29 Mart 2011 Salı

Durarara!!

Yönetmen: Takahiro Omori
Stüdyo: Brain’s Base
Tür: Aksiyon, Macera
Yapım Yılı: 2010
Bölüm Sayısı: 24
Anime Puanı: 10/9



Durarara!!, Türkçe olarak “Kafasız” anlamına geliyor ve adını barındırdığı karakterlerden birinden alıyor. Durarara aynı zamanda Ryohgo Narita’nın kısa romanlarından uyarlanmış bir anime ve Baccano’nun da kardeşi sayılır. Narita, Baccano adlı animenin de yaratıcısıdır ve bu yüzden Durarara ile Baccano arasında mekan ve karakter dışında pek fark yoktur.

Durarara’da hikaye Tokyo’nun en işlek ve kalabalık semtlerinden biri olan Ikebukuro’da geçiyor. Birbirinden farklı ve bağımsız bir avuç insanın yolları, günde milyonların ziyaret ettiği Ikebukuro’da kesişir ve akıl almaz olaylar zinciri başlamış olur. Hikaye, Mikado Ryugamine adlı lise öğrencisinin arkadaşı Kida Masaomi’nin isteği üzerine Ikebukuro’ya, Raira Akademisi’nde okumak üzere gelmesi ile başlıyor. Ryugamine daha önce hiç yaşadığı şehirden ayrılmamıştır ve Ikebukuro gibi kalabalık, hiç uyumayan ve aynı zamanda tehlikeli bir şehre geldiği için çok heyecanlıdır. Masaomi, Ryugamine’ye daha ilk günden birkaç uyarıda bulunur; Izaya Orihara ile dost olma, barmen kılığında gezen adamın yoluna sakın çıkma, Dollars adındaki gizli çeteye bulaşma, geceleri tek gezme ve efsanevi kara motosikletliye dikkat et çünkü rivayetlere göre kafası yoktur… Böyle bir ortamda Ryugamine belaya her ne kadar bulaşmamaya çalışsa da bela ona daha geldiği ilk günden bulaşmıştır bile ve garip olaylar zincirinin ilk halkası çoktan kırılmıştır.

Yukarıda da bahsettiğim gibi Durarara, Baccano’ya çok benziyor. Karakter bolluğu olsun, konu anlatımı olsun her yönden ilgi çekici. Konu anlatımı ve yaşattığı atmosfere geçmeden önce Durarara’nın önemli karakterlerini kısaca tanıtayım;

Mikado Ryugamine: Bahsettiğim gibi liseye başlamak için Ikebukuro’ya gelmiştir. Çekingen ama düşündüğünü söyleyen bir yapıya sahip olan Mikado, sıradan biri olmak istememektedir.

Masaomi Kida: Ryugamine’nin en iyi arkadaşıdır. Sürekli neşeli olan, Ikebukuro’da birçok kişiyi tanıyan Masaomi’nin aslında büyük bir sırrı vardır.

Celty Sturluson: Durarara’ya ismini veren karakterdir ve İrlanda’dan gelen bir “Dullahan” yani kafasız bir peridir. Celty, siyahlar içinde, sarı kaskı ve at kişnemesi sesi çıkaran motoru ile Ikebukuro’da olduğunu düşündüğü kafasını aramaktadır. Halk arasında efsane bile olmuştur.

Izaya Orihara: Animenin en kurnaz, sinsi ve para karşılığında bilgi satan, şehri birbirine katmaya seven karakteridir. Zehir gibi çalışan aklı ile herkesten bir adım öndedir ve ne yapacağı asla kestirilemez.

Shizuo Heiwajima: Durarara’daki en favori karakterim olan Shizuo, sürekli barmen elbiseleri ve mavi güneş gözlükleri ile gezmektedir. Çocukluğundan beri çabucak sinirlenen Shizuo’nun “sinirlendiğinde” olağanüstü gücü ortaya çıkmaktadır. Öyle ki, yiyecek-içecek otomatlarını, trafik levhalarını yerinden sökebilmektedir. Ayrıca Izaya’nın ezeli düşmanıdır.

Anri Sonohara: Ryugamine ve Masaomi ile takılan, gözlüklü ve göğüsleri ile dikkat çeken Anri sessiz sedasız bir karakterdir ama onun da bazı sırları vardır.

Shinra Kishitani: Shinra, Celty ile birlikte yaşamaktadır ve bir yeraltı doktorudur. Bu yüzden genellikle illegal ameliyatlara katılmaktadır. Kişiliği ise bir hayli çarpıktır.

Elbette karakterler saydıklarıma sınırlı değil. Kadota ve arkadaşları, Rus Simon Brezhnev, Yagiri kardeşler gibi birçok karakter Durarara’da mevcut. Ayrıca nasıl Baccano’da ölümsüz karakterler vardıysa, Durarara’da da Celty gibi ilginç karakterler mevcut. Yani işin içinde biraz da fantastik öğeler yok değil.

Atmosfer bakımından Durarara’da tempo genellikle hep yüksek ve çok nadir düşüyor. Bölüm anlatımları tıpkı Baccano’daki gibi bir olayı farklı karakterlerin bakış açıları açısından anlatılıyor ve birbirleri ile nasıl kesiştiklerine şahitlik ediyoruz. Yani bölümler birbirleri ile kesişiyor ve kimin, nereden, nasıl geldiğini görüyorsunuz. Anime konu bakımından içerisinde ikiye ayrılmış durumda. İlk 13 bölüm bir olay üzerine yoğunlaşırken, kalan bölümler başka bir olay üzerine yoğunlaşıyor. Hemen şunu da söyleyeyim, ilk 13 bölüm mükemmel ötesi kurgulanmış. Hikayenin akışı, karakterlerin birbirleri ile etkileşime girmesi çok iyi aktarılmış ve atmosfer daima yüksek. Bu müthiş kurgunun yanında 13. bölümden sonraki bölümler konu bakımından maalesef biraz sönük kalıyor. Yanlış anlaşılmasın, kötü değil ama ilk 13 bölüm o kadar iyi ve sürükleyici ki ikinci konu ilk konunun gölgesinde kalmış. Eğer anime sadece ilk 13 bölümden oluşsaydı emin olan tereddütsüz 10 tam puanı basacaktım.

Görsel ve müziksel olarak Durarara on numara bir anime. Çizimler tipik anime çizimleri ama kalitesi yüksek. Ikebukuro gerçeğine benziyor mu bilemem ama yansıtmak istediği atmosferi çok iyi yansıtıyor. Her biri farklı karakterler de bunun tuzu biberi olmuş. Müziklerinden özellikle ilk açılış parçası olan “Uragiri no Yuuyake” adlı parça çok hoş bir parça. Diğer açılış müziği ve kapanışların da aşağı kalır yanı yok ama en iyisi birincisi derim. Ayrıca yine tıpkı Baccano’daki gibi opening sırasında on saniyelik bir özet sıkıştırılmış. Yani müziğin sözleri aniden kesiliyor ve özeti izledikten sonra opening kaldığı yerden devam ediyor.

Kısacası Baccano’yu seven Durarara!!’yı da mutlaka sever ama eğer iki seriyi de izlemediyseniz çok şey kaçırmışsınızdır. Bu yüzden önce Durarara veya Baccano fark etmez, ikisini de izlemenizi şiddetle tavsiye edebilirim.

21 Mart 2011 Pazartesi

Le Chevalier D’Eon

Yönetmen: Kazuhiro Furuhashi
Stüdyo: Production I.G.
Tür: Fantastik, Dram, Tarihi
Yapım Yılı: 2006
Bölüm Sayısı: 24
Anime Puanı: 10/6



Le Chevalier D’Eon, 18. yüzyılda (1728 – 1810) 15. Louis egemenliği altındaki Fransa’da gerçekten yaşamış olan Şövalye D’Eon’dan esinlenerek yapılmış bir animedir. D’Eon yaşadığı dönemde doğrudan krala bağlı olan Le Secret du Roi adlı toplulukta yaptığı casusluklarla ün kazanmıştır. Fakat kendisini asıl ünlü eden hayatının ilk yarısında erkek olarak, ikinci yarısında kadın olarak yaşamasıdır. (Gerçek cinsiyeti kadındır). Şövalye D’Eon hakkında ayrıntılı bilgi için İngilizce Vikipedi sayfasına bakabilirsiniz.

Bahsettiğim gibi anime, fantastik bir şekilde de olsa Şövalye D’Eon de Beaumont’un hayatını konu alıyor. Hikaye 1753 Paris’inde, Sen Nehri’nde bir cesedin bulunması ile başlıyor. Ceset bir botun içindeki tabutun içinde bulunmuştur ve Lia de Beaumont’a aittir. Cesede ait tek ipucu tabutun üzerine kanla yazılmış olan “Psalms” kelimesidir. Lia’nın kardeşi D’Eon ise 15. Louis’in hizmetinde olan bir şövalyedir. D’Eon bir yandan gizli polis olarak kaybolan Fransız kadınlarını ararken, bir yandan da ablasını öldüreni bulmaya ant içmiştir. Fakat çok geçmeden kaybolan kadınlar ve Lia’nın arasında bir bağ keşfedilir ve üstüne üstlük Lia’nın kızgın ruhu D’Eon’a musallat olmuştur. D’Eon’a ablasının katillerini bulmada meşhur kılıç ustası Teillagory, yetenekli Durand ve genç Robin eşlik etmektedir.

Le Chevalier D’Eon adlı anime ilk başta bir hayli gizemli olarak başlıyor fakat bölümler ilerledikçe bundan bir gram bile eser kalmıyor. Atmosfer maalesef ilk birkaç bölümdeki gibi heyecan dolu kalmıyor ve fantastik unsurlara aşırı kaçılmış. Elbette belgesel izleyecek halimiz yok ama konu ilerledikçe saçmalıyor ve büyüler, garip ilişkiler derken bir bakmışsınız tavandaki noktaları saymaya başlamışsınız. Anime bittiğinde de şöyle bir durup düşünüyorsunuz ve konu neydi diye merak ediyorsunuz. Bir de Lia faktörü var ki… D’Eon’un içine girerek bedenini ele geçirmesini anladık ama D’Eon’un dudaklarının Angelina Jolie’ninkiler gibi şişip kadına dönüşmesi, saçındaki kurdelenin açılarak saçlarının dalgalanması, hatta D’Eon’un kadın elbiseleri giymesi bana ters geldi. Yani baş karakterimiz iki cinsiyetli (transseksüel) bir insan. Ayrıca herkesin neredeyse Lia’ya tapması, tanrı muamelesi görmesi beni çileden çıkardı.

Peki animenin iyi yanı yok mu? Var ama eksilerin yanında maalesef gölgede kalıyorlar. D’Eon dışında diğer karakterlerin kişilikleri, gerçek olaylarla fantastik kurgunun bir araya getirilmesi ve dövüş sahneleri animenin şüphesiz en iyi yanı.

Le Chevalier’in çizimleri diğer animelere nazaran daha gerçekçi fakat her nasılsa bana pek kaliteli gelmedi. Yani surat ifadeleri bana tuhaf geldi. Özellikle kızarlarken çok çirkin duruyorlar. Müzikleri de idare eder fakat kapanış parçası olan Over Night isimli parça benim çok hoşuma gitti. Uzun zamandır duyduğum en iyi parça diyebilirim.

Uzun lafın kısası Le Chevalier D’Eon benim beklentilerimi karşılayamadı. Anime Fransız havasını size çok iyi yansıtıyor ama bunun dışında maalesef boş. Alternatifleri değerlendirmenizi öneririm.

9 Mart 2011 Çarşamba

Shiki

Yönetmen: Tetsuro Animo
Stüdyo: Daume
Tür: Gerilim, Doğaüstü
Yapım Yılı: 2010
Bölüm Sayısı: 22
Anime Puanı: 10/9.5



Shiki’de hikâye Sotoba adında, etrafı ormanlarla çevrili sakin ve sessiz bir köyde süregeliyor. Kasaba, sıradan, normal alışagelmiş bir kasabadır. Bu kasabada herkes birbirini tanımaktadır ve suç oranı sıfırdır. Doğal ölümler haricinde herhangi bir ölüm gerçekleşmez ve buradaki insanlar birbirlerine düşkün oldukları kadar dedikodu yapmayı da sevenler. Günün birinde, yıllardır boş olan Kanemasa malikânesine birileri taşınır. Taşınan aile tüm kasaba halkının dikkatini çeker çünkü malikâneyi sanki yüzyıllar öncesinden kalma bir şato gibi inşa etmişlerdir. Kimileri bu malikâneye kıskanç gözlerle bakar, kimileri de kasabanın imajına yakışmadığını düşünür. Fakat esasında kimse ikinci defa dönüp bakmaz bile. Birilerinin Kanemasa malikânesine taşınması ile aynı zamanda insanlar garip bir hastalıktan ölmeye başlar. İnsanlar önce durgunlaşmaya, ardından yataklara düşmeye ve sonunda da ölmeye başlar. Elbette kimse Kanemasa malikânesine ve ölümler arasında bir bağ kurmaz. Kasabada ansızın insanlar iki – üç gün ara ile ölmeye başlarlar. Kasabanın doktoru ve saygı gören bir aileden gelen Toshio Ozaki önceleri bunun bir salgın olduğunu düşünür. Lakin doktor çok yakında asıl sebebin bu olmadığını anlar. Fakat Doktor Ozaki’den önce olayı çözmüş birisi vardır. Kasabanın gençlerinden Yuuki, insanların bir salgından dolayı değil “Shiki”ler, yani vampirler tarafından öldürüldüğünü bilmektedir.

Shiki, anlayacağınız üzere vampir temalı bir anime. Fakat en büyük özelliği ve kendisini diğer vampir animelerinden ayıran özelliği işlenişi. Shiki’de ne Hellsing’teki gibi karizmatik ve süper yetenekli vampirler, ne de başka serilerdeki gibi üstün yetenekli, kendini kötüyle savaşmaya adamış insanlar vardır. Shiki’de insanlar normal benim, sizin gibi insanlardır ve vampirlerde sadece hayatta kalmaya çalışan ama belirli bir otorite tarafından yönetilen yaratıklardır. Demek istediğim, bu animede iyi veya kötü diye bir kavram yok. Normal olması gibi herkes kendini düşünmektedir ve herkes kendince haklıdır. Herkes yaşamak için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdır.

Animenin atmosferi ilk birkaç bölüm boyunca ağır ilerliyor ve karakter bolluğu da insanın kafasını biraz karıştırabiliyor. Ama birkaç bölüm ilerledikçe ve Sotoba halkını da tanıdıkça atmosfer her bölüm giderek artmaya başlıyor. Özellikle son altı – yedi bölüm tavan yapıyor diyebilirim. Senaryo izleyenini asla sıkmıyor ve anime dünyasına yeni bir şey katmasa da yukarıda bahsettiğim herkes önce kendi canını düşünüyor olgusu animeyi bir hayli ilginç kılıyor.

Görsel olarak Shiki bir hayli kaliteli bir anime. Çizimler, karakter bolluğu ve her karakterin kendi kişiliği Shiki’yi renkli ve çekici kılıyor. Benim tek beğenmediğim taraf saç modelleri. Yeşil saçlı, mor saçlı, pembe saçlı, sarı saçlı ve üstelik değişik şekillerde saçı olan birçok karakter var. Açıkçası daha normal görünselermiş bence daha iyi olurdu. Animenin müzikleri ise gerçekten şahane. Özellikle ilk açılış parçası çok güzel ve seri içinde çalan parçalar da animeyi cuk oturmuş diyebilirim.

Sonuç olarak ben Shiki’nin bu kadar iyi çıkacağını tahmin etmemiştim. Vampirlerden hoşlananlar Shiki’yi zaten es geçmemeli ama benim gibi vampirleri pek takan biri değilseniz bile Shiki’yi mutlaka izlemenizi öneririm.