28 Ağustos 2009 Cuma

Lucky Star

Yönetmen: Yutaka Yamamoto
Stüdyo: Kyoto Animation
Tür: Komedi
Yapım Yılı: 2007
Bölüm Sayısı: 24 + Ova
Anime Puanı: 10/9


Lucky Star’ın aslında öyle belli bir konusu, belli bir çizgide ilerleyen senaryosu yok. Bu anime bizlere dört sıradan kızların hayatlarının nasıl geçtiğini, birbirleri ve arkadaşları ile olan ilişkilerini, kısacası hayatlarından kesitler sunarak bizleri yirmi dört bölüm boyunca eğlendiriyor. Her ne kadar sıradan kızlar desek de yaptıklarıyla, komik ve garip sohbetleriyle, yaşayış tarzları ile sıradanın çok üstüne çıkmayı başarıyorlar ve doğal olarak izleyenlerine bol gülmeli vakit sunuyorlar. Lise ikinci sınıfa giderken izlemeye başladığımız bu kızların okul hayatlarını, eğlence hayatlarını, yaz ve kış tatillerini, üst sınıfa geçmelerine kadar tanık oluyoruz.

Kızları yakından tanımak gerekirse; şüphesiz herkesin favorisi kısa boyu ve mavi saçları ile Izumi Konata. Kendisi tam bir otaku (anime – manga delisi) ve işi gücü anime serileri, mangalar, oyunlar. Öyle ki öğretmeni ile sabahlara kadar online oyun oynayan başka birisini bulamazsınız. Gündüz kuşağı animeleri izleyebilmek için okuldan kaytarmaya çalışmasından babası ile ortaklaşa kullandıkları gal-games (erotik Japon RPG oyunları) tarzı oyunlara kadar her anlamda garip birisi Konata. Bir diğer karakterimiz de Miyuki Takara. Kendisi tam bir hanımefendi olup sınıfın hem en zekisi, hem de en güzellerindendir. Bilgi birikimi oldukça geniş olduğundan herkes sorusu oldu mu ona yönelir. Son iki kızımız ise çift yumurta ikizleri olan Kagami ve Tsukasa Hiiragi kardeşler. Her ne kadar ikiz olsalar da, karakter bakımından tamamen zıtlar. Kagami daha hırçın, atılgan ve aktif bir tipken Tsukasa sessiz sedasız, kendisinden birkaç dakika büyük olan ablasına çok güvenen ve çekingen bir tip.

Çizim olarak Lucky Star karakterleri kadar ilginç. Tam anlamıyla abartılmış anime tarzı çizimleriyle gerçeklikten biraz uzaklaşmış dursa da aslında gayet sevimli bir hava katmış animeye. Müzikleri de oldukça iyi olan animenin açılış müziği çok hareketli ve hoş. Kısacası bizlere hayattan kesitler sunan, diğer anime serilerine de göndermeler yapmayı ihlal etmeyen Lucky Star’ı gülmek ve eğlenmek istiyorsanız tavsiye edebilirim. Ayrıca Lucky Star’ın 52 dakika uzunluğunda seriden bağımsız sayılabilecek birde ovası bulunmaktadır.

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Monster

Yönetmen: Masayuki Kojima
Stüdyo: Madhouse Studios, Vap
Tür: Dram, Gerilim
Yapım Yılı: 2004
Bölüm Sayısı: 74
Anime Puanı: 10/9.5



Monster adlı uzun soluklu anime tarih olarak seksenli yıllar ile doksanlı yılların sonu arasında, Almanya’da geçiyor. Japon olan Kenzo Tenma, çok başarılı bir beyin cerrahıdır ve çalıştığı hastanede çok meşhurdur. Başhekimin kızı Eva Heineman ile nişanlı olan Dr. Tenma, fark etmese de başhekimin kuklası gibidir. Onun yerine tezler yazmakta ve her yaptığı başarılı ameliyatın meyvesini başhekim yemektedir. Günün birinde hastanede Türk bir kadın Dr. Tenma’ya feryat eder. Dediğine göre kocası daha önce hastaneye gelmiştir ama Tenma, başhekimden aldığı talimatlar üzerine ünlü bir tenorun ameliyatına girmiş, Türk hastanın kocası bekletilmiş ve sonunda hayatını kaybetmiştir. Nasıl böyle bir şeyin olduğunu, her hayatın eşit olduğunu düşünen Tenma’nın tüm hayatı ikiz kardeşlerin acil olarak hastanesine getirilmesi ile değişir. On yaşını geçmeyen ikizlerden kız olan büyük şoktadır ve erkek olanın ise başında bir mermi vardır. Tenma oğlanı tam ameliyata hazırlarken hastaneye belediye başkanı gelir ve başhekim Tenma’dan onun ameliyatına girmesini ister. Tenma ise bu ameliyatı hemen yapmazsa çocuğun öleceğini söyler ve belediye başkanının yerine ikizin ameliyatına girer. Nitekim çocuk kurtulur ama belediye başkanı hayatını kaybeder. Başhekim bu olay üzerine hastanenin ününün zedeleneceğinden çok sinirlenir ve Dr. Tenma’nın kariyerinin asla ilerleyemeyeceğini söyler. Ayrıca kızı Eva’da artık gölgede kalan bir doktor olduğu için onu terk eder.


