25 Haziran 2010 Cuma

Spirited Away

Yönetmen: Hayao Miyazaki
Stüdyo: Studio Ghibli
Tür: Macera, Fantastik
Yapım Yılı: 2001
Bölüm Sayısı: Film
Anime Puanı: 10/9.5



Spirited Away, Türkçe adı ile Ruhların Kaçışı küçük Chihiro ve ailesinin taşınması ile başlıyor. Chihiro ve ailesi arabayla yeni evlerine doğru gitmektedirler fakat Chihiro yaşadığı çevre ve okulundan ayrıldığı için üzgündür. Yolculukları sırasında kaybolurlar ve Chihiro’nun babası kestirme yoldur diye dar ve gizemli bir ormanlı yola arabasını sürüverir. Tehlikeli ve engebeli bir yolun sonunda karşılarına bir tünel çıkar ve Chihiro’nun anne ile babası merak içinde arabadan inerek tünele girerler. Chihiro tünele girmek istemez fakat yalnız kalmamak içinde annesinin koluna yapışmaktan başka çaresi yoktur. Tünelin diğer ucunda yayla gibi geniş bir alana varırlar ve birkaç terk edilmiş bina görürler. Chihiro’nun babası burasının ekonomiye ayak uyduramayan eski eğlence parklarından biri olduğunu söyler. Aile ufak nehri geçerek boş evlere doğru ilerledikçe burunlarına yemek kokusu gelir ve sanırım hala birkaç kişi burada çalışıyor diyerek yemek kokusunun peşinden giderler. Vardıklarında karşılarında açık büfe bulurlar ve Chihiro’nun babası kredi kartlarım ve nakit param yanımda diyerek deyim yerindeyse yemeğe dalıverir. Çok geçmeden Chihiro’nun annesi de yemeklere yumulur ve iki ebeveyn sanki bir daha yiyemeyeceklermiş gibi yemek yemeye başlarlar. Chihiro ise yemeği reddeder ve etrafı incelemeye başlar. Chihiro’nun karşısına Haku adında bir çocuk çıkar ve ona güneş batmadan hemen nehrin diğer tarafına geçmesini tembihler. Chihiro dediğini yapmak ister fakat önce anne ve babasının yanına uğrar. Ama Chihiro annesinin ve babasının birer domuza dönüştüğünü görünce şoka uğrar. Üstelik geldikleri küçük nehir de kocaman bir göl olmuştur. Etraf artık kararmıştır ve boş evlerin ışıkları birden yanmaya, etrafta hayaletler ve gizemli yaratıklar gezmeye başlar. Haku yeniden Chihiro’nun yanına döner ve ona eğer yaşamak ve aileni kurtarmak istiyorsan Kamaji’nin yanında iş bulması gerektiğini söyler. Böylece Chihiro yarım saat önceki normal hayatından koparak aklının ucundan bile geçiremeyeceği fantastik bir maceranın içinde kendisini bulmuş olur.

Ruhların Kaçışı, içerik olarak inanılmaz fantastik öğeleri sahip ve atmosfer her daim yüksek ve eğlenceli geçiyor. Bir insan olarak Chihiro’nun büyülü yaratıkların ve tanrıların arasında yaşamaya çalışması ve garip yaratıklarla olan iletişimi gerçekten harika. Öyle ki, vurdumduymaz bir kız olan Chihiro’nun aniden omzuna yüklenen yük ve yaşadıkları çok iyi tasvir edilmiş. Senaryonun işlenişi ve gidişatı için de mükemmel diyebilirim. Gözüme çarpan tek ufak ayrıntı, bu yeri kimse nasıl fark edemiyor anlayamadım. Tamam, Chihiro’nun ailesi dışında da domuza dönüşmüş birkaç insan görüyoruz ama bu giriş tüneli nasıl bir yerdedir ki, fark edilmiyor veya o kocaman yaylalar öyle değerlendirilmeden boş bırakılıyor. Bu minik ayrıntıyı saymazsak senaryo ve atmosfer için kusursuz bile diyebilirim.

Görsellik olarak Ruhların Kaçışı yine tıpkı Howl’un Yürüyen Şato’su gibi bir sanat eseri. Çizimler ve özellikle arka plan çizimleri olağanüstü. Karakterlerde bir harika. Üstelik böyle karakterleri başka animelerde kolay kolay göremezsiniz. Fakat bir olay dikkatimi çekti. Ruhların Kaçışı’ndaki Haku ve Yubaba ile Yürüyen Şato’daki Howl ile Sophie’nin yaşlı hali birbirlerine çok benziyor. Gerçekten ilginç bir ayrıntı. Türkçe seslendirmeleri de gayet başarılı ve profesyonelce yapılmış.

Özetle Ruhların Kaçışı tam bir Miyazaki klasiği ve içerdiği o eşsiz fantastik dünya ile mutlaka izlenmesi gereken bir anime filmi.

20 Haziran 2010 Pazar

Howl’s Moving Castle

Yönetmen: Hayao Miyazaki
Stüdyo: Studio Ghibli
Tür: Macera, Fantastik
Yapım Yılı: 2004
Bölüm Sayısı: Film
Anime Puanı: 10/9



Howl’s Moving Castle, Türkçe adı ile Yürüyen Şato büyü ile buhar teknolojisinin bir arada bulunduğu, tamamen fantastik bir dünyada geçiyor. Genç bir kız olan Sophie, çalıştığı şapka dükkânında sıradan bir yaşam sürmektedir ve hayattan pek fazla beklentisi yoktur. Günün birinde yolda yürürken tüm kızların hayran olduğu güçlü büyücü Howl ile karşılaşır ve beraberce Howl’un peşindeki garip yaratıklardan kaçarlar. Garip yaratıkları yollayan ise Howl’un kalbini isteyen bir cadıdır. Bu cadı aynı günün akşamüzeri Sophi’nin de karşısına çıkar ve Sophie’den Howl’a bir mesaj iletmesini ister. Fakat aynı zamanda cadı, Sophie’ye büyü yapar ve yaşlandırarak bir nine haline getirir. Sophie ilk önce ne yapması gerektiğini bilemez ve endişeye kapılır fakat daha sonra kendisini toparlar ve Howl’un yürüyen şatosunu aramaya koyulur. Nitekim Sophie şatoyu bulur ve içeriye adım attığında artık aklının ucundan bile geçiremeyeceği fantastik bir maceranın içinde olduğunu fark eder.

Yürüyen Şato’nun konusu masallardaki hikayeleri çok benziyor olabilir ama kurgusu ve işlenişi animeyi en üst sıralara taşımayı başarıyor. Özellikle öyle sıcak ve sevecen bir atmosfere sahip ki, insan izlerken asla sıkılmıyor ve peş peşe yaşanan ilginç olaylar izleyenini ekrana bağlamaya yetiyor da artıyor bile. Sophie’nin yaşadıkları, ruh hali ve olan biten ancak bu kadar iyi aktarılabilirdi diye düşünüyorum. Tek zayıf bulduğum nokta ise arka plan senaryo, yani Sophie’nin dışında fantastik dünyada yaşanan savaş ve kim kimin ülkesinde pek fazla anlaşılmıyor ve ancak sonlara doğru kimin krallığı kime karşı kavrayabiliyorsunuz. Veya belki de ben anlayamamış olabilirm:) Uzun lafın kısası fantastik dünyada da yaşananları anlayabilmek için seriyi biraz dikkatli izlemelisiniz. Bunun dışında kurgu ve işleniş bakımından kusursuz diyebilirim.

Görsellik bakımından anime tam bir sanat eseri. Arka plan çizimler sanki birer tablodan fırlamış gibi ve her bir kare masaüstünüze duvar kâğıdı olabilir. Karakterler de bir o kadar sevimli. Özellikle ateş cini Calsifer ve küçük Markl şahane karakterler. Müziklere girecek olursam; filmde sözlü parça pek yok ama çalan diğer parçalar seriyi taşımasını biliyor. Seslendirme olarak da orijinalini bilemem ama Türkçe seslendirmesi çok tatlı ve başarılı olmuş. Gördüğüm tek kusur, “Witch of the Waste” lakaplı cadının kötülükler cadısı olarak çevrilmesi pek uymamış ve insana madem kötü nasıl geziniyor, nasıl kraliyet binasına girebiliyor diye merak ettirebiliyor. Bunun yerine tam karşılığı olmasa da sürgünde olduğu için sürgündeki cadı denilse daha mantıklı olurdu diye düşünüyorum.

Sonuç olarak, Miyazaki filmlerini nerede görsem övgü ile bahsediliyordu ve Howl’s Moving Castle’ı izledikten sonra anladım ki anime gerçekten bu övgüleri hak ediyor ve mutlaka başta yaşattığı o şahane görsellik için herkesin izlemesi gereken bir anime filmi diye düşünüyorum.

16 Haziran 2010 Çarşamba

Desert Punk Sunabouzu

Yönetmen: Takayuki Inagaki
Stüdyo: Gonzo
Tür: Aksiyon, Komedi
Yapım Yılı: 2004
Bölüm Sayısı: 24
Anime Puanı: 10/5.5



Desert Punk Sunabouzu, tıpkı Hokuto no Ken serisindeki gibi gelecekte (biraz daha uzak gelecekte) geçiyor. Dünya üzerinde yaşanan nükleer savaşlar nedeniyle medeniyetler çökmüş, yeşil alanlar çölleşmiş ve en önemlisi teknoloji bir hayli gerilemiştir. Yaşanan kıyametten sonra hayatta kalan insanların çoğu Kanto çölünde bir araya gelerek yaşamaya başlamış ve kıyametten önceki zamana “Dark Age” yani karanlık çağ adı verilmiştir.

Böyle bir ortamda kahramanımız Hokuto no Ken’deki gibi iyilerin dostu, kötülerin can düşmanı değil, tam tersine menfaatçi, kadın düşkünü, hilebaz, vicdansız, kötü niyetli, vurdumduymaz, parayı gurura tercih eden ve tam bir pislik olan ama işinin de ehlisi olan Sunabouzu lakaplı Kanto Mizuno’dur. Uzun lafın kısası Kanto tam bir anti kahramandır fakat dediğim gibi işinde çok iyi olduğu için ona çöl hayaleti lakabı verilmiştir. Özel ekipmanları ve babasından kalma 87 model Winchester’ı ile karşısındakine korku dolu anlar yaşatabilmektedir. Kanto bir “handyman”dır, yani para karşılığı her işi yapmaktadır. Seri boyunca da Kanto’nun bu garip maceralarına tanık oluyor ve ahlaksızlıklarının bir nevi tadını çıkarıyoruz.

Konu olarak Desert Punk Sunabouzu’da bölümler arasında bir bağ yok. Her bölüm Kanto’nun farklı bir macerasına tanık oluyoruz ve sona doğru geldikçe asıl konu şekilleniyor ama anime tamamen yarım bittiği için sonu büyük hayal kırıklığı yaşatıyor. Üstelik asıl önemli olaylar, Kanto’nun asıl büyük maceralarının başladığı anda anime sona eriyor. Bunun en büyük nedeni ise mangasının devam etmesi olsa gerek.

İçerik olarak ise bölümler çok uyumsuz. Demek istediğim, bir bölüm çok komik, bel altı, hatta tamamen Asagiri Junko adlı karakterin göğüslerine odaklanırken diğer bölümler daha ciddi geçebiliyor. Karakter bakımından ise anime bir hayli zengin fakat en önemli unsur olan atmosfer pek başarılı değil. Yani anime kötü bir anime sayılmaz ama insanı bağlayamıyor, kendisine çekemiyor. Desert Punk Sunabouzu’nun yoğun ve ilginç bel altı mizahı dışında ne konu bakımından ne de başka bir bakımından ayırt edici bir özelliği, kendine has bir ruhu yok.

Görsel olarak anime kaliteli fakat ilk açılış sahnesi tam bir fiyasko. Açılış sahnesinde gerçek kişiler kullanılmış ve iğrenç müziği de eklediniz mi ortaya berbat bir şey çıkmış. Neyse ki bu durum 13. bölümden sonra düzeliyor ve anime doğru düzgün hem açılış hem de kapanış parçasına kavuşuyor. Müziklere ise hiç girmiyorum bile çünkü söylenecek pek fazla olumlu bir şey yok.

Sonuç olarak Desert Punk Sunabouzu’nun en ilginç yanı sıra dışı bir kahramana, daha doğrusu halk düşmanına sahip olması dışında pek bir özelliği bulunmayan, birkaç espri ile ayakta kalmaya çalışan bir animeden öteye geçemiyor. Çok kötü değil ama izlemeseniz de olur.

6 Haziran 2010 Pazar

Tokyo Godfathers

Yönetmen: Satochi Kon
Stüdyo: Madhouse Studios
Tür: Dram, Komedi
Yapım Yılı: 2003
Bölüm Sayısı: Film
Anime Puanı: 10/10



Tokyo Godfathers, üç farklı kişiliğe sahip olan üç farklı evsiz insanın noel arifesinde yaşadığı macerayı anlatıyor. Evinden kaçan Miyuki, orta yaşlarını biraz geçmiş olan alkolik Gin ve travesti Hana’yı hayat bir şekilde bir araya getirmiştir. Üçü mukavvadan bozma kare bir kutuda, sokaklardan çöp toplayarak karınlarını doyurmaya ve yaşamaya çalışmaktadırlar. Karlı bir noel gecesinde yine çöpleri karıştırırken bir bebek sesi duyarlar ve çöplerin arasında bir bebek bulurlar. Gin ve Miyuki, Kiyoko adını verdikleri bebeği hemen polise götürmek isterler ama hep anne olmak isteyen Hana bebeğe çok bağlanır ve bir anne nasıl bebeğini sokağa atabilir diye sitem eder. Böylece Gin ve Miyuki’yi de ikna eden Hana, Kiyoko’yu ailesine kendi geri götürmek ve bunu nasıl yapabildiğini öğrenmek için yola koyulurlar. Bu üç evsiz insanın bilmediği şey ise kendilerini belki bir daha yaşamayacakları trajikomik bir maceranın beklemesidir.

Tokyo Godfathers’ın konusunun aslında ikinci sınıf filmlerden bir farkı yok ve gayet sıradan bir konu ama işlenişi öyle güzel, karakterleri öyle harika ki, anime izleyicisini inanılmaz bağlıyor. Özellikle karakterler öyle güzel bir performans sergiliyor ki, gerçek insanlar olsa başta travesti Hana olmak üzere hepsi oscarı hak ederdi. Sıradan olaylar öyle bir anlatılmış, bir araya getirilmiş ki, insan asla sıkılmıyor ve kimi yerlerde gülmekten kırılırken kimi yerlerde insan hüzünlenebiliyor. Anime tamamen gerçekçi bir çizgide, atmosferi inanılmaz güzel bir şekilde ilerliyor ve ayrıca bizlere evsiz insanların da bu dünya üzerinde bir yeri olduğunu, her evsizin küçük görülecek bir tinerci veya gaspçı gibi biri olmadığını gözler önüne seriyor.

Görsellik bakımından Tokyo Godfathers inanılmaz güzel bir anime. Çizimleri çoğu animede görmeye alışık olduğumuz gibi değil (büyük gözler, renkli saçlar karizmatik karakterler vb.) ama inanın bu animeye bu gerçeğe yakın çizimler çok daha yakışmış. Bilhassa Hana ve Gin’in çizimleri inanılmaz güzel ve konuşurkenki mimikleri şahane. Müzikler ise neredeyse yok denilecek kadar az ama o ilginç konuşmaları ve yaşanan diyaloglar müziğe hiç ihtiyaç duyurmuyor.

Sonuç olarak Tokyo Godfathers’in böyle güzel bir anime filmi olduğunu hiç tahmin etmemiştim ve gerek içeriği, gerekse eşsiz karakterleri ile inanılmaz derecede güzel bir atmosfere sahip. Benim görüşüm, Tokyo Godfathers herkesin mutlaka izlemesi gereken, içinizi ısıtacak şahane bir yapım.

2 Haziran 2010 Çarşamba

Blade of the Immortal

Yönetmen: Koichi Mashimo
Stüdyo: Bee Train
Tür: Dram, Aksiyon
Yapım Yılı: 2008
Bölüm Sayısı: 13
Anime Puanı: 10/7.5



Blade of the Immortal, ölümsüz bir samuray olan Manji’yi konu alıyor. Manji, eğitim gördüğü dojosunun ustasını, kötü yola saptığı için öldürmüştür. Bunun üzerine tüm dojo Manji’nin peşine düşer fakat Manji hepsini öldürür. Böylece adı 100 kişinin katiline çıkar. Bu öldürdükleri arasında kanun adamı olan kız kardeşinin kocası da vardır. Kocasının ölümü ile Manji’nin kız kardeşi aklını yitirir ve Manji ona göz kulak olmaya başlar. Günün birinde Manji’nin karşısına Yaobikuni adında ölümsüz ve 800 yaşında olan bir rahibe çıkar. Rahibe Manji’yi ölümsüz yapar fakat bu hayat Manji’nin hoşuna pek gitmez. Yinede Manji ölümsüzlüğünü kullanarak öldürdüğü yüz iyi adamın kefareti olarak bin kötü adamı öldürmeye ant içer.

Bir yandan da, Itto-ryu adlı samuray topluluğu karşılarına çıkan dojoları basmakta ve öğrenci – usta ayrımı yapmadan herkesi öldürmektedir. Rin’in babası da katledilen dojolardan birinin ustasıdır ve Rin hem babasının hem de annesinin Itto-ryu’nun başı olan Anotsu Kagehisa ve ekibi tarafından katledilişine şahit olur. O günden sonra Rin, intikam için yemin eder ve iki yıl aradan Rahibe Yaobikuni ile karşılaşır. Rahibe ona Manji’den bahseder ve Rin’in Manji’yi koruma olarak tutmasını tavsiye eder. Böylelikle Manji ve Rin bir araya gelirler animesi kısa olsa da uzun bir macera başlamış olur.

Senaryo bakımından Blade of the Immortal basit görünse de içerik olarak aslında ağır bir anime. Aksiyon dolu dövüşlerin yanında konuşmalar bir hayli fazla ve felsefi içeriği ile herkese hitap etmeyebilir. Bazı bölümlerde ise atmosfer bayağı bir düşüyor ve insan hakikatten sıkılabiliyor. Fakat yaşanan dövüş sahneleri ise her animede karşınıza çıkmayacak cinstenler. Üstelik öyle abartılı, doğaüstü hareketler de yok. (Tabi Manji’nin ölümsüzlüğü dışında.) Yani Blade of the Immortal bizlere dövüş sahnelerinin cılkı çıkmadan da gayet başarılı bir şekilde yapılabileceğini gösteriyor. Bana tek mantıksız gelen tarafı, Manji o kadar silahı kimonosunun neresine saklıyor hala anlayabilmiş değişim.

Görsel olarak Blade of the Immortal çok kaliteli bir anime. Şiddet, kan ve cinsellik öğeleri de çok iyi yansıtılmış. Müzikler ise şahane fakat Makie adlı ilginç karakterin yaptığı müzik (adına ne denir bilmiyorum, Japon sanat müziği desek:) kulaklarımı epey bir tırmaladı. Bunun dışında hem görsellik hem de müzikler on numara.
Blade of the Immortal tam asıl olayların başlayacağı yerde maalesef pat diye sona eriyor. Bunun şüphesiz en büyük nedeni 1994 yılından bu yana mangasının devam etmesi. Benim anlamadığım ise zaten konu yarım, o zaman daha fazla bölüm ile daha çok şey anlatılabilirdi. Özet olarak Blade of the Immortal sonu ile hayal kırıklığı yaratıyor ve içerik olarak özellikle küçük yaştaki anime sevenler için ağır gelebilir.