Yönetmen: Yasuhiro Takemoto
Stüdyo: Kyoto Animation
Tür: Okul, Günlük Hayat
Yapım Yılı: 2012
Bölüm Sayısı: 22
Anime Puanı: 10/6
Hyouka, Honobu Yonezawa’nın yine aynı adlı romanlarından uyarlanma bir animedir. Animeden önce Task Ohna tarafından kaleme alınan mangası da bulunmaktadır.
Hyouka’nın konusu Oreki Hotaru’nun Kamiyama Lisesi’ne gitmesi ile başlıyor. Hotaru tembel bir insan olmasa da genelde arka planda kalmaya çalışan, etkinliklere pek katılmayan kendi deyimiyle “yapmak zorunda olmadığım şeyleri yapma” kuralına sıkıca bağlı olan bir öğrencidir. Yine Kamiyama Lisesi’nde okumuş olan ablasının isteği ile Klasik Edebiyat Kulübüne (Classic Literature Club) katılır. Kulübün diğer üyeleri ise ortaokuldan arkadaşları Fukube Satoshi, Ibara Mayaka ve yeni tanıştığı Eru Chitanda’dır. Hotaru’nun en büyük yeteneği (kendisi sadece şans dese de) Sherlock Holmes misali etrafında gelişen garip olayları çözebilmesidir. Elbette elde yeterince veri olursa. Daha Klasik Edebiyat kulübüne ilk girdiğinde (kilitli kapıyı anahtarla açınca ve Chitanda’nın içeride olduğunu görünce ama Chitanda’nın deyimiyle içeri girdiğinde kapı açıktır ve kendisi kilitlememiştir) Chitanda’nın ilk gizemini çözmesi ile Chitanda’nın dikkatini bir hayli çekmiştir. Anime esnasında ise Hotaru’nun arkadaşlarının yardımı ile okulda yaşanan diğer küçük gizemleri (45 sene önce Klasik Edebiyat Kulübünde ne oldu, matematik öğretmeni neden anlatmadığı halde anlatmış gibi konuyu geçtiği vs.) açığa çıkarmasına tanıklık ediyoruz.
Hyouka’da olaylar Oreki Hotaru’nun bir dedektif gibi olayları birbirine bağlayıp çözmesine dayanıyor ve bu yüzden animede biraz “gizem” havası da mevcut. Lakin bu gizemler sizi heyecanlandırmaya maalesef yetmiyor. Animeye de ismini veren ve Klasik Edebiyat kulübünün her sene kültür festivalinde çıkardığı dergi olan Hyouka konusu, daha doğrusu gizemi animenin ilk altı bölümünü oluşturuyor ve açıkçası bana çok sıkıcı geldi. Tamam, ortada bir gizem, bir soru işareti var ama bu gizem bana yeterince heyecanlı gelmedi. 6. bölümden sonra ise anime biraz daha güzelleşiyor ve izlemesi daha zevkli bir hal almaya başlıyor. Fakat 18. bölümden sonra başka bir gizeme geçilmesi ile yine anime hız kaybediyor ve şahsen ben Hyouka’ya sıkılarak, üfleye püfleye son verdim. Hyouka’da genelde her bölüm Chitanda’nın gözleri parlar ve “Oreki-san senin düşüncen nedir?” cümlesinden sonra Hotaru olayı çözer ve iş biter. Dediğim gibi ilk altı bölüm ve son dört bölüm başta olmak üzere Hyouka beni pek etkileyemedi ve mantığı, yani okulda yaşanan Sherlockvari gizem olayını beğenmeme rağmen bu gizemleri yetersiz ve en önemlisi sıkıcı buldum.
Hyouka’nın çizimleri benim için animenin en başarılı tarafı. Özellikle karakter çizimleri, sergiledikleri mimikler bir hayli sempatik. En başta Hotaru olmak üzere animede her karakter gayet başarılı ve hiçbir iticilik bulunmamakta. Hem tavırları cana yakın hem de olayları çözüşü eğlenceli. Bir de konu güzel olsaymış ortaya bomba bir anime çıkarmış diyebilirim. Belki de Hyouka’yı sonuna kadar izlememin tek nedeni başarılı çizimleri ve karakterleridir. Animenin müzikleri de fena sayılmaz. İlk açılış ve kapanış parçasını pek beğenmedim ama ikinci açılış ve kapanış çok daha iyi. Ibara Mayaka’nın seslendirmesi ise on numara olmuş. Bir karaktere bir ses ancak bu kadar yakışabilirdi.
Kısacası Hyouka’dan benim beklentilerim daha fazlaydı ve izledikten sonra maalesef biraz hayal kırıklığına uğradım. Çizimleri ve karakterleri ile anime harika ama en büyük zaafı olan senaryosu yüzünden ben Hyouka’dan pek tat alamadım. Hyouka için kötü veya izlemeyin demem ama beklentilerinizi de çok yüksek tutmayım. Yoksa benim gibi birazcık üzülebilirsiniz :)
29 Ekim 2012 Pazartesi
19 Ekim 2012 Cuma
Shigurui
Yönetmen: Hiroshi Hamazaki
Stüdyo: Madhouse
Tür: Tarihi, Dram, Samuray
Yapım Yılı: 2007
Bölüm Sayısı: 12
Anime Puanı: 10/8.5
Stüdyo: Madhouse
Tür: Tarihi, Dram, Samuray
Yapım Yılı: 2007
Bölüm Sayısı: 12
Anime Puanı: 10/8.5
Türkçeye çevrildiğinde “Ölüm için Çıldıranlar” manasına gelen Shigurui adlı animede hikâye 1629 yılında, Shizuoka’da başlıyor. Bir damiyo (yüksek rütbeli lord) ve aynı zamanda Shogun Tokugawa Iemitsu’nun kardeşi olan Tokugawa Tadanaga, 22 samurayın katılacağı bir turnuva düzenlemiştir. Lakin bu turnuvayı diğerlerinden ayıran en büyük özelliği gerçek kılıçların kullanılacak olmasıdır. Diğer lordlar buna karşı çıksa da bir tanesi hariç kimse sesini çıkaramaz. Torii Naritsugu adındaki lord, Tadanaga’nın “kan görme” hırsını gözleri önünde “seppuku” yani bağırsaklarını deşerek intihar ederek dindirmeye ve onu caydırmaya çalışır ama çabaları nafiledir. Turnuva düzenlenir ve iki samuray meydandaki yerlerini alır. Samuraylardan biri tek kollu Fujiki Gennosuke, rakibi ise topal ve aynı zamanda kör olan Irako Seigen’dir. Doğal olarak müsabakayı izleyen çoğu lordlar samurayların durumuna şaşırır. Bundan sonra ise olaylar yaklaşık yedi sene öncesine gider ve Gennosuke ile Seigen’nin o noktaya nasıl geldiği anlatılmaya başlanır.
Shigurui adlı anime Gennosuke ve Seigen’nin nasıl o hale geldiğini izleyicisine merak ettirerek iyi bir başlangıç yapıyor ve genel olarak 12 bölüm merak içinde ve en önemlisi sürükleyici bir biçimde ilerliyor. Senaryonun başka flashbackler ile harmanlaması başarılı olmuş ve animedeki o gerilimli havayı iyi yansıtıyor. Kapaktan da anlayacağınız üzere Shigurui’de bolca kana ve bağırsağa doyuyorsunuz. Animede kesinlikle bir espri, sulu bir durum bulunmamakta ve karanlık çizgisini son bölüme kadar koruyor. İçerdiği şiddet ve birkaç bel altı sahnesi ile Shigurui kesinlikle küçük yaştaki anime severlere hitap etmiyor. Kılıç sahnelerini genel olarak oldukça başarılı buldum. Gerçek kılıç dövüşlerine çok yakınlar ve kopan uzuvları, dağılan suratları (en önemlisi bağırsakları) sergilemekten hiç çekinilmemiş. Senaryo ve atmosfer olarak sadece iki sıkıntım var. Bir tanesi bazı sahneler gereğinden biraz fazla uzatılmış. Hani o ona bakıyor, rakibi ona durumları olur ya, bazen biraz uzuna kaçıyor. Diğer ve daha önemli sıkıntım ise animenin sonu. Maalesef anime yarım bittiği için (yayınlandığı dönemde mangası devam ediyordu.) sonu tam bir hayal kırıklığı ve bundan sonraki cümle spoiler, isterseniz okumayın ama ilk bölümdeki turnuva dövüşüne maalesef gelemiyoruz. (Spoiler son) Animeye vermeyi düşündüğüm puan dokuzdu ama sonundan sonra yarım puan daha kırmayı uygun gördüm.
Shigurui karşımıza soluk v genellikle gri tonlarla çıkıyor. Animedeki kasvetli hava kasvetli çizimlerle birleşince vermek istediği o havayı izleyicisine çok iyi yaşatıyor. Karakterler ise saçları ile olsun, gözleri ile olsun gerçek insanlara yakın karakterler. Yani çizimlerde bir gerçekçilik ön planda ve bu gerçekçilik bahsettiğim gibi bolca kan ve bağırsak ile birleşince izleme zevki bir kat daha artıyor. Açılış ve kapanış parçaları olarak Shigurui’den pek bir şey beklemeyin. Açılışta kırmızı bir tema ile desenler ve kapanışta da sadece yazılar geçiyor ve sadece vasat müzikler çalıyor. Anime esnasında çalan müzikler ise daha iyi durumda.
Sonuç olarak Shigurui adlı animeyi yarım kalan sonu dışında oldukça başarılı buldum ve 12 bölümünü de büyük bir zevkle izledim. Samuray temalı ve gerçekçi, karanlık ve şiddet dolu bir anime arıyorsanız Shigurui tam size göre olabilir.
12 Ekim 2012 Cuma
Rideback
Yönetmen: Atsushi Takahashi
Stüdyo: Madhouse
Tür: Aksiyon, Bilimkurgu, Mecha
Yapım Yılı: 2009
Bölüm Sayısı: 12
Anime Puanı: 10/5.5
Stüdyo: Madhouse
Tür: Aksiyon, Bilimkurgu, Mecha
Yapım Yılı: 2009
Bölüm Sayısı: 12
Anime Puanı: 10/5.5
2025 yılında, kendilerine GGP (Global Goverment Plan/Küresel Hükümet Planı) adını veren direnişçi bir örgüt dünyanın yeni lideri olmuştur. Bir karıncanın bir fil ile mücadele etmeye kalkması gibi tasvir edilen GGP’nin “Superstate” yani adı verilmeyen ama kendimce Amerika olarak düşündüğüm süper güce karşı savaşı GGP’nin yeni teknolojik silahlarla tüm savaşı kazanmasına olanak sağlamıştır. Lakin GGP’ye bu savaşı kazandıran kahraman yüzler hiçbir zaman ortaya çıkmamıştır. GGP dünyaya barış getirmek amacı ile dünya hükümetlerine müdahale hakkı bulunan ve ülkelerce tanınmış dev bir organizasyon haline gelmiştir. Tüm bu olayların dışında ise Ogata Rin, tıpkı zamanında annesi gibi tanınmış bir balerindir ama sahnede geçirdiği küçük bir kaza sonucu baleyi bırakmıştır. Arkadaşı Shouko ile beraber üniversiteyi başladıkları sene yağmurdan korunmak için tesadüfen “Rideback” adlı kulübün hangarına girer. Rideback ismindeki bu aletler yarı motosiklet yarı robot şeklinde makinelerdir. İki yanında kolları da bulunan bu makine gerektiğinde bildiğimiz motosiklet şeklini, gerektiğinde ise sanki sırtına biniyormuşsun (Ride back manasına geliyor) gibi bir robota dönüşmektedir. Ayrıca bu makineler GGP’nin büyük savaşı kazanma sebepleridir. Elbette Rideback kulübündeki makineler silahsız ve spor amaçlıdır. Rin denemelikte olsa Fuego isimli makineye biner ve hiç ummadığı kadar bundan zevk alır. Yıllar önce balede yaşadığı duyguyu Fuego’nun sırtında yeniden yaşamaktadır. Çok geçmeden Rin hiç aklında yokken kendisini Rideback’lerin dünyasında ve daha da önemlisi tehlikeli sularda yüzerken bulur.
Rideback adlı anime arka planda aslında çok şey vaat etse de senaryonun Rin ve dolayısıyla ucundan biraz da olsa baleye değmesi, animenin kısa oluşu gibi etmenler zayıf kalmasına neden olmuş. Olaylar çok hızlı gelişiyor ve daha da hızlı sona eriyor. Ve dediğim gibi aslında iyi malzemeye sahipken heba edilmiş. Öncelikli olarak GGP üzerinde bence daha çok durulmalıydı. Şimdi bu “direniş” grubu anlatılanlara göre “superstate” yani süper güç ile çarpışıp yenmiş ama neden? Yani bu savaşın nedeni nedir? GGP iyi midir kötü müdür açıkçası animede pek anlayamıyorsunuz. Geçmişte olan savaş ve GGP’nin kazanması anladığım kadarı ile iyi olarak tasvir ediliyor ama şu anki GGP yönetimini ve özellikle başındaki ismi kimse sevmiyor. Demek istediğim, sonradan bir yozlaşma mı var, GGP’nin tek amacı dünyaya hükmetmek miydi yoksa süper güçten kurtarmak mıydı anlayamıyorsunuz. Zaten animede de bu sefer GGP’ye karşı gelen BMA adında (Borderless Military Alliance/Sınırları Olmayan Askeri Birlik) bir örgüt daha var. Yani anlayacağınız işler karışık:) Ayrıca karakterler de pek olmamış. Animede ya iyisin, ya kötü. Ya beyazsın ya siyah, ortası yok. Başkarakter Rin’i şahsen ben beğenmedim. Bir kere gereğinden fazla çok iyi kalpli ve bu sizi bayabilir. Rideback kullanmak dışında animeye hiçbir katkısı yok ve senaryoda o kadar yaşanan savaşlar, örgütler ve politik olaylar dururken Rin’in Fuego ile bale yapışını izliyoruz. Ha, hareketler estetik ona lafım yok ama senaryoyu da yiyip bitiriyor. Kötü adamımız Romanov Karenbach ise tam ve klasik bir kötü adam. Sürekli pis bir şekilde sırıtan, beş adam yetmezse on yollayın, on yetmezse yüz yollayın cinsinden bayat bir tip. Son olarak, keşke Rideback kullanıcısı seçer muhabbetine girilmeseymiş. Gerçekçi bir çizgide ilerleyen bu animede makinelere ruh verilmesini pek yakıştıramadım ve bu olay bana beyblade’i hatırlattı. Neyse ki makinelerden ruh falan fırlamadı :)
Rideback’ın çizimlerine de maalesef bir iki lafım olacak. Önce artılardan başlayacak olursam; arka plan çizimleri, aksiyon sahneleri ve Rideback ile yapılan hareketleri izlemek vasat senaryoya rağmen gerçekten keyif verici. Kan ve şiddet efektleri yerli yerinde kullanılmış ve abartılı bir durum gözüme çarpmadı. Benim sıkıntım ise karakterlerle. Öncelikle Rin’in en yakın arkadaşı Shouko’nun tek üçgen dişine sinir oldum. Hala bu tek diş olayı kullanılıyor ya? :) Sürekli konuşurken kocaman ağzından tepedeki tek üçgen dişinin görülmesi gerçekten kötü bir görüntü oluşturuyor. Benim bildiğim eskiden tek diş olayı genelde küçük sevimli ve hiperaktif kız çocuklarında kullanılırdı. Sen şimdi bunu alıp koyarsan kocaman kıza olmaz. Bir de Okakura adlı ve gizemli bir geçmişe sahip bir karakter var ki kendisi bu animeden değil:) Gözbebeksiz siyah gözleri (Barni Çakmaktaş) ve yatay olarak geniş burnu ile gerçekten bu animeye ait değilmiş gibi gözüküyor. Hani birkaç öyle daha karakter olsa anlarım ama tek başına Okakura Efendi çirkin duruyor. Son olarak müzikleri içinse fena değil diyebilirim. Öyle saçma bulduğum, yakıştıramadığım bir parça yok. Açılışı ve kapanışı da idare eder.
Toparlayacak olursam; Rideback bahsettiğim gibi fena sayılmayan bir senaryoya sahipmiş ama işleniş olarak maalesef benim gözümde pek başarılı değil. Buna bir de vasat karakterler eklenince 12 bölümün ardından sonunda bitti dedirttiren ve herkese hitap etmeyecek olan bir anime kalıyor. Mecha hayranı iseniz Rideback’ler için bir göz atabilirsiniz ama iyi bir kurgu arıyorsanız hiç yanaşmamanızı önerebilirim.
4 Ekim 2012 Perşembe
Sword of the Stranger
Yönetmen: Masahiro Ando
Stüdyo: Bones
Tür: Aksiyon, Tarihi, Samuray
Yapım Yılı: 2007
Bölüm Sayısı: Film
Anime Puanı: 10/9
Stüdyo: Bones
Tür: Aksiyon, Tarihi, Samuray
Yapım Yılı: 2007
Bölüm Sayısı: Film
Anime Puanı: 10/9
Sword of the Stranger, Japonya’nın birçok eyalete bölünüp bu eyaletlerin feodal lordlar tarafından yönetildiği dönem olan Sengoku döneminde (1467 – 1573) geçiyor. Küçük Kotaro ve sadık köpeği Tobimaru, bilinmeyen bir nedenden ötürü Ming Hanedanlığına (Çin’i yöneten hanedanlık) bağlı özel bir grup Çinli savaşçı tarafından yakalanmaya çalışılmaktadır. Kaçışlarında kullanılmayan küçük bir tapınağa sığınan Kotaro ve köpeği tesadüfen orada bulunan bir samuray ile karşılaşır. İlk görüşte Kotaro, samuraya karşı çekingen davransa da Tobimaru ona bir hayli ısınır. Akabinde Ming’li bir savaşçı eşliğinde eyaletin lordunun iki askeri Kotaro’yu tapınakta kıstırır. Samuray duruma kayıtsız kalmaz ve askerlerle Ming’li savaşçıyı sadece kılıcının kabzasını kullanarak etkisiz hale getirir. Sonuçta Kotaro, samuraydan elindeki 10 ryo ettiğini iddia ettiği eşya karşılığında onları gitmeye çalıştıkları yere kadar korumalık yapmasını ister. Samuray bunu kabul eder ve Kotaro ile beraber pek farkında olmasa da tehlikeli bir yolculuğa başlamış olur.
Bu arada, Ming’li savaşçılardan biri olan ve Japonların kılıç kullanma becerilerini sefilce bulan Lou-Lang (veya Japonların değimi ile Rarou) silah arkadaşının Kotaro’ların kaldığı tapınakta ölü bulunmasına şaşırır. Sarı saçları ve mavi gözleri ile aslında bir yabancı olan ve halk arasında “şeytan” lakaplı Rarou, bunu yapan adamı merak eder ve Japonya’da bulunmanın çok da kötü olmadığına kanı getirir.
Sword of the Stranger senaryo olarak pek bir yenilik sunmasa da işlenişi açısından gayet kaliteli bir anime. Özellikle aksiyon sahneleri ile bayağı bir göz dolduruyor. Kılıç sahneleri hem kaliteli hem de estetik. Hatta bana göre en iyi samuray dövüş sahneleri kategorisinde ilk üçe bile çok rahat girer. Tamamen fantastik dışı, teknik ve zeka gerektiren kapışmalar görülmeye değer. Animede atmosfer bazı anlar temposunu düşürse de çabuk toparlanıyor ve hiç sıkılmadan bir saat kırk dakikayı bitiriveriyorsunuz. Ayrıca bana göre konunun fazla komplike olmaması, yani tarihi olaylara ve çok fazla konuşmaya yer verilmemesi de bir artı. Anime basit tutulmuş ama dediğim gibi bu sadeliği bir artı. Sadece bir yerde negatif yönde dikkatimi çeken bir olay var ki onu da söylersem spoiler olacağı için kendime saklıyorum.
Çizimleri bakımından Sword of the Stranger gerçekçi bir çizgide ilerliyor. Yani rengarenk ve garip biçimli saçlarla kocaman gözler kendisini gerçekçi tiplere bırakmış. Karakter çizimleri bence çok başarılı olmuş. Her birinin ayrı bir karizması, kendine has özelliği mevcut. Özellikle Lou-Lang gerçekten kendisini zevkle hissettiriyor. Müzikler ise minimum düzeyde tutulmuş. Az olan müziklerde genellikle klasik Japon müzikleri kullanılmış ve uyumlular. Seslendirmelerde ise Ming’li savaşçıların, yani Çinlilerin Çince konuşması çok güzel bir ayrıntı olmuş.
Özetle Sword of the Stranger gayet başarılı bir yapım ve başta kılıç ve dövüş sahneleri ile bir hayli göz dolduruyor. Samuraylı animelerden hoşlanan herkese muhakkak öneririm.
2 Ekim 2012 Salı
Guilty Crown
Yönetmen: Tetsura Araki
Stüdyo: Production I.G
Tür: Aksiyon, Dram, Bilimkurgu
Yapım Yılı: 2011
Bölüm Sayısı: 22
Anime Puanı: 10/8.5
Stüdyo: Production I.G
Tür: Aksiyon, Dram, Bilimkurgu
Yapım Yılı: 2011
Bölüm Sayısı: 22
Anime Puanı: 10/8.5
Guilty Crown’da olaylar gelecekte, 2039 yılında geçiyor. Bundan 10 sene önce, yani 2029 yılının noel arifesinde yaşanan bir olay sonucunda Japonya’da tüm hayat ansızın değişmiştir. “Lost Christmas” yani Kayıp Noel adı verilen olayda “Apocalypse Virus” Türkçesiyle Vahiy virüsü Japonya’yı kaosa sürüklemiştir. Neticede uluslararası bir organizasyon olan GHQ, Japonya hükümetine el atar ve virüs ile beraber tüm ülkeyi kontrolü altına alır. Anime ise dediğim gibi 2039 yılında, yani virüsün patlak verip GHQ’nin ülke yönetimine el atmasından 10 sene sonrasında geçiyor. Shu Ouma her animede olduğu gibi bu animede de 17 yaşında sıradan bir öğrencidir. Günün birinde takılmayı çok sevdiği binaya girerken Egoist adlı grubun şarkıcısı Inori’nin de içeride olduğunu görür. Shu elbette Inori’nin orada ne yaptığına anlam veremez ve onu görmenin heyecanını yaşar. Lakin çok geçmeden GHQ askerleri mekanı basar ve Inori’yi “Undertakers” adlı yer altı örgütünün bir üyesi olmakla suçlayıp gözaltına almak ister. Undertakers adlı örgüt GHQ ve hükümetine karşı gelen, halkına bağımsızlık kazandırmaya çalışan illegal bir örgüttür. Inori tutuklanmadan Shu’ya küçük bir tüp verir ve bunu Undertakers’ın lideri Gai’a vermesini söyler. Elbette olaylar planlandığı gibi gelişmez ve tüp Shu’nun elinde kırılır, içindeki virüs Shu’ya bulaşır. Shu’ya bulaşan virüs “Void (Boşluk) Genome” adlı bir virüstür ve bu virüsün sayesinde Shu artık insanların içindeki voidleri açığa çıkarıp onları silah gibi kullanabilmektedir. Toparlamak gerekirse; daha sabahında sıradan bir öğrenci olan Shu hiç beklemediği bir anda kendisini GHQ ve Undertakers savaşının ortasında bulur ve barındırdığı virüs yüzünden de artık hayatı eskisi gibi olmayacaktır.
Guilty Crown daha ilk bölümünden itibaren heyecan dozu yüksek ve gayet de sağlam denilebilecek bir senaryo ile karşımıza çıkıyor. Açıkçası internette gördüğüm ortalamalardan sonra daha vasat bir şey bekliyordum ama Guilty Crown benim beklentilerimin çok üstünde bir anime çıktı. Animenin en büyük artılarından birini bence şüphesiz karakterleri oluşturuyor. Animede çeşit çeşit karakter bulunmakta. Özellikle karakterlerin ne tamamen iyi ne tamamen kötü olması, yani herkesin kendince haklı olması, denge güzel tutturulmuş. Şahsen GHQ Binbaşısı ve hem görünüşü hem de kişiliği ile Joker’e benzeyen Segai adlı karakter benim favorim. Senaryonun ilerleyişi de dediğim gibi gayet sağlam. Anime aslında arasında ikiye bölünmüş durumda ve 13. bölümden sonra olaylar biraz daha farklı bir hal alıyor. Yani sanki ikinci sezonmuş gibi küçük bir değişime uğruyor. Bu değişimle beraber Shu’nun da çekingen ve biraz da korkak bir çocukken olgunlaşmaya başlaması güzel bir ayrıntı olmuş. Ayrıca gayet tatmin edici bir sonla da bitmesi animenin artılarından.
Animenin eksilerine gelirsem; aslında eksi değil de irdelersek ufak hatalar ve mantıksızlıklar açığa çıkıyor diyebilirim. Öncelikle animede ilerleyen bölümlerde öğreniyoruz ki Daath adında gizemli bir örgüt var. Ve bu örgüte mensup kalın kaşlı bir arkadaşımız çıkıyor karşımıza. Açıkçası Daath üzerinde keşke ya daha fazla durulsaymış ya da hiç durulmasaymış çünkü senaryonun işlenişi bakımından aslında Daath arka planda önemli bir role sahip olsa da hiç bahsedilmese de olurmuş. Zaten Daath olayı biraz da fantastiğe kaçmıyor değil. Bir başka anlamadığım hususta Gai’ın kimin içinde nasıl bir void var biliyor oluşu. Yani gün geliyor Gai diyor ki bize şu adam ve voidu lazım ama bu adamın içinde bu gerekli voidun nasıl olduğunu nereden biliyor anlamış değilim. Bu ayrıntıyı ben kaçırdım diyeceğim ama pek ihtimal vermiyorum. Ayrıca yine seriden değil de vikipediden öğrendiğime göre Shu sadece 17 yaş altındakilerden void çıkarabiliyormuş. Yani anlayacağınız animedeki karakterlerin yüzde doksanı ergen :) Aslında bu durumdan pek şikayet etmeye hakkım yok çünkü animeyi yaparken hedef kitle belli: ilköğretim ve lise çağındakiler. İlköğretim yaşındakiler kendilerini büyüdüğünde Shu gibi Gai gibi hayal ederken lise yaş grubundakiler de empati kurarak kendilerini onların yerine koyuyorlar şüphesiz. Eğer benim gibi artık yirmili yaşların ortasına gelmişseniz doğal olarak empati kurmak çok zor oluyor ve istemeden de çocuklara mı kaldık gibisinden düşünebiliyorsunuz:) Son olarak bahsetmeden edemeyeceğim; animenin ikinci yarısından sonra Shu ve birçok arkadaşının bulunduğu semt karantina altına alınıyor. Buraya kadar her şey tamam ama yetişkinler nereye gidiyor? Tüm karantina bölgesinde herkes liseli elbiseleriyle geziyor ve ben ne bir tane öğretmen ne de 18 yaş üstü görebildim. Küçük bir ayrıntı gibi duruyor ama benim bayağı bayağı dikkatimi çekti ve eminin sizin de çekecektir çünkü biraz mantık dışı.
Görsel olarak Guilty Crown sağlam ve klasik (renkli saç – kızlarda kocaman göz ve göğüs kombosu) bir anime. Lakin hala Shu ve Gai’ın yaşıt olduğuna inanamıyorum:) İçinde biraz da olsa mecha da barındıran aksiyon sahneleri harika ve daha da harika olansa müzikleri. Anime esnasında çalan her parça benim çok hoşuma gitti. Artık günümüzdeki çoğu animedeki gibi kuru gürültüden ziyade biraz da nostalji kokan klas müziklere sahip Guilty Crown. İki adet de açılış ve kapanışa sahip. Kapanışlar için fena değil diyebilirim ama açılışlar da gayet başarılı. Sadece birinci açılış parçasında tek bir sıkıntım var, o da açılışta çalan şarkıyı sanki Inori söylüyormuş gibi çizilmesi. Yani animede sessiz ve biraz da üzüntülü ses tonu ile Inori’yi izledikten sonra açılışta sanki baskın ses onunmuş gibi izlemek tuhafıma kaçtı. Ayrıca animede kısa bir süreliğine görünse de Kido karakterinin seslendirmecisi Bakuman’daki Eiji Nizuma ile aynı. Yani Kido bağırırken aklıma sürekli deli Eiji geldi ve bir nevi “brain f*ck” oldum:)
Sonuç olarak Guilty Crown çoğu anime sitesinde vasat bir anime olarak tarif edilse de benim gözümde gayet başarılı, yetişkinlere hitap eden, aksiyonu sağlam, kurgusu güzel, hoşça vakit geçirilebilecek bir anime. Elbette bahsettiğim gibi ufak hatalar barındırıyor ama bir bütün olarak baktığımızda gayet iyi ve özellikle müzikleri animenin seviyesini bir kat daha yükseltmiş. Şahsen ben aksiyon seven ve iyi bir kurgu arayan herkese Guilty Crown’u önerebilirim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)