Günler sonra ise esrarengiz bir olay olur. Başhekim ve iki doktorun erkek ikizin odasından alarak yediği şekerler sonucu zehirlenerek hayatını kaybeder. Akabinde de ikizler hastaneden kaybolur. İlk başta başhekim ve iki doktorun ölümünden en büyük faydayı Tenma sağlar diye ondan şüphelenilir ama Tenma kolaylıkla aklanır ve yeni başhekim tarafından da Baş beyin cerrahı doktoru pozisyonuna getirilir. İkizler kaybolmuş, başhekim ölmüş ve Tenma istemediği bir şekilde olsa da eski hayatına, hatta daha iyisine kavuşmuştur.

Aradan on sene geçtikten sonra ise ikizler yeniden ortaya çıkar. Yaşanan bir dizi olaylardan sonra Tenma kurtardığı çocuğun adının Johan olduğunu ve bir canavar olduğunu fark eder. Çünkü Johan çok zekidir ve ikinci Hitler olarak da anılmaktadır. Ayrıca Johan’ı tanıyan başta onu evlat edinen üvey aileler teker teker ölmektedir. Tenma’da bu canavarı hayata döndürdüğü için kendisini sorumlu hisseder ve onu durdurmak için peşine düşer. Bu arada Johan’da iki kardeşi, şuan ki adı ile Nina Fortner’in peşindedir. Tenma Nina’ya Johan’dan önce ulaşır fakat Johan’ın yaptırdığı bir cinayetin zanlısı duruma düşer. Dr. Tenma ise artık kaçaktır ve bu canavarı durdurmak için elinden geleni yapmaya ant içer.

Monster’un konusu gerilim romanlarına yakışır cinsten bir hayli ilginç ve ayrıntılı. Ayrıca Johan gibi bir karakteri hiçbir animede bulamazsanız desem yeridir. Johan öyle zekidir ki, birini öldüreceği zaman genellikle bu işi başka kişilere, beyinlerini yıkayarak yaptırır. Bu kişi ister polis olsun, ister seri katil hiç fark etmez. Johan hepsinin beynine girebilmektedir. Johan’ın amacı ise çok uçuktur. Dediğine göre dünyada son kalan insan olmayı görmek istemektedir. Karakterler bakımından da Monster’de irili ufaklı, her biri konuya farklı bir yerinden bağlanan birçok karakter vardır. Bunların önemlileri başta Tenma, Johan, Nina, Dieter, Dr. Reichweine, Mr. Schubert, Mr. Grimmer, Eva, Klaus Poppe, Başmüfettiş Lunge, Roberto gibi daha onlarca karakter vardır. Çizimler olarak da Monster adındaki anime çok iyi. Müzikleri de görsel kalitesi kadar iyi, özellikle kapanış parçaları bir hayli değişik. Sonuç olarak Monster adlı anime oldukça detaylı, atmosferi dört dörtlük ve yaşamdan kesitler sunan uzun soluklu ve izlenmesi gereken bir anime. Herkese şiddetle tavsiye ederim.


6 Ağustos 2009 Perşembe

Itazura na Kiss

Yönetmen: Osamu Yamazaki
Stüdyo: TMS Entertainment
Tür: Komedi, Romantizm
Yapım Yılı: 2008
Bölüm Sayısı: 26
Anime Puanı: 10/8.5


Itazura na Kiss, aslında klasik bir romantik – komedi ve ilişkiler üzerine kurulu bir anime olarak göze çarpıyor. Anime çok zeki olan, bir şeyi bir defa duyduğunda öğrenmiş olan ve ders çalışma ihtiyacı olmayan Naoki Irıe ve onun aksine en tembellerin gittiği sınıfta okuyan ve Naoki’ye deliler gibi âşık olan Kotoko Aihara etrafında geçiyor. Bir gün Kotoko tüm cesaretini toplayarak Naoki’ye bir aşk mektubu verir ama Naoki tarafından anında reddedilir. Her şey artık bitti diye düşünen Naoki’nin başına olmayacak bir şey gelir. Babasının yeni inşa ettiği evleri ufak bir deprem yüzünden yıkılır ve Kotoko ile babası, babasının en yakın arkadaşının evine geçici süreliğine taşınırlar. Taşındıkları ev ise Naoki’nin oturduğu evden başkası değildir. Yani Kotoko aşık olduğu, aşk mektubu verdiği ve anında reddedildiği adamla bir süre beraber yaşayacaktır. Dediğim gibi Itazura na Kiss okul döneminde başlıyor ve yetişkinliğe kadar devam ediyor. Yaklaşık 15 yıllık bu zaman zarfında Kotoko’un Naoki ile olan ilişkisini, okul hayatlarına, üniversite, evlenme ve etraflarındaki komik olaylara şahitlik ediyoruz.

Itazura na Kiss’i sıradan olmaktan ayıran unsur şüphesiz işlenişi ve sıkmaması. Anime oldukça eğlenceli bir ortamda geçiyor ve karakter bolluğu sayesinde aynı şeyler olup durmuyor. Tek gariplik ise karakterlerin neredeyse hiçbiri geçen yıllara rağmen değişmiyor. Yani Kotoko 16 yaşında ne ise 30’unda da aynı. Hatta çocuğun çocuğu bile oluyor diyebiliriz. Sağlıklı yaşam ve dengeli beslenme sayesinde böyle kalıyor diyelim ve fazla üstelemeyelim.

Görsel olarak anime oldukça kaliteli olarak göze çarpıyor. Bunda şüphesiz yeni oluşunun büyük bir önemi var. Müzikleri de fena sayılmaz. Kısacası Itazura na Kiss beklentilerimden daha iyi bir anime çıkarak beni şaşırtmayı başardı. Eğer eğlenceli bir komedi – romantizm arıyorsanız Itazura na Kiss’e bir bakmanızı öneririm. Şunu da belirteyim, anime okul animesi değildir. Yani okulda başlıyor ama bahsettiğim gibi mezunluklarından evlenmelerine kadar sürüyor.

Ouran High School Host Club

Yönetmen: Takuya Igarashi
Stüdyo: Bones
Tür: Komedi, Okul
Yapım Yılı: 2006
Bölüm Sayısı: 26
Anime Puanı: 10/3



Daha şimdiden söylemekte fayda var, Ouran High School Host Club benim hayatımda izlediğim en kötü ve ilk üç bölümünden sonra hemencecik sildiğim ilk anime unvanını gururla taşıyor. Önce konusundan bahsedecek olursak; Ouran Lisesi ülkenin milyarderlerinin çocuklarının gittiği ultra birinci sınıf özel bir okuldur. Haruhi Fujioka ise yıllar önce annesini kaybetmiş, animenin başlarında erkek zannettiğimiz ama sonra kız çıkan kahramanımızdır. Kendisi çok çalışkan olduğundan şımarık zengin çocuklarının gittiği bu okulda bursla okuma şansı kazanmıştır. Okulun ilk günlerinde Haruhi ders çalışmak için sessiz bir yer aramaktadır çünkü kütüphanede bile baba parası yiyen arkadaşların ders çalışmak umurunda değildir. Durum böyle olunca Haruhi üç numaralı müzik odasına girer ve burasının aslında okulun “Host Club”’u Türkçe çevirisi ise konuk/misafir evi anlamına gelen bir kulüptür. Böyle kulüplerde serideki gibi erkekler değil de kızlar çalışmaktadır ve kulübe gelen erkekler ile sohbet ederek, kahve içerek onlara hoş vakit geçirtmektedirler. Animede ise Host’larımız erkek ve konuklar kızlar oluyor. Haruhi içeriye ders çalışmak amacı ile girdiğinde birtakım olaylar zinciri yaşanır ve Haruhi pahalı bir vazo kırar. Başta King (Kral) dedikleri yalaka Host başkanları Tamaka, Haruhi’yi erkek zannederek Host’ta çalışmasını ister. Ardından da anlaşılacağı üzere seri aslında bir kız olan Haruhi’nin erkeklerle Host Club’da çalışması ile başlar.

Ouran High School Host Club’un senaryosu aslında biraz ilgi çekici ama işleniş öyle berbat ki beni soğutmaya yetti. İki saniyede bir kullanılan ve bir süre sonra bayan sevimlilik ve komiklik efektleri öyle çok ki artık hikâye akