28 Haziran 2013 Cuma

Berserk Golden Age Arc 3: Descent

Yönetmen: Toshiyuki Kubooka
Stüdyo: Studio 4C
Tür: Macera, Dram, Fantastik
Yapım Yılı: 2013
Bölüm Sayısı: Film
Anime Puanı: 10/10




















Mangasının Golden Arc hikâyesini konu alan üçüncü Berserk filmi; Berserk Altın Çağın Hikâyesi 3: Descent (İniş), 2013’ün şubat ayında vizyona girdikten sonra geçtiğimiz günlerde dvd sürümleri ile de sevenlerine merhaba dedi. Berserk adlı eserin 1997 yapımı animesine buradan, ilk film olan Ulu Hükümdarın Yumurtası’na buradan ve ikinci film Doldrey Savaşı’na buradan ulaşabilirsiniz.

Golden Arc serisinin son filmi ikincisinin bıraktığı yerden devam ediyor. Griffith zindana atılmış ve Midland Kralı, Şahinler Takımı’nın son üyesi de ölene kadar peşlerinden düşmeye niyeti yoktur. Casca ve Şahinler tam bir senedir köşe bucak kaçmaktadır. Yine ormanın derinliklerinde kamp kurmuşlarken pusuya düşerler ve Şahinler Takımı’nın yardımına Guts yetişir. Guts, Griffith’e ve çeteye olan biteni öğrenince çok şaşırır ve eski silah arkadaşlarına Griffith’i kurtarmak için tereddütsüz yardım etmeye karar verir. Lakin Griffith bir senedir zindanın derinliklerinde işkence görmektedir ve artık eski Griffith değildir…

Üçüncü Berserk filmi neredeyse iki saate yakın ve bu özelliğiyle şimdiye kadarki en uzun Berserk filmi olma unvanına sahip. Ve açıkça söyleyebilirim ki, Golden Arc serisinin bu son filmi bence en iyisi olmuş. Bunun sebebi de şüphesiz “Descent” yani Griffith’in Femto’ya dönüşme sahnesi. Eski anime serisinden olacakları biliyordum ama yine de o müthiş sahneyi büyük bir heyecanla ve sanki ilk defa izliyormuş gibi büyük bir heyecanla izledim. Ayrıca eski seride olmayan devam sahnelerinin de eklenmesi (eski seride anime Femto sahnesi ile sona eriyordu) ve mangası dışında ilk defa Berserk’in yeni görüntülerini görünce bir ayrı memnun oldum. Anlayacağınız, Descent filmi Berserk ismine yakışır bir final yapıyor.

Animenin çizimleri yine her zamanki olduğu gibi üst düzey. Son filmde muharebe sahneleri fazla yer almıyor ama kılıç dövüşleri, daha doğrusu Guts’ın karşısına çıkanları katletmesi güzel aktarılmış. Kopan uzuvlar, oluk oluk akan kan, ne ararsanız var. Bir de üçüncü filmin açık sahneler bakımından en açığı olduğunu da belirtmekte fayda var. Zaten Berserk ile aşina olanlar bilirler. Animenin açılışı ilk iki filmdeki ile aynı. Yine Susumu Hirasawa’nın bestesi karşımıza çıkıyor ve gayette başarılı. Ayrıca animenin sonunda yer alan kapanış da hiç fena değil. Seslendirmelere zaten bir sözüm yok. Guts’ın kalın sesi, Casca’nın kadınsı ama sert bağırışları mükemmel.

Golden Arc serisini tam bir yılda bitirmeyi başardık ve finalde gördüğümüz ek sahnelerle ayrı bir memnun olduk. Sonda çıkan “This is only the beginning” yani bu sadece başlangıç yazısından anladığımız ve umduğumuz üzere seri yeni bir Arc ile devam edecek. Sırada Retribution, yani İntikam (bazı yerlerde Conviction – Mahkûmiyet olarak da geçiyor) Arc’ı var ve Schierke, Puck, Isidro, Farnese ile Serpiko gibi karakterleri ekranda görmeyi dört gözle bekliyorum. Ayrıca inşallah Mirua ölmeden Berserk mangasını tamamlayabilir çünkü manga 1990’dan beri devam ediyor ve daha da bitime çok var:)



27 Haziran 2013 Perşembe

Supernatural

Yönetmen: Ishizuka Atsuko, Miya Shigeyuki
Stüdyo: Madhouse
Tür: Aksiyon, Fantastik, Gerilim
Yapım Yılı: 2011
Bölüm Sayısı: 22
Anime Puanı: 10/8














Supernatural, aynı adlı uzun soluklu televizyon dizisinin anime uyarlamasıdır ve ilk iki sezonun özeti niteliğindedir. Animeyi izlemek için dizisini izlemeye pek gerek yoktur.

Supernatural’in kahramanları Dean ve Sam Winchester adlı iki kardeş. İki kardeşin anneleri küçüklüklerinde çıkan şüpheli bir yangın yüzünden ölmüştür ve o günden beri babaları John ile yollardadırlar. John Winchester, doğaüstü varlıkları (hayaletler, kötü ruhlar, vampirler, iblisler vs.) avlayan bir avcıdır. Günün birinde John iz bırakmadan ortadan yok olur ve Dean ile Sam, kaybolan babalarının izini sürmeye çalışır. Bunun için de babalarından bir iz bulmak ümidi ile altlarındaki Impala ile ülkeyi gezerek anormal vakaları araştırmaya başlarlar.

Supernatural’in televizyon dizisini hiç izlemedim ve söyleyebilirim ki animeden zevk almak için dizinin izlenmesine gerek yok. Zaten ilk iki sezonun önemli yerlerini kâh kırparak kâh genişleterek özetlemişler. Tıpkı dizideki gibi Winchester’ların her bölüm farklı bir anormalliği alt ederek babalarına bir adım daha yaklaşmaya çalışıyorlar. Bir bölümde kötü bir ruh musallat olurken diğer bölümde karşımıza vampirler çıkabiliyor. Karakterlerin anime versiyonu başarılı, Dean’in mizahi tavırları, Sam’in ciddi tutumları izlenmeye değer. Animenin içerdiği şiddet unsurları ve kan da güzel fakat biraz aksiyon eksikliği olduğu belli oluyor. Her ne kadar Dean ve Sam kötülük avlasa da fazla aksiyon (aksiyondan kastım çarpışmalar, silahlı sahneler vb.) pek fazla karşımıza çıkmıyor. Genellikle anlık olaylar ve koşuşturmaca mevcut.


Supernatural’in çizimlerinin ciddi bir havada ve kocaman gözler, acayip mimikler gibi şeyler yok. Arada elbette özellikle Dean üzerinden güzel mizah yapılmış ve mimikler de makul derecede, animeye uygun olarak kullanılmış. Tek tuhafıma giden gölgelendirmeler. Bazı yerlerde karakterler üzerinde fazla gölge kullanılmış. Bir de Dean animede siyah saçlı olarak lanse edilmiş ama ben kendisini sarışın olduğunu biliyordum. Küçük bir araştırma yaptığımda ise Dean’i canlandıran Jensen Ackles’in nasıl oluyorsa bazen sarışın bazense siyah saçlı olduğunu gördüm. Yani neden sarışın değil de siyah saçlı diye de suçlayamam:) Müzikler ise gayet başarılı. Animenin bir açılışı yok, kısa bir girişten sonra Supernatural yazısı ekrana geliyor. Kapanışta ise şahsen sevdiğim parçalardan birisi olan “Carry on my wayward son” adlı parçayı duymak ayrı bir tebessüm etmemi sağladı. Yani kapanış on numara. Seslendirmelerde ise Sam’i dizideki Sam’i de canlandıran Jared Padalecki seslendirmiş ama Dean’i programında yer olmadığı için Jensen Ackles sadece son iki bölüm seslendirmiş. Ha, ben seriyi bir anime olduğu için Japonca seyrettim, o ayrı:)

Supernatural’in bende uyandırdığı en büyük soru işareti Dean ve Sam’in nasıl geçindiği. Tabi birileri gençlere avcılık yaptığı için maaş veriyorsa ayrı. Bu kişisel merakım dışında anime gayet yerli yerinde. Müthiş bir seri olduğunu söyleyemem ama kendisini izlettiriyor da. Dediğim gibi animeyi izlemek için diziyi izlemeye de gerek yok.








19 Haziran 2013 Çarşamba

Casshern Sins

Yönetmen: Shigeyasu Yamauchi
Stüdyo: Madhouse
Tür: Aksiyon, Bilimkurgu, Dram
Yapım Yılı: 2008
Bölüm Sayısı: 24
Anime Puanı: 10/6

















Casshern Sins, 1973 – 74 yılları arasında yayınlanan 35 bölümlük “Shinzou Ningen Casshern” serisinin yeniden yapımıdır. Daha doğrusu karakterler ve arka plan kurgusu alınmış ama bambaşka bir senaryo ile harmanlanmıştır.

Casshern Sins’in dünyasında tıpkı Terminatör serilerindeki gibi robotlar bilinçlenmiş ve insanları buyrukları altına almıştır. Dünyanın yeni lideri de robotların da lideri olan Braiking Boss adlı robottur. Günün birinde Luna adında gizemli bir kız ortaya çıkar ve söylenenlere göre kendisi insanlığın kurtuluşu olacaktır. Bazı robotlar da Luna’nın buyruğu altına girmeye başlayınca Braiking Boss en güçlü üç robotunu Luna’yı öldürmesi için görevlendirmiştir. Bu robotlar Casshern, Dio ve Leda’dır. Luna’ya ilk Casshern ulaşmayı başarır ve onu öldürür. Fakat Luna’nın ölümüyle dünya çürümeye başlar ve buna “Yıkım” adı verilir. Akabinde Casshern de ortadan kaybolur.

Luna’nın ölümünden birkaç yüzyıl sonra dünya artık neredeyse yaşanamaz bir hale gelmiştir. Şehirler çoktan yok olmuş, yiyecek ve su kaynakları çok azdır ve insanların da sayısı giderek azalmaktadır. Robotlar için de durum pek parlak değildir. Braiking Boss’un egemenliği sona ermiştir çünkü robotlar havaya karışmış olan maddeler yüzünden paslanmaya ve çürümeye başlamıştır. Robotlara artık yedek parça yetişemez hale gelinmiştir ve birçoğunun insanlar gibi ölümü beklemekten başka yapacak bir şeyi kalmamıştır. Ayrıca kaybolan Casshern de geri dönmüştür fakat hafızasını kaybetmiştir. Casshern de kendi geçmişini keşfetmek ve yolu varsa yıkımı durdurmak için uzun bir yolculuğa çıkmaya karar verir. Bu yolculukta da yolu sıkça Oji, Ringo ve Lyuze ile kesişecektir.

Casshern Sins’i ben geçtiği ortam bakımından Hokuto no Ken’e benzettim. Yani Kenshiro’nun robotlu versiyonu diyebiliriz. Casshern için bir hayli potansiyeli var ama senaryosu açıkçası zayıf kalmış. Çizimler tamam, karanlık atmosfer de güzel ama hikâyede bir şeylerin eksik olduğu açık. Öncelikle arka plan senaryosu hakkında daha fazla bilgi verilebilirmiş. Braiking Boss nasıl ortaya çıktı, dünyayı nasıl robotlar ele geçirdi falan. Bahsediliyor ama ayrıntı yok. Ayrıca Luna tam bir bilmece. Robot mudur insan mıdır onu bile anlayamadım ve neden dünyanın kaderi Luna’ya bağlı çözemedim. Robotlara da kısaca değinecek olursam; gördüğüm kadarı ile kocaman teneke şeklinde robotlar var. Kocaman vücutları, matkap – kıskaç şeklindeki kolları ile bunlar kötüler ve genelde Casshern’den dayak yiyen elemanlar. Bir kademe yukarısında da insan biçiminde ama robot şeklinde robotlar var. Yani bizim gibiler ama yüzleri, elleri falan metal. Bunlar da mazlum halk olmuş. Genelde teneke şeklindekilerden kaçıyorlar. En üst kademede de Casshern gibi görünüş bakımından insandan farkı olmayanlar var ki bahsedilmedikçe robot mu insan mı ayırmak imkânsız. Bunlar da zaten önemli karakterler oluyor. Robotlar hakkında tek beğenmediğim, çok fazla insan gibiler. Hatta farksızlar. Aşk yaşıyorlar, korkuyorlar, gözlerinden yaş akacak şekilde ağlıyorlar, kısacası insanlar işte. Hadi Casshern gibi insan görünümlüler bir yere kadar ama koca teneke adamların ağlaması, korkması falan komik duruyor.

Animenin senaryosu da çok dalgalı. Bir bölümü gayet iyiyken diğer bölümü acayip sıkıcı. Konu Casshern’in geçmişi, Luna falan olunca fena değil ama alakasız, felsefe içerikli (bu bölümlerde genelde konuk oyuncu tadında bir robot çıkıyor ve bölüm bitince bir daha gözükmüyor) bölümlerin birçoğu uykumu getirdi. Yani bahsettiğim gibi potansiyel var ama istenileni verememiş. Oysa çok daha iyi olabilirmiş.

Çizimleri bakımından Casshern Sins 2008 – 2009 yapımı olsa da retro tarzı ile dikkat çekiyor. Yani çizimler daha çok 2000 yılı ve civarında çıkan animelere benziyor ve çok hoşlar. Klasik anime karakterleri ve karanlık, yıkımı çok iyi yansıtabilen atmosferi ile gayet başarılılar. Dövüşler de hiç fena olmamış. Animenin bir adet açılış parçası ve iki kapanışı var. Açılış parçası gayet güzel ama kapanışlar ise idare eder nitelikte. Asıl başarılı olanlar ise anime esnasında çalan parçalar. Özellikle bir tane gitarlı parça vardı ki atmosferi tavan yaptırıyordu. Kısacası hem görsel olarak hem de müzikleri bakımından anime eski tarzı çok iyi yakalayıp yansıtmış.

Bahsettiğim gibi Casshern Sins senaryo bakımından çok daha iyi olabilirmiş çünkü kurgusu buna oldukça müsait. Ama inişli çıkışlı bölümleri ile kimi zaman ekrana kilitlerken kimi zaman bitmesine kaç dakikası kaldı dedirttirebiliyor. Son olarak, sonu da maalesef pek tatmin edici değil.









10 Haziran 2013 Pazartesi

Zetsuen no Tempest

Yönetmen: Masahiro Ando
Stüdyo: Bones
Tür: Aksiyon, Fantastik, Büyü
Yapım Yılı: 2012
Bölüm Sayısı: 24
Anime Puanı: 10/6













Yoshino, birçok animede olduğu gibi sıradan bir lise öğrencisidir. Etrafta pek fazla göze batmayan, kızların sevdiği bir tip olan ama pek fazla arkadaşı olmayan birisidir. Tek arkadaşları zengin bir aileden gelen Mahiro ve Aika’dır. Mahiro, insanlarla pek fazla geçinemeyen, okulu asan ve sürekli kavga eden birisidir. Üvey kardeşi Aika ise Shakespeare ve özellikle Hamlet’i seven kendi halinde bir kızdır. Günün birinde Aika evde yalnızken öldürülür ve katil asla bulunamaz. Bunun üzerine de Mahiro ortalıktan kayboluverir. Aradan bir sene geçmiştir ve Yoshino bu esnada yalnız başına günlerini geçirmektedir. Yine günün birinde Yoshino, Aika’nın mezarını ziyaret ederken garip bir kadın çıkagelir ve Yoshino’ya Mahiro’yu sorar. Akabinde olaylar karışık bir hal alır ve isminin Yamamoto olduğunu söyleyen kadın silahlarına başvurur. Tam Yoshino işim bitti diye düşünürken ansızın Mahiro ortaya çıkıverir ve üstelik garip güçleri vardır. Kurşunlardan hızlı hareket edebilmekte, yoktan kalkanlar oluşturabilmekte, kısacası büyü kullanabilmektedir. Yamamoto’nun hiç şansı yoktur ve Mahiro, Yoshino’yu yanına alarak kurtarır. Mahiro anlattığına göre denizde şişe içinde tahta bir bebek bulmuştur ve bu bebek sayesinde bir adada tutsak olan Kusaribe klanının büyü alanında güçlü prensesi Hakaze ile irtibata geçmiş, bir anlaşma yapmışlardır. Bu anlaşmaya göre Mahiro, Hakaze’ye adadan kurtulması için yardım edecek, karşılığında Hakaze de Aika’nın katilini bulacaktır. Yoshino için tüm bu olan biten yetmiyormuş gibi yer altından meyve şeklinde bir göz beliriverir ve yaşadığı şehirdeki tüm insanlar demirle kaplanır. Anlaşılacağı üzere sadece birkaç saat önce normal bir yaşam süren Yoshino, ansızın kendisini Mahiro ile beraber büyünün bolca yer aldığı tehlikeli bir maceranın ortasında buluverir.

Zetsuen no Tempest için kendi içinde ikiye bölünmüş diyebiliriz. Animenin ilk yarısında yukarıda anlattığım olaylar yaşanırken diğer yarısında konu biraz değişime uğruyor. Önce animenin ilk yarısından bahsedeyim; atmosfer bakımından ilk on iki bölüm oldukça başarılı. Çevredeki tüm insanların demire dönüşmesi ile yaratılan yalnızlık hissi, Yoshino’nun ve Mahiro’nun bir nevi çaresizliği, yaşanan dövüşler, Hakaze’nin adadan nasıl kurtulacağı derken bölümler güzel ilerliyor. İçerik olarak öyle ahım şahım olmasa da sıkılmadan ilk yarıyı bitiriyorsunuz. Fakat animenin ikinci yarısı bana göre sert bir düşüş gerçekleştiriyor. Hikaye sıradanlaşıp vasatlaşıyor, atmosfer düşüyor ve anime tat vermemeye başlıyor. Bir de gereksiz komedi unsurları ile zoraki komedi yapılmaya çalışılmış ki pek olmamış. Şahsen ben bir tek konu Aika’nın katiline geldiğinde dikkatimi toplayabildim. Diğer tüm anlarda öylesine boş gözlerle izledim desem yanlış olmaz. Bu arada, Aika karakterini de hiç sevemedim. Katilini ben de merak ettim ama kendisini de bir türlü sevemedim:) Gerek tipiyle olsun gerekse hal ve tavırları ile bir hayli iticiydi.

Zetsuen no Tempest’in çizimleri klasik anime çizimleri. Renkli saçlar, kızlarda büyük gözler falan. Çizimler, hem karakterler hem de arka plan detayları olsun gayet başarılı. Dövüş sahneleri de yerinde olmuş ve gerektiğinde kan kullanılmaktan da kaçınılmamış. Tek beğenmediğim tarafı, bayan karakterlerin gözlerinin altındaki fondöten sürülmüşçesine kırmızı noktalar. Gözlerin tam çaprazında ve kızarıklık gibi duran bu kırmızılık açıkçası komik durmuş. Animenin müzikleri ise idare eder şekilde. İlk açılış parçası oldukça başarılı, ikinci açılış ve ikinci kapanışı ben sevmesem de kötü değiller ama ilk kapanış parçası kötü olmakla beraber animeye de hiç gitmemiş.

Kısacası Zetsuen no Tempest iyi bir başlangıç yapıyor ama başladığı gibi de bitiremiyor. Büyü ve aksiyon sahnelerinden hoşlanıyorsanız göz atın derim ama beklentiniz de fazla olmasın.