Yönetmen: Ryosuke Nakamura
Stüdyo: Madhouse Studios
Tür: Dram, Korku, Gerilim
Yapım Yılı: 2008
Bölüm Sayısı: 13
Anime Puanı: 10/4
Mouryou no Hako, Japon yazar Natsuhiko Kyogoku’nun yazdığı romanlarından uyarlama bir anime ve tarih olarak 1950’lili yılarda geçiyor. Sokaklarda bir seri katil gol gezmektedir ve hedefi de liseli kızlardır. Kaçırdığı kızların genellikle kol ve bacaklarını keserek ahşap kutulara yerleştirerek sokaklara, caddelere veya derelere bırakmaktadır. Böyle bir ortamda Tokyo dedektiflerinden Kiba kendisini hiç ummadığı bir vakanın içinde bulur. Oldukça varlıklı bir aileden gelen bir kıza tren çarpar ve çarpan trenin içinde Kiba’da vardır. Kiba olaya hemen el atar ve yerel hastanede ilk müdahaleler yapıldıktan sonra kız annesinin isteği üzerine gizemli be kutu şeklinde özel bir hastaneye yatırılır. Birkaç gün sonra ise kız kaybolur ve Kiba kendisini zaten neler bittiğini zor anladığı olayların iyice dibinde bulur. Kiba’ya zorlu mücadelesine bir roman yazarı, bir başka gizemli bir dedektif ve “mouryou” yani kötü ruh olarak adlandırabileceğimiz varlıklar hakkında çok iyi bilgisi olan bir adam eşlik eder.
Senaryo olarak anime oldukça ilgi çekici fakat içerik olarak ise maalesef hiç iyi değil. Başta atmosfer çok durağan ve seri zaten 13 bölüm olmasına rağmen çok yavaş ilerliyor. Öyle ki bazı bölümler sadece sıkıcı Mouryou konuşmaları hakkında geçiyor. Konusuna baktığımızda insan büyük bir gizem bekliyor ama anime de ne yazık ki insanı heyecanlandıracak hiçbir şey olmuyor. Ancak sonlara doğru Agatha Christie romanlarındaki gibi esas adamı öğreniyoruz o kadar. Ayrıca serinin başında tanıştığımız iki kızın muhabbeti de sinir ötesi ve bir hayli bayıcı. Karakterlerin isimlerini maalesef hatırlayamıyorum çünkü animeyi aklımdan silmeye çalışıyorum:)
Görsel bakımdan Mouryou no Hako’ya söyleyecek bir sözüm yok ama bari müzikleri de keşke daha iyi olsaydı. Bana göre ne açılış parçası ne de kapanışı, hatta bölümler esnasında çalan parçalar bir şeye benzemiyor.
Sonuç olarak Mouryou no Hako tam bir fiyasko. Benim görüşüm izlemeye bile değmez. Hatta varlığından bile haberdar olmasanız olur.
31 Ocak 2010 Pazar
23 Ocak 2010 Cumartesi
Denno Coil
Yönetmen: Mitsuo Iso
Stüdyo: Madhouse Studios
Tür: Dram, Bilimkurgu
Yapım Yılı: 2007
Bölüm Sayısı: 26
Anime Puanı: 10/6
Denno Coil, yakın gelecek olan 2026 yılında geçiyor. Bu yılda internet ve ağ teknolojisi deyim yerindeyse doruk noktasına ulaşmış, daha ziyade evrim geçirmiş diyebiliriz. 2026 yılında internet yerini “cyberspace” diye adlandırılan sanal bir dünyaya bırakmıştır ve Denno şirketinin üretimi olan cyber-glasses, yani sibernetik gözlüklerle herkes bu sanal dünyaya bağlanabilmektedir. Bu gözlükler öyle yaygındır ki, yediden yetmişe herkes bunlara sahiptir. Cyberspace ve gözlüklerden biraz daha bahsedecek olursam, gözlükleri taktığınızda dünya üzerinde aslında var olmayan, sanal şeyler görülebilmektedir. Bunlar basit e-mail şeklinde zarflardan, bilgisayarlara olsun, sanal evcil hayvanlara kadar resmen yeni bir dünya oluşmaktadır. Anlatması biraz güç ama gözlük takmadığınızda etrafınızdaki sanal olan hiçbir şeyi göremiyorsunuz. Gözlükleri taktığınızda ise dünya resmen değişiyor. Anlatmaya çalıştığım internet resmen ayrı bir dünya olmuş ve elle tutulur, gözlükler sayesinde görülür bir hale gelmiştir. Misal, yukarıdaki kapak resmindeki köpek aslında sanaldır ve sadece gözlüklerle görülebilmektedir. Eğer gözlüğünüz yoksa varlığından bile haberdar olmazsınız.
Böyle bir dünyada, babasının tayin olmasından dolayı Yuko Okonogi, küçüklüğünü geçirdiği ve büyükannesinin yaşadığı şehir olan “Daikoku City”ye taşınmışlardır. Daikoku şehrinin en büyük özelliği cyberspace teknolojisinin merkezi olmasıdır ve Denno şirketi bu şehirde bulunmaktadır. Çok geçmeden Yuko gözlükler ve sanal dünya hakkında bir hayli bilgisi olan büyükannesinin kulübüne katılır. Bu kulüpte çılgın büyükanne çocuklar için yasal olmayan metataglar (bir nevi programlar) ve başka ıvır zıvırlar satmaktadır. Yuko kulübe katıldıktan Fumie ile iyi arkadaş olur ve cyberspace’de öbür taraf diye adlandırılan bir yerin varlığını öğrenir. Söylentilere göre öbür tarafa giden bir daha geri gelemiyormuş ve kulübün amacı öbür taraf hakkında bilgi toplamaktır. Bu arada, Yuko ile aynı adı taşıyan bir başka kız olan Yuko Amasawa’da Daikoku şehrine taşınır ve iki Yuko’nun tamamen sanal diyebileceğimiz macerası başlamış olur.
Denno Coil’in ilk bölümleri açıkçası sıradan ve olaysız geçiyor. Bu bölümler karakterleri ve sanal teknolojiyi tanıtıyor. Asıl konu ise serinin ortalarına doğru seyir almaya başlıyor ve heyecan giderek artıyor. Fakat şunu da belirtmek lazım ki, seriyi izlerken bir yerde koparsanız hiçbir şey anlamayabilirsiniz. Çünkü sanal dünya bir hayli karışık ve iyi takip etmek gerekiyor. Resimlere baktığınızda serinin ilk başta çocuklara hitap ettiğini sanabilirsiniz ama aksine yetişkinlere hitap ediyor diyebilirim çünkü eminim bir çocuk bu seriden çok sıkılır. Çünkü çok fazla vurdu kırdı veya komedi unsurları bulunmamakta. Elbette sırf konuşma ve ağır içerikten oluşmuyor, arada birkaç komiklik ve aksiyon yaşanmıyor değil.
Görsel olarak Denno Coil’in karakter çizimleri bana biraz ilginç geldi. Özellikle bana mı öyle geldi bilmem ama tüm bayan karakterler birbirlerine benziyor. Arka plan ve diğer çizimler ise harika. Özellikle sanal dünyadaki varlıkların arada cızırdaması gibi küçük ayrıntılar çok iyi düşünülmüş. Müzikler ise çok iyi değil ama kötü de değil.
Sonuç olarak Denno Coil için ilginç bir yapım diyebilirim. Öyle herkese de hitap etmez. Eğer teknoloji ile aranız iyiyse ve dram ağırlıklı animelerden hoşlanıyorsanız bir göz atın derim ama kurgu ile aram olmaz ve fazla karmaşıklıktan hoşlanmıyorsanız yanından bile geçmeyin.
Stüdyo: Madhouse Studios
Tür: Dram, Bilimkurgu
Yapım Yılı: 2007
Bölüm Sayısı: 26
Anime Puanı: 10/6
Denno Coil, yakın gelecek olan 2026 yılında geçiyor. Bu yılda internet ve ağ teknolojisi deyim yerindeyse doruk noktasına ulaşmış, daha ziyade evrim geçirmiş diyebiliriz. 2026 yılında internet yerini “cyberspace” diye adlandırılan sanal bir dünyaya bırakmıştır ve Denno şirketinin üretimi olan cyber-glasses, yani sibernetik gözlüklerle herkes bu sanal dünyaya bağlanabilmektedir. Bu gözlükler öyle yaygındır ki, yediden yetmişe herkes bunlara sahiptir. Cyberspace ve gözlüklerden biraz daha bahsedecek olursam, gözlükleri taktığınızda dünya üzerinde aslında var olmayan, sanal şeyler görülebilmektedir. Bunlar basit e-mail şeklinde zarflardan, bilgisayarlara olsun, sanal evcil hayvanlara kadar resmen yeni bir dünya oluşmaktadır. Anlatması biraz güç ama gözlük takmadığınızda etrafınızdaki sanal olan hiçbir şeyi göremiyorsunuz. Gözlükleri taktığınızda ise dünya resmen değişiyor. Anlatmaya çalıştığım internet resmen ayrı bir dünya olmuş ve elle tutulur, gözlükler sayesinde görülür bir hale gelmiştir. Misal, yukarıdaki kapak resmindeki köpek aslında sanaldır ve sadece gözlüklerle görülebilmektedir. Eğer gözlüğünüz yoksa varlığından bile haberdar olmazsınız.
Böyle bir dünyada, babasının tayin olmasından dolayı Yuko Okonogi, küçüklüğünü geçirdiği ve büyükannesinin yaşadığı şehir olan “Daikoku City”ye taşınmışlardır. Daikoku şehrinin en büyük özelliği cyberspace teknolojisinin merkezi olmasıdır ve Denno şirketi bu şehirde bulunmaktadır. Çok geçmeden Yuko gözlükler ve sanal dünya hakkında bir hayli bilgisi olan büyükannesinin kulübüne katılır. Bu kulüpte çılgın büyükanne çocuklar için yasal olmayan metataglar (bir nevi programlar) ve başka ıvır zıvırlar satmaktadır. Yuko kulübe katıldıktan Fumie ile iyi arkadaş olur ve cyberspace’de öbür taraf diye adlandırılan bir yerin varlığını öğrenir. Söylentilere göre öbür tarafa giden bir daha geri gelemiyormuş ve kulübün amacı öbür taraf hakkında bilgi toplamaktır. Bu arada, Yuko ile aynı adı taşıyan bir başka kız olan Yuko Amasawa’da Daikoku şehrine taşınır ve iki Yuko’nun tamamen sanal diyebileceğimiz macerası başlamış olur.
Denno Coil’in ilk bölümleri açıkçası sıradan ve olaysız geçiyor. Bu bölümler karakterleri ve sanal teknolojiyi tanıtıyor. Asıl konu ise serinin ortalarına doğru seyir almaya başlıyor ve heyecan giderek artıyor. Fakat şunu da belirtmek lazım ki, seriyi izlerken bir yerde koparsanız hiçbir şey anlamayabilirsiniz. Çünkü sanal dünya bir hayli karışık ve iyi takip etmek gerekiyor. Resimlere baktığınızda serinin ilk başta çocuklara hitap ettiğini sanabilirsiniz ama aksine yetişkinlere hitap ediyor diyebilirim çünkü eminim bir çocuk bu seriden çok sıkılır. Çünkü çok fazla vurdu kırdı veya komedi unsurları bulunmamakta. Elbette sırf konuşma ve ağır içerikten oluşmuyor, arada birkaç komiklik ve aksiyon yaşanmıyor değil.
Görsel olarak Denno Coil’in karakter çizimleri bana biraz ilginç geldi. Özellikle bana mı öyle geldi bilmem ama tüm bayan karakterler birbirlerine benziyor. Arka plan ve diğer çizimler ise harika. Özellikle sanal dünyadaki varlıkların arada cızırdaması gibi küçük ayrıntılar çok iyi düşünülmüş. Müzikler ise çok iyi değil ama kötü de değil.
Sonuç olarak Denno Coil için ilginç bir yapım diyebilirim. Öyle herkese de hitap etmez. Eğer teknoloji ile aranız iyiyse ve dram ağırlıklı animelerden hoşlanıyorsanız bir göz atın derim ama kurgu ile aram olmaz ve fazla karmaşıklıktan hoşlanmıyorsanız yanından bile geçmeyin.
12 Ocak 2010 Salı
Darker Than Black 2: Gemini of the Meteor
Yönetmen: Tensai Okamura
Stüdyo: Bones
Tür: Aksiyon, Dram, Doğaüstü
Yapım Yılı: 2009
Bölüm Sayısı: 12
Anime Puanı: 10/7.5
Stüdyo: Bones
Tür: Aksiyon, Dram, Doğaüstü
Yapım Yılı: 2009
Bölüm Sayısı: 12
Anime Puanı: 10/7.5
Darker Than Black 2: Gemini of the Meteor, ilk serinin bitişinden iki yıl sonrasında başlıyor. İlk seriyi biraz hatırlayacak olursak; animenin başkarakteri Hei gizemli bir örgüt (Syndicate) için çalışıyordu ve son bölümde Hei örgüte ihanet etmiş ve Yin ile beraber Cehennem Ağızı’ndaki (Hell’s Gate) patlamayı son anda durdurmuşlardı. Akabinde de Hei ve Yin kayıplara karışmıştı. İkinci seri de dediğim gibi bu olayların iki yıl sonrasında start alıyor. Yani Gemini of the Meteor için ikinci sezonda diyebiliriz.
Cehennem Ağızı’nda yaşanan olaylardan sonra yüklenicilerin (contractors) varlığı tüm dünyada bilinir olmuştur. Hei ve Yin ise Japonya’dan kaçmıştır ve daha sonra Yin ortadan kaybolmuştur. Hei ise Rusya’da bulunmaktadır ve şimdilik CIA içi çalışmaktadır. Yin’in kayboluşundan sonra ise Hei bir hayli değişmiştir. Öyle ki saçları uzamış, sakal bırakmış ve bolca alkol tüketmeye başlamıştır. Bu arada da Suou Pavlichenko adında genç bir kız normal gündelik yaşamına devam etmektedir. Suou’nın erkek ikiz kardeşi Shion bir yüklenicidir ve annelerinden ayrı, bir bilim adamı olan babaları ile yaşamaktadırlar. Günün birinde Suou’nun hayatı, arkadaşı Tanya’nın bir yüklenici olması ile tamamen değişir. Önce Tanya’nın yüklenici olmasının şokunu yaşayan Suou’u evde daha büyük bir sürpriz beklemektedir. Suou eve vardığında evi CIA ve Section 3 adındaki başka bir örgüt tarafından saldırıya uğrar. Amaç Shion’u ve gizemli meteor çekirdeğini ele geçirmektir. Suou saldırıya uğrayan evden kaçmayı başarır ve Hei ile karşılaşır. Suou ondanda kaçmak ister fakat Hei ilk başlarda zorlada olsa Suou’yu yanına alır ve yeni bir macera başlamış olur.
Darker Than Black 2’nin senaryosu Rusya’da başlıyor ve Japonya’da son buluyor. İşleniş bakımından güzel ve heyecanlı başlıyor ama anime 12 bölüm olduğundan hızlı hızlı işlenmeye çalışıldığı için son bölümlere geldiğimizde işler iyice karışmış oluyor. Hatta açıkçası ben son bölümde hiçbir şey anlamadım desem yalan olmaz. Demek istediğim serinin sonu karışık ve pek tatmin edici değil. Oysa anime belki 24 veya 26 bölüm olsa konu daha rahat işlenebilirdi ve her şey bu kadar üst üste gelmeyebilirdi.
Görsel olarak seri bir hayli zengin. Başta Hei olmak üzere, Mao, July, Kirihara gibi karakterlerin yanında yeni ve ilginç güçlere sahip yükleniciler görmek çok güzel. Mao demişken, ikinci sezonda bir flashback’te Mao’nun insanken ki halini de görebiliyoruz. (İlk seride Mao insan olarak hiç gösterilmiyordu veya ben hatırlamıyorum:) Benim favorim ise sadece iki bölümcük çıksa da Magician adındaki yüklenici. Bu yüklenici üzerinde daha çok durulsaydı bence daha iyi olurdu. Dövüş ve aksiyon sahneleri ise bir hayli kaliteli. Tek beğenmediğim hatta nefret ettiğim yer ise Suou’nun yüklenici olduktan sonra gücü olan uzun dürbünlü silahı çıkarırken sürekli eski animelerden kalma gibi bir görüntü gösteriliyor. Demek istediğim olur ya, hani Sailer Moon’daki gibi kız dönüşür ve ekrana sürekli aynı görüntü gelir. İşte aynı salak olay burada da yapılmış ve her bölüm en az bir kez Suou’nun “değişimine” tanıklık ediyoruz. Müziklere de kısaca değinecek olursak, harika değiller ama güzeller. Açılış parçası güzel bir parça ama kapanış müziğini beğenmedim. Fakat bölümler esnasında çalan parçalara söyleyecek bir sözüm yok.
Sonuç olarak Darker Than Black 2’ye 12 bölüm yetmemiş ve maalesef ilk serinin gölgesinde kalıyor. Anime kötü değil ve ilk sezonu izleyen herkes bunu da izleyecektir ama keşke üzerinde daha çok durulsaymış ve en önemlisi bölüm sayısı daha fazla olsaymış. Çünkü iyi başlıyor ve sonlarda iyice saçmalıyor. Ayrıca bölüm bittikten sonra, kapanış müziği de geçtikten sonra bölüm aşağı yukarı 20 – 30 saniye daha devam ediyor ve kim böyle geri zekâlıca bir şeyi düşündüyse tebrik etmek istiyorum. Yani bir de her bölüm sonunda kapanış parçasını geçip son birkaç saniyeye bakmak için iki saat uğraşıyoruz. Ne var bunda iki tuşa basacaksın diyenler olabilir ama ben animeleri TV’den izliyorum ve bilgisayardan uzağa koltuğa oturuyorum. Zaten bölüm başladığında açılış parçasına kadar olan kısmın bitmesini bekliyorum ve koltuğa geçiyorum. Ardından birde kapanış müziğini geçmek için kalkıyorum, monitörü açıyorum ve ileri sarıyorum. Olacak değil:)
Cehennem Ağızı’nda yaşanan olaylardan sonra yüklenicilerin (contractors) varlığı tüm dünyada bilinir olmuştur. Hei ve Yin ise Japonya’dan kaçmıştır ve daha sonra Yin ortadan kaybolmuştur. Hei ise Rusya’da bulunmaktadır ve şimdilik CIA içi çalışmaktadır. Yin’in kayboluşundan sonra ise Hei bir hayli değişmiştir. Öyle ki saçları uzamış, sakal bırakmış ve bolca alkol tüketmeye başlamıştır. Bu arada da Suou Pavlichenko adında genç bir kız normal gündelik yaşamına devam etmektedir. Suou’nın erkek ikiz kardeşi Shion bir yüklenicidir ve annelerinden ayrı, bir bilim adamı olan babaları ile yaşamaktadırlar. Günün birinde Suou’nun hayatı, arkadaşı Tanya’nın bir yüklenici olması ile tamamen değişir. Önce Tanya’nın yüklenici olmasının şokunu yaşayan Suou’u evde daha büyük bir sürpriz beklemektedir. Suou eve vardığında evi CIA ve Section 3 adındaki başka bir örgüt tarafından saldırıya uğrar. Amaç Shion’u ve gizemli meteor çekirdeğini ele geçirmektir. Suou saldırıya uğrayan evden kaçmayı başarır ve Hei ile karşılaşır. Suou ondanda kaçmak ister fakat Hei ilk başlarda zorlada olsa Suou’yu yanına alır ve yeni bir macera başlamış olur.
Darker Than Black 2’nin senaryosu Rusya’da başlıyor ve Japonya’da son buluyor. İşleniş bakımından güzel ve heyecanlı başlıyor ama anime 12 bölüm olduğundan hızlı hızlı işlenmeye çalışıldığı için son bölümlere geldiğimizde işler iyice karışmış oluyor. Hatta açıkçası ben son bölümde hiçbir şey anlamadım desem yalan olmaz. Demek istediğim serinin sonu karışık ve pek tatmin edici değil. Oysa anime belki 24 veya 26 bölüm olsa konu daha rahat işlenebilirdi ve her şey bu kadar üst üste gelmeyebilirdi.
Görsel olarak seri bir hayli zengin. Başta Hei olmak üzere, Mao, July, Kirihara gibi karakterlerin yanında yeni ve ilginç güçlere sahip yükleniciler görmek çok güzel. Mao demişken, ikinci sezonda bir flashback’te Mao’nun insanken ki halini de görebiliyoruz. (İlk seride Mao insan olarak hiç gösterilmiyordu veya ben hatırlamıyorum:) Benim favorim ise sadece iki bölümcük çıksa da Magician adındaki yüklenici. Bu yüklenici üzerinde daha çok durulsaydı bence daha iyi olurdu. Dövüş ve aksiyon sahneleri ise bir hayli kaliteli. Tek beğenmediğim hatta nefret ettiğim yer ise Suou’nun yüklenici olduktan sonra gücü olan uzun dürbünlü silahı çıkarırken sürekli eski animelerden kalma gibi bir görüntü gösteriliyor. Demek istediğim olur ya, hani Sailer Moon’daki gibi kız dönüşür ve ekrana sürekli aynı görüntü gelir. İşte aynı salak olay burada da yapılmış ve her bölüm en az bir kez Suou’nun “değişimine” tanıklık ediyoruz. Müziklere de kısaca değinecek olursak, harika değiller ama güzeller. Açılış parçası güzel bir parça ama kapanış müziğini beğenmedim. Fakat bölümler esnasında çalan parçalara söyleyecek bir sözüm yok.
Sonuç olarak Darker Than Black 2’ye 12 bölüm yetmemiş ve maalesef ilk serinin gölgesinde kalıyor. Anime kötü değil ve ilk sezonu izleyen herkes bunu da izleyecektir ama keşke üzerinde daha çok durulsaymış ve en önemlisi bölüm sayısı daha fazla olsaymış. Çünkü iyi başlıyor ve sonlarda iyice saçmalıyor. Ayrıca bölüm bittikten sonra, kapanış müziği de geçtikten sonra bölüm aşağı yukarı 20 – 30 saniye daha devam ediyor ve kim böyle geri zekâlıca bir şeyi düşündüyse tebrik etmek istiyorum. Yani bir de her bölüm sonunda kapanış parçasını geçip son birkaç saniyeye bakmak için iki saat uğraşıyoruz. Ne var bunda iki tuşa basacaksın diyenler olabilir ama ben animeleri TV’den izliyorum ve bilgisayardan uzağa koltuğa oturuyorum. Zaten bölüm başladığında açılış parçasına kadar olan kısmın bitmesini bekliyorum ve koltuğa geçiyorum. Ardından birde kapanış müziğini geçmek için kalkıyorum, monitörü açıyorum ve ileri sarıyorum. Olacak değil:)
5 Ocak 2010 Salı
Souten no Ken
Yönetmen: Yoshihiro Yamaguchi
Stüdyo: Souten Studio
Tür: Aksiyon, Dövüş, Dram
Yapım Yılı: 2006
Bölüm Sayısı: 26
Anime Puanı: 10/7
199X yılında yaşanan büyük nükleer felaket sonrasında dünya ülkeleri yok olmuş ve hayatta kalan insanlar arasında güçlü olan zayıf olanı ezmeye başlamıştır. Kötülüğün hüküm sürdüğü ve gücün tamamen kas gücüne dayandığı bu yeni ve acımasız dünyada bir adam, sevdiği kadını kurtarmak için uzun bir yola koyulmuştur. Bu adam adaletin savunucusu ve iyilerin tek ümididir. Bu adam 2000 yıllık Hokuto Shinken adlı dünyadaki en tehlikeli dövüş tekniğinin son varisi Kenshiro’dur.
Yukarıda paragrafta anlattıklarım animeler arasında en iyilerinden biri olan Hokuto no Ken, İngilizce adıyla Fist of The North Star’a ait. İncelemeye efsanevi Kenshiro ile giriş yapmak istedim çünkü Souten no Ken’de adından da tahmin edileceği üzere Hokuto no Ken ile bağlantılı bir anime.
Souten no Ken tarih olarak 1930’lu yıllarda geçiyor fakat 1970’li yıllarda, Hokuto no Ken’nin başkahramanı ve 64. varisi olan Kenshiro’nun doğması ile başlıyor. Hokuto Shinken’nin 63. varisi olan Ryuuken’nin dojosunda bir bebek dünyaya gelir ve bebeğin sol kulağının üstünde Hokuto yıldızlarının izi vardır. Ryuuken bundan etkilenerek bebeğe ölen abisinin ve en büyük varislerden biri sayılan, 62. varis olan Kenshiro Kasumi’nin ismini verir. Ardından da bizlere Kenshiro Kasumi’nin hikâyesini anlatmaya başlar.
Souten no Ken adlı animede Kenshiro, Ryuuken’nin himayesi altında doğsa da, orijinali böyle değildir. Hokuto no Ken’nin mangasında Raoh, Toki ve bebek Kenshiro, büyük bir iç savaş yaşanan Azura diyarından gelmektedirler. Bu kısa bilgiyi de belirtmek istedim.
Ryuuken, Souten no Ken’nin girişini yaptıktan sonra esas olaylar başlıyor. Bahsettiğim üzere Kenshiro Kasumi 62. varistir. Şanghay’da yaşayan Kenshiro “Yan-Wang” olarak da (Cehennem tanırısı) bilinmektedir. Hokuto no Ken’nin aksine Souten no Ken’de herkes Hokuto sanatını bilmektedir ve dolayısıyla Kenshiro’yu da tanımaktadır. Anime Kenshiro’nun Şanghay’dan ayrılarak Japonya’ya gitmesi ile başlıyor. Burada tanınmadan yaşamakta ve bir üniversitede profesörlük yapmaktadır. Kısa bir süre sonra liderliğini Kenshiro’nun “peng-yo”su olan (çok yakın arkadaş) Pan Yu-Ling’in yaptığı Quing Bang çetesinden bir arkadaşı Japonya’ya, Kenshiro’nun yanına gelir ve ona Şanghay’daki acı durumu anlatır. Anlattıklarına göre Pan ve Kenshiro’nun sevdiği kız olan Pan’ın kız kardeşi Yu-Ling öldürülmüş, tüm Quing Bang çetesi tasfiye edilmiş ve Şanghay’ın yeraltı hâkimiyeti acımasız Hong Hua Hui’in eline geçmiştir. Bunları duyan Kenshiro şok olur ve tekrar Şanghay’da dönmeye karar verir. Böylelikle Kenshiro öldürülen arkadaşının intikamına ve başta neden Şanghay’ı terk ettiğini “flashback”ler eşliğinde tanıklık ederiz.
Souten no Ken her ne kadar bolca flashbak (geçmiş anılar) ile doldurulmuşsa da senaryo bakımından iyi başlıyor ama sonlara doğru bir hayli zayıf bir hal alıyor. Bunun en büyük nedeni mangasının devam etmesinin yanında animedeki karakterlerin bir hayli zayıf oluşu. Çünkü Kenshiro dışında açıkçası ona kafa tutabilecek, kıran kırana, ölümüne bir dövüş sergileyecek bir rakip maalesef yok. Hatta Kenshiro bile zaman zaman şoparlıklar yapıyor ki hiç yakıştıramadım. Dediğim gibi karakterler zayıf. Mesela Quing Bang’ın lideri Pan başta oldukça karizmatik görünüyor fakat her çıktığında ya Kenshiro’dan medet umuyor ya da ağlıyor. Bunun dışında karizmatik bir giriş yapan, Hokuto Shinken’in alt dalı sayılabilecek Hokuto Sonkaken eğitimi almış Charles de Guise bile bölümler ilerledikçe arka planda kalıyor. Bunun dışında diğer Hokuto üyeleri Ling-Wang ve Zhang Tai-Yan’da Kenshiro ile aynı ligde bile sayılmazlar. Demek istediğim Hokuto no Ken’e bakıyorum, Raoh gibi, Toki gibi, Rei gibi çok baba karakterler var ve oradaki Kenshiro birçok kez ölüm tehlikesi geçirdi ve Souten no Ken’de Kenshiro Kasumi çok rahat. Açıkçası ben daha okkalı elemanlar beklerdim. Veya ben yanılıyorumdur ve Kenshiro Kasumi belki de olağanüstü bir güce sahiptir:)
Atmosfer olarak da Souten no Ken beklentilerimi maalesef pek karşılayamadı. Çünkü Hokuto no Ken’de hemen her bölüm birileri dayak yerdi ve Sounten no Ken sürekli konuşmalarla falan geçiyor. Kenshiro arada iki dayak atıyor ve dövdüğü kişilerde zaten arka plan elemanları. Sonundan bahsetmiyorum bile. Zaten onu manganın devam etmesine bağlıyorum.
Görsel olarak ise seri bir hayli ihtişamlı. Özellikle benim izlediğim DVD versiyonunda kan ve açık sahneler bolca kullanılmış. Ayrıca Kenshiro’nun çizimi, ağzından sigarasını hiç çıkarmayışı, duruşu harika.Özellikle rakiplerine “Omaye wa mo Shinderu” yani sen çoktan öldün deyişi ve mevzusu geçen konu hakkında bir problemin mi var, varsa Yan-Wang’a anlat demesi karizmasına karizma katıyor. Müziklerse daha iyi olabilirdi. Açılış parçası idare eder ama kapanış müzikleri hoşuma gitmedi.
Sonuç olarak Hokuto no Ken ile Souten no Ken arasında dağlar kadar fark var. Mangasını bilmem ama animesi beklediğim gibi çıkmadı. Benim tavsiyem bölüm sayısı biraz çok olsa da önce Hokuto no Ken’i izlemeniz yönünde. Souten no Ken’de izlenebilir bir anime ama ondan çok daha iyi bir sürü anime de mevcut. Ayrıca inşallah günün birinde 62. varis Kenshiro ve 64. varis Kenshiro’nun bir dövüşünü de görmek nasip olur:)
Stüdyo: Souten Studio
Tür: Aksiyon, Dövüş, Dram
Yapım Yılı: 2006
Bölüm Sayısı: 26
Anime Puanı: 10/7
199X yılında yaşanan büyük nükleer felaket sonrasında dünya ülkeleri yok olmuş ve hayatta kalan insanlar arasında güçlü olan zayıf olanı ezmeye başlamıştır. Kötülüğün hüküm sürdüğü ve gücün tamamen kas gücüne dayandığı bu yeni ve acımasız dünyada bir adam, sevdiği kadını kurtarmak için uzun bir yola koyulmuştur. Bu adam adaletin savunucusu ve iyilerin tek ümididir. Bu adam 2000 yıllık Hokuto Shinken adlı dünyadaki en tehlikeli dövüş tekniğinin son varisi Kenshiro’dur.
Yukarıda paragrafta anlattıklarım animeler arasında en iyilerinden biri olan Hokuto no Ken, İngilizce adıyla Fist of The North Star’a ait. İncelemeye efsanevi Kenshiro ile giriş yapmak istedim çünkü Souten no Ken’de adından da tahmin edileceği üzere Hokuto no Ken ile bağlantılı bir anime.
Souten no Ken tarih olarak 1930’lu yıllarda geçiyor fakat 1970’li yıllarda, Hokuto no Ken’nin başkahramanı ve 64. varisi olan Kenshiro’nun doğması ile başlıyor. Hokuto Shinken’nin 63. varisi olan Ryuuken’nin dojosunda bir bebek dünyaya gelir ve bebeğin sol kulağının üstünde Hokuto yıldızlarının izi vardır. Ryuuken bundan etkilenerek bebeğe ölen abisinin ve en büyük varislerden biri sayılan, 62. varis olan Kenshiro Kasumi’nin ismini verir. Ardından da bizlere Kenshiro Kasumi’nin hikâyesini anlatmaya başlar.
Souten no Ken adlı animede Kenshiro, Ryuuken’nin himayesi altında doğsa da, orijinali böyle değildir. Hokuto no Ken’nin mangasında Raoh, Toki ve bebek Kenshiro, büyük bir iç savaş yaşanan Azura diyarından gelmektedirler. Bu kısa bilgiyi de belirtmek istedim.
Ryuuken, Souten no Ken’nin girişini yaptıktan sonra esas olaylar başlıyor. Bahsettiğim üzere Kenshiro Kasumi 62. varistir. Şanghay’da yaşayan Kenshiro “Yan-Wang” olarak da (Cehennem tanırısı) bilinmektedir. Hokuto no Ken’nin aksine Souten no Ken’de herkes Hokuto sanatını bilmektedir ve dolayısıyla Kenshiro’yu da tanımaktadır. Anime Kenshiro’nun Şanghay’dan ayrılarak Japonya’ya gitmesi ile başlıyor. Burada tanınmadan yaşamakta ve bir üniversitede profesörlük yapmaktadır. Kısa bir süre sonra liderliğini Kenshiro’nun “peng-yo”su olan (çok yakın arkadaş) Pan Yu-Ling’in yaptığı Quing Bang çetesinden bir arkadaşı Japonya’ya, Kenshiro’nun yanına gelir ve ona Şanghay’daki acı durumu anlatır. Anlattıklarına göre Pan ve Kenshiro’nun sevdiği kız olan Pan’ın kız kardeşi Yu-Ling öldürülmüş, tüm Quing Bang çetesi tasfiye edilmiş ve Şanghay’ın yeraltı hâkimiyeti acımasız Hong Hua Hui’in eline geçmiştir. Bunları duyan Kenshiro şok olur ve tekrar Şanghay’da dönmeye karar verir. Böylelikle Kenshiro öldürülen arkadaşının intikamına ve başta neden Şanghay’ı terk ettiğini “flashback”ler eşliğinde tanıklık ederiz.
Souten no Ken her ne kadar bolca flashbak (geçmiş anılar) ile doldurulmuşsa da senaryo bakımından iyi başlıyor ama sonlara doğru bir hayli zayıf bir hal alıyor. Bunun en büyük nedeni mangasının devam etmesinin yanında animedeki karakterlerin bir hayli zayıf oluşu. Çünkü Kenshiro dışında açıkçası ona kafa tutabilecek, kıran kırana, ölümüne bir dövüş sergileyecek bir rakip maalesef yok. Hatta Kenshiro bile zaman zaman şoparlıklar yapıyor ki hiç yakıştıramadım. Dediğim gibi karakterler zayıf. Mesela Quing Bang’ın lideri Pan başta oldukça karizmatik görünüyor fakat her çıktığında ya Kenshiro’dan medet umuyor ya da ağlıyor. Bunun dışında karizmatik bir giriş yapan, Hokuto Shinken’in alt dalı sayılabilecek Hokuto Sonkaken eğitimi almış Charles de Guise bile bölümler ilerledikçe arka planda kalıyor. Bunun dışında diğer Hokuto üyeleri Ling-Wang ve Zhang Tai-Yan’da Kenshiro ile aynı ligde bile sayılmazlar. Demek istediğim Hokuto no Ken’e bakıyorum, Raoh gibi, Toki gibi, Rei gibi çok baba karakterler var ve oradaki Kenshiro birçok kez ölüm tehlikesi geçirdi ve Souten no Ken’de Kenshiro Kasumi çok rahat. Açıkçası ben daha okkalı elemanlar beklerdim. Veya ben yanılıyorumdur ve Kenshiro Kasumi belki de olağanüstü bir güce sahiptir:)
Atmosfer olarak da Souten no Ken beklentilerimi maalesef pek karşılayamadı. Çünkü Hokuto no Ken’de hemen her bölüm birileri dayak yerdi ve Sounten no Ken sürekli konuşmalarla falan geçiyor. Kenshiro arada iki dayak atıyor ve dövdüğü kişilerde zaten arka plan elemanları. Sonundan bahsetmiyorum bile. Zaten onu manganın devam etmesine bağlıyorum.
Görsel olarak ise seri bir hayli ihtişamlı. Özellikle benim izlediğim DVD versiyonunda kan ve açık sahneler bolca kullanılmış. Ayrıca Kenshiro’nun çizimi, ağzından sigarasını hiç çıkarmayışı, duruşu harika.Özellikle rakiplerine “Omaye wa mo Shinderu” yani sen çoktan öldün deyişi ve mevzusu geçen konu hakkında bir problemin mi var, varsa Yan-Wang’a anlat demesi karizmasına karizma katıyor. Müziklerse daha iyi olabilirdi. Açılış parçası idare eder ama kapanış müzikleri hoşuma gitmedi.
Sonuç olarak Hokuto no Ken ile Souten no Ken arasında dağlar kadar fark var. Mangasını bilmem ama animesi beklediğim gibi çıkmadı. Benim tavsiyem bölüm sayısı biraz çok olsa da önce Hokuto no Ken’i izlemeniz yönünde. Souten no Ken’de izlenebilir bir anime ama ondan çok daha iyi bir sürü anime de mevcut. Ayrıca inşallah günün birinde 62. varis Kenshiro ve 64. varis Kenshiro’nun bir dövüşünü de görmek nasip olur:)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)