuhaf bir anime. En büyük eksisi yarım bitmesi ve tarz olarak da herkese hitap etmez. Eğer sadece bu tarz konuşmaların ve davranışların ön planda olduğu animeler ilginizi çekiyor ise göz atın derim. Değişik çizimleri ise sizleri yanıltmasın, bence seriye gayet yakışmışlar

16 Ekim 2013 Çarşamba

Watashi ga Motenai no wa Dou Kangaete mo Omaera ga Warui!

Yönetmen: Shin Onuma
Stüdyo: Silver Link
Tür: Komedi
Yapım Yılı: 2013
Bölüm Sayısı: 12
Anime Puanı: 10/8.5



Kısacası Watamote veya Türkçe olarak “Nasıl Bakarsam Bakayım, Popüler Olamamamın Sebebi Sizlersiniz!” olarak da çevirebileceğimiz anime, Kuroki Tomoko’nun lise birinci sınıfa başladıktan sonraki günlük hayatını ele alıyor. İnternet, oyun ve anime bağımlısı bir genç kız olan Kuroki’nin sosyal yaşamı pek istediği gibi gitmemektedir. İnsanlarla iletişim kurmakta zorlanan ve teselli olarak kendisini onlardan üstün gören Kuroki’nin ortaokul hayatı boyunca tek bir arkadaşı olmuştur. Liseye başladığında ise yeni bir sayfa açmaya hazırdır ve okulun en popüler kızlarından birisi olmayı amaçlamaktadır. Etekleri kısa, gösteriş meraklısı ve kendisinin tabiri ile “bitchi” olan kızların etrafında dolanan erkeklerin kendi etrafında dolanmasını istemektedir. Fakat Kuroki’nin popüler bir kız olma planları istediği gibi gitmez. Utangaçlığı ve ailesi dışında başka insanlarla konuşurken içten, kekeleyerek konuşması bu hayallerinin önüne geçer. Animede ise Kuroki’nin arkadaş edinme çalışmalarını, güzel bir kız olma, popüler olma çabaları komik bir şekilde sunulmaktadır. 


Watamote’de anlayacağınız üzere Kuroki’nin “sıradan bir insan” olma çabaları eğlenceli bir biçimde izleyiciye sunuluyor. Hemen belirteyim, animenin mizah yönü sağlam. Kuroki’nin oyun ve internet düşkünlüğü, argo konuşmaları, yaptıkları ve başına gelenler insanı hakikatten güldürüyor. Özellikle diğer anime ve mangalara göndermeler yapılması çok başarılı. Örneğin beden eğitimi dersinde basketbol oynanacaktır ve Kuroki tek başına kalmıştır. Kendi kendine “bu ne şimdi Kuroki no Baske miyim ben” (orijinali Kuroko no Baske) gibi benzetmelerde bulunması veya yine “bitchi” kızlara “umarım Parasyte mangasındaki gibi ikiye bölünürsünüz” demesi hoş. Kısacası animenin mizah yönü sağlam ve bayat olmamakla beraber sıra dışı bile sayılabilirler. Şahsen benim animede yaşadığım tek ikilem aslında Kuroki’nin üzülecek bir durumda olması. Komedi unsurunu bir kenara bırakırsak Kuroki daima yalnız gezen ve çabalamasına rağmen utangaçlığına yenik düşen bir kız. Ve bu durumdan komedi çıkartılmış olması aslında düşünülecek bir durum. Ha, başarılı olmuş mu komedi? Olmuş. 


Animenin çizimleri ve müzikleri de kahramanı Kuroki gibi sıra dışı. Daha doğrusu mekân çizimleri normal alma Kuroki sıra dışı. Zayıf, beyaz tenli ve gözaltı çukurları ile ilk bakışta bu kızın normal olmadığı hemen anlaşılıyor. Bunun dışında animedeki komiklik çizimleri çok iyi kullanılmış. Fazla sulandırma yok ve sahneye cuk oturan çizimler kullanılmış. Benim tek beğenmediğim Kuroki ve kardeşinin siyah gözaltı çukurları. Sabahlara kadar bilgisayar başında oturursan elbette böyle gözlerin olur ama birazcık kötü de durmuyor değiller. Animenin bir adet ana açılış ve kapanış şarkısı mevcut ve bazı bölümler karşımıza farklı melodiler çıkıyor. Hem açılış hem kapanış parçası için de başarılı diyebilirim. Özellikle ilginç kapanış parçası (sanırsam Kuroki bizzat seslendirmiş) çok güzeldi. Anime esnasında çalan parçalar için de bir o kadar ilginç diyebilirim. Son olarak seslendirmelerden bahsetmek istiyorum. Şöyle söyleyeyim, bir karakter ancak bu kadar iyi seslendirilebilirdi ve bu kadar yakışırdı. Kuroki’yi seslendiren Kitta Izumi bana göre mükemmel bir iş çıkarmış (Kuroki kendisinin ikinci başrol denemesi) ve bir ses bir anime karakterine ancak bu kadar yakışabilirmiş. Hele Kuroki’nin utangaçken kekelemesi, yavaş bir tonlama ile kelimeleri yuvarlayarak söylemesi şahane seslendirilmiş.

İzlediğim animeler arasından Ano Hi Mita Hana no Namae wo Bokutachi wa Mada Shiranai adlı animeden en uzun isimli anime unvanını ele geçiren Watashi ga Motenai no wa Dou Kangaetemo Omaera ga Warui! başarılı bir komedi yapımı ve Kuroki’nin trajikomik hikayesi izlenmeye değer diye düşünüyorum. 

11 Ekim 2013 Cuma

Kami-sama no Inai Nichiyoubi

Yönetmen: Yuji Kumazawa
Stüdyo: Madhouse
Tür: Dram, Fantastik
Yapım Yılı: 2013
Bölüm Sayısı: 12
Anime Puanı: 10/6



Kurgusal bir dünyada, yaklaşık 15 yıl önce tanrı dünyayı terk ederek kendi haline bırakmıştır. Gökyüzünde bir ışık belirmiş ve bir ses “Cennet ile Cehennem tamamen doldu. Bu dünya da sınıra dayanmıştır. Ah, başarısız oldum” dedikten sonra doğumlar ve ölümler aniden kesilmiştir. İnsanlar artık doğuramamaya ve daha kötüsü ölmemeye başlamıştır. Bir insanın ölmesi gerektiği bir durumda kalbi duruyor ve vücudu yavaş yavaş çürümeye başlıyordur ama ruhu bedeni terk etmiyordur. Bir nevi aklı yerinde zombi diyebiliriz onlar için. Doğal olarak tanrının terk ettiği bu dünyada düzen namına pek bir şey kalmamıştır ve uzunca bir süre kaos hakim olmuştur. Yine de tanrı insanlara acımış olacak ki ortaya ansızın mezar kazıcıları/bekçileri (gravekeeper) çıkmıştır. Bu mezar bekçilerinin görevi ölüleri huzura kavuşturmaktır. Ancak bir mezar kazıcı ölü bir insanı defnederse ölünün ruhu huzur bulabilmektedir. 


Tanrının dünyayı terk etmesinden 15 yıl sonrasında, Ai adındaki genç bir kız dağların arasında bir köyde yaşamaktadır. Ai’ın annesi bir mezar bekçisidir fakat öldüğünde bu görevi köylüler Ai’a devretmiştir. Ai, köyünde dış dünyadan bihaber yaşamaktadır, ta ki Hampnie Hambart takma ismini kullanan gizemli birisinin köye gelip Ai hariç herkesi kurşuna dizene dek. Ai tabi yaşananlar karşısında şoka uğrar ama öbür taraftan bu gizemli adamla beraber gitmekten başka çaresi de yoktur. Ai da Hampnie adlı adamla konuştukça köyünün sırrını, dış dünyayı ve olan biteni anlamaya başlar ve Ai, insanlığı kurtarmak için uzun bir yolculuğa başlamaya karar verir.

Uzun adını söylemekte her seferinde zorlandığım ama yine her seferinde daha iyi telaffuz ettiğim (keşke bakarak yazsaydım böyle daha uzun oldu şimdi:) animenn konusu ilk bakışta bir hayli sıra dışı geliyor. Tanrının terk ettiği bir dünya ve doğum/ölüm olmaması… Lakin ilk paragrafımda yazdıklarımı öyle görsel olarak beklemeyin. Dediklerim doğru, ölü insanlar yaşıyor ve çürüyor ama anime bunları bize sunmuyor. Hatta animede çıkan ölü insanları ve yaşayanları ayırt etmek oldukça zor. Hatta animenin bir bölümünde ölüler şehri Ortus’a gidiyoruz ama bir tane bile hayalimde canlandırdığım ölü yaşayan göremedim. Animenin en iyi yönü için ise ilk üç bölümü diyebilirim. Zaten anime kendi içinde yaklaşık dört konuya bölünmüş durumda ve benim en çok beğendiğim ilk konu. İlk üç bölümden sonra animede dalgalanmalar yaşanıyor. Kimi zaman heyecanlı (özellikle dram yönü güzel) çoğu zamansa açıkçası sıkıcı geçiyor. Yani burada zevk meselesi de önemli ama şöyle bir gerçek var ki senaryo değişik ve ilgi çekici ama içerik bunu yansıtamıyor. 


Animenin çizimleri klasik anime tarzında. Karakterler kocaman gözlü ve saçlar rengârenk. Kızlarımız sevimli, erkeklerimiz yakışıklı. Çizimler ise bana biraz parlak geldi. Sürekli bir parlaklık, bir ışığın olduğunu fark ettim. Hani zaman zamanda rahatsız olmadım değil. Bunun dışında çizimler başarılı. Mekan tasarımları olsun, manzaralar olsun, anime izleyenine Ai ve arkadaşlarının bir seyahatte olduğu hissini veriyor. Animenin en başarılı yönü ise müzikleri. Açılış parçası idare eder kıvamda ama kapanış parçası çok güzel bir parça. Hele bazı bölümlerin sonu ile birleştiriyorlar ki ortaya oldukça güzel şeyler çıkıyor. Bölümler esnasında çalan parçalar da gayet başarılı.

Kami-sama no Inai Nichiyoubi, orta halli, kimi zaman performansı düşen kimi zamansa müzikleri ile birleşince güzel vakitler geçiren bir anime. İzleyin diye önerebileceğim türde bir anime değil ama izlemeyin diyeceğim bir anime de sayılmaz. 

7 Ekim 2013 Pazartesi

Genshiken Nidaime

Yönetmen: Tsutomu Mizushima
Stüdyo: Production I.G.
Tür: Komedi
Yapım Yılı: 2013
Bölüm Sayısı: 13
Anime Puanı: 10/4


Genshiken serisinin normalde üçüncü sezonu olan ama “Nidaime” (Second Generation / İkinci Nesil) olduğu için, dolayısıyla yeni karakterlerle karşımıza çıktığı için birçok yerde ikinci sezon olarak da geçiyor anime. Genshiken Nidaime de tıpkı selefi gibi Shiiou Üniversitesi’nin Genshiken adlı kulübünün (Gendai Shikaku Bunka Kenkyukai) veya Türkçe adı ile Modern Görsel Kültürü Araştırma Cemiyeti üyelerinin yaşadıklarını konu alıyor. Orijinal Genshiken’in incelemesine de buradan ulaşabilirsiniz.

Shiiou Üniversitesi’nden ve doğal olarak otakuların takıldığı kulüp olan Genshiken’den Sasahara, Kousaka, Madarame, Kasukabe ve Tanaka mezun olmuş, geriye sadece yeni kulüp başkanı Ogiue, Ohno ve Kuchiki kalmıştır. Animenin ilk bölümünde yeni Otakuların kulübe üye olmasına tanıklık ediyor ve ilerleyen bölümlerde de birbirleri ile olan arkadaşlıklarına, sohbetlerine ve anime/manga tutkularına tanıklık ediyoruz. 


Genshiken kulübünde orijinal kadrodan sadece üç kişi kalmış olsa da Madarame başta olmak üzere eski karakterler de arada bir karşımıza çıkmıyor değil. Yine eskilerden kalan ve Nidaime’de bir hayli sakinleştiğini gördüğümüz Ogiue, cosplay tutkunu Ohno ve her daim haz etmediğim (neyse ki az da çıkıyor) Kuchiki yine animede yerini almış durumda. Nidaime’yi oluşturan yeni karakterleri de kısaca tanıtacak olursam:

Susanna Hopkins: Kısaca Sue diye hitap edilen bu karakteri aslında orijinal Genshiken’den de tanıyoruz. Özellikle Madarame ile didişmeleri bir hayli zevkliydi ve Nidaime’de de yeni bir Genshiken üyesi olarak çıkıyor karşımıza.

Rika Yoshitake: Uzun siyah saçları ve gözlükleri ile enerji dolu olan Yoshitake, yeni Genshiken’e ilk katılanlardan. Manipüle yeteneği bayağı ile olan Yoshitake eğlenmeyi seven bir tip.

Mirei Yajima: Yajima ise Yoshitake’nin aksine şişmandır ve ilk karşınıza çıktığında benim gibi kendisini erkek sanabilirsiniz:) Yoshitake’nin aksine Yajima olayları biraz alttan ve yavaştan ele almayı tercih ediyor.

Kenjiro Hato: Hato için Genshiken’nin yeni odak noktası diyebilirim. Az sonra da kendisinden bahsedeceğim Hato, crossdress (karşı cins kıyafetler giymeyi) yapıyor ve BL (Boy’s Love) mangaları tercih ediyor. 


Orijinal Genshiken’e 9,5 gibi yüksek bir puan vermiştim çünkü gördüğüm en iyi geyik muhabbetlerine sahip animeler arasındaydı. Sasahara ve diğerlerinin anime, manga, dojinshi, kısaca otaku muhabbetleri, sıkça 2D ve 3D kızları karşılaştırmalarını falan izlemek oldukça eğlenceliydi. Tüm bunların üzerine Kasukabe’nin bu garip tiplerin arasında kalmasını izlemek serinin tuzu biberiydi. Nidaime’de ise Kuchiki hariç ki kendisi de dediğim gibi daima arka planda, tüm kadro kızlardan oluşuyor. Doğal olarak ortada dönen muhabbette kadroya göre değişmiş durumda. Yani kısacası erkek muhabbetleri yerini kız muhabbetlerine (daha çok gay mangalara) bırakmış durumda. Bazı bölümlerde Madarame gösterilerek kotarılmak istenmiş ama maalesef başarılı olunamamış. Demek istediğim, animenin kalbi olan muhabbetler ilk kadronun muhabbetlerinin yanına bile yaklaşamıyor. Hatta şahsen benim gözümde sürünüyorlar. Bir de ortada Hato adında bir mevzu var. Erkek olan bu arkadaş dediğim gibi BL, yani iki erkeğin aşkını ve cinsel ilişkisini konu olan mangalara bayılıyor. Dediğine göre kulüpteki kızlarla uyum sağlamak ve daha rahat BL muhabbeti yapabilmek içen kız kılığında ortalıkta dolaşıyor. Açıkçası Hato’yu ben hiç sevemedim ve her ne kadar normal bir erkek olduğunu söylese de hayallerinde hep Madarame ile üst üste alt alta ve BL mangalar ile yaptıkları da ortada. Yani uzun lafın kısası Hato bildiğimiz travesti ve ben Nidaime’nin Hato üzerinden yürümesini de hiç mi hiç benimseyemedim.

Genshiken Nidaime’nin çizimleri belki de en başarılı olduğu yönü. Animenin çizimleri rengârenk ve oldukça canlı gözüküyorlar. Karakter çizimleri de genel olarak gerçekçi. Komiklik ibareleri de yerli yerinde kullanılmış, fazla abartılıp işin cılkı çıkarılmamış. Animenin bir diğer başarılı yanı ise müzikleri. Kapanışı pek sevmedim ama açılış parçası ve bölümler esnasında çalan müzikler güzel. Genshiken Nidaime’ye ilk başladığımda beklentilerim oldukça fazlaydı çünkü orijinal iki sezonun başarısı ortada. Lakin gelin görün ki karakterlerin, orijinal seridekilerin yanına bile yaklaşamaması, muhabbetin zayıf olması ve Hato’nun yeni Sasahara olarak sunulmaya çalışılması animenin kalitesini düşürmüş de düşürmüş. Sonuç olarak Nidaime ile hayal kırıklığına uğradım ve ilk seriyi çok aradım. 

1 Ekim 2013 Salı

Shingeki no Kyojin

Yönetmen: Tetsuro Araki
Stüdyo: Wit Studio, Production I.G.
Tür: Aksiyon, Fantastik, Dram
Yapım Yılı: 2013
Bölüm Sayısı: 25
Anime Puanı: 10/10
















Shingeki no Kyojin veya diğer bilinen adı ile Attack on Titan, olayların başladığı 845 yılının 107 yıl öncesine dayanıyor. Nereden geldiği belli olmayan devler ansızın ortaya çıkmış ve hiçbir ayrım yapmadan insanlığı katletmeye başlamışlardır. Herhangi bir zekâyla hareket etmeyen ve tek amaçları sadece insanları öldürmek olan devler karşısında insanoğlunun karşı saldırısı hiçbir işe yaramamıştır ve insanlık nesli tükenme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Geriye kalan insanlar çareyi 50 metre boyunda duvarlar inşa edip arkasında saklanmayı uygun görmüştür. İç içe üç çember halinde ve adları içten dışa doğru Sina, Rose ve Maria olan duvarlar inşa edilmiştir. En iç bölgeye zengin ve önemli insanlar yerleşirken insanlar duvarların ardında yaşamaya başlamıştır. Okyanuslar, çöller, buzullar, kısacası her yer devlerin alanı olmuştur ve zamanla bu yerler hikâyelere, masallara dönüşmüştür. Ve tam 100 yıl, yani 845 yılına kadar surları hiçbir dev aşamamıştır. Surlar hakkında görsel harita için buraya tıklayabilirsiniz. 


845 yılında Duvar Maria’nın dış çehresine bağlı Shiganshina şehrinde yaşayan Eren Yeager, büyüdüğünde askeriyeye katılıp Keşif Birliği üyesi olmak istemektedir. Askeriye kendi içinde üçe ayrılmaktadır. İlki Askeri İnzibat’tır. İç duvar Sina’da görev alan, şehrin asayişini sağlayan ve bildiğimiz polis olarak adlandırabileceğimiz inzibata sadece seçkin öğrenciler girebilmektedir. İkincisi Garnizon’dur. Garnizona katılan askerlerin görevi duvarlar üzerinde nöbet tutmak ve en kötü senaryo gerçekleşirse devlerle mücadele etmektir. Son bölüğün adı da Keşif Birliği’dir. Keşif Birliği’nin görevi surların dışına çıkıp devler hakkında bilgi edinmektir. Lakin Keşif Birliği halk arasında pek onay görmez çünkü Keşif Birliği şehre her geri dönüşünde ağır kayıplar vermiş olarak dönmektedir ve devler hakkında hiçbir ipucu elde edememektedir. Halk da doğal olarak vergileri ile desteklenen Keşif Birliği’nin intihar görevlerine olumlu gözle bakmaz. Eren’e geri dönecek olursak, dediğim gibi kendisi Keşif Birliği üyesi olup dış dünyayı görmek, kendi tabiriyle bulunduğu kafesten çıkmak istemektedir.


Günün birinde Eren, ailesi ile birlikte yaşayan Mikasa ile çalı çırpı toplarken hiç beklenmedik bir şey olur. Bir şimşek çakar ve ansızın diğer devlerden farklı olarak yaklaşık 60 metre boyunda (sur 50 metredir) dev gibi bir dev ortaya çıkar. Genelde insanlara benzeyen devlerden farklı olarak derisi olmayan dev surların tepesinden Shiganshina şehrine bakınca herkes şok olur. Üstelik bir tekme ile de dış kapıyı yerle bir eder ve çok geçmeden de devler içeriye üşüşmeye başlar. İlk şoku atlatan herkes tahliye için kaçmaya başlar. Eren ve Mikasa ise evlerine koşturduklarında bir şok daha yaşarlar. Eren’in annesi enkazın altında sıkışmıştır ve bir dev de çok yakındadır. Garnizon’da görevli Hannes çocukları kurtarır ama Eren’in annesi devlere yem olur. Hiç beklenmeyen bu saldırıda binlerce kişi ölür ama Eren, Mikasa ve iyi dostları Armin tahliye edilmeyi başarır. Şehrin düşmesi yetmiyormuş gibi yine ansızın zırhlı bir dev ortaya çıkar ve iç kapıyı da yıkarak devlerin Duvar Maria’dan içeriye girmesine neden olur. Yani Duvar Maria düşer ve insanlığı korumak için geriye sadece iki duvar kalır. Korku, nefret ve şok gibi türlü hisler içinde olan Eren ise bir yemin eder. Tüm devlerin kökünü kazıyacaktır. Ve tam beş yıl sonra, 850 yılında Eren, Mikasa ve Armin askeri eğitimlerini tamamlayıp birer acemi olurlar.

Shingeki no Kyojin’i izlemeden önce ismini birçok kez duymuş ve özellikle 60 metrelik devin resimlerini her yerde görür olmuştum. Oldukça olumlu yorumlar aldığını gördüğümde de benim de beklentilerim yükselmişti. Derken serinin tamamlanmasına bir bölüm kala izlemeye başladım ve izlemeyi bırakamadım desem yeridir. Genelde bir günde iki veya üç bölüm peş peşe izlerim ama Shingeki no Kyojin izlerken dört bölüm, beş bölüm peş peşe izlediğim oldu ve seriyi dört günde bitirdim. Ve şunu söyleyebilirim ki belki de son yıllarda izlediğim en iyi anime serisi Shingeki no Kyojin. Berserk ve Steins;Gate ile beraber top üçüme de girmiş durumda. Başarılı bir senaryo, harika müzikler, aksiyon sahneleri ne ararsanız var bu animede ama bence en önemlisi insanı sürekli merak ettirerek tetikte tutması. Merak ettirdiği unsur da devler. Devler nedir, nereden geldi, şimdi ne olacak gibi sorular animeye kapılıp gitmenizi sağlıyor ve dediğim gibi bölüm üstüne bölüm izlettiriyor. Bir başka unsur olarak da karakter gelişmelerini de çok beğendim. Öncelikle anime karakterler bakımından bayağı bir zengin ve hepsinin kişiliği farklı. Özellikle devlerle savaşırken birçok acemi askerin dizlerinin bağı çözülmesi çok iyi aktarılmış. Yani koskocaman ve insan yiyen bir dev karşısında askerlerin yaşadıkları korku, eve gitme isteği insanın ruhuna işliyor. En azından ben de askerler kadar korktum:) Kısacası demek istediğim ortada sürekli merak ettiren ve kendisini izlettiren akıcı bir senaryo var. Bir tek dokuzuncu bölümden sonra animenin izlediği yol hakkında şüphelerim vardı ama gelin görün ki bu şüpheler yerini daha da çok meraka bıraktı ve o zaman bu böyleyse şu şöyle midir diye kendimce teoriler üretmeye başladım:)


Animenin çizimleri akranlarından biraz farklı. Öncelikle Shingeki no Kyojin’de komik yüz ifadeleri çok nadir karşımıza çıkıyor. Hani bir espri yapılırsa ancak o zaman. Zaten böyle bir ortamda komiklik ancak üç veya dört kez karşımıza çıkıyor. Animeye ciddi bir hava hâkim ve çizimler de buna göre ciddi ve gerçekçi. Yani uçuk tipler, garip elbiseler falan yok. Karakter çizimlerinde de saki biraz çizgi roman havası varmış gibi geldi bana. Karakterler diğer animelere nazaran nasıl desem, biraz daha sert hatlara ve koyu tonlara sahip. İzlerseniz neden bahsettiğimi büyük ihtimalle anlarsınız. Animenin bir başka can alıcı noktası ise müzikleri. Şimdi diyeceksiniz ki animeyi çok beğendi diye her yerini beğendi diyor ama hakikatten öyle:) Shingeki no Kyojin belki de izlediğim tüm animeler içerisinde en iyi müziklere sahip anime bile diyebilirim. İki adet açılış ve kapanış parçası seriye yakışan parçalar ama benim burada bahsettiğim bölümler esnasında çalan müzikler. Öyle harika parçalar kullanılmış ve o esnada yaşanan atmosferle uyumlu olmuş ki, animeye bambaşka bir hava katıyorlar. Özellikle orkestra tarzı parçalar müthiş. Buraya tıklayarak benim favori parçamı dinleyebilir (özellikle 2:25'ten sonra) ve kendiniz karar verebilirsiniz.

Shingeki no Kyojin, benim gözümde dört dörtlük bir anime ve ikinci sezonunu bekleyemeyeceğim için mangasına da başlamış bulunmaktayım. Elbette herkes animeyi benim kadar çok beğenmeyebilir ama bir anime severin de mutlaka göz atması gereken bir anime Shingeki no Kyojin. Tam da artık eskisi gibi anime yapmıyorlar (sürekli gözleri kocaman, okullu – romantik tarzda ve bayan karakter odaklı animeleri gördükçe düşündüğüm) derken Eren ve devler çıktı karşıma ve iyi ki de çıkmışlar diyorum. Çünkü uzun zamandır bu kadar heyecanla anime izlememiştim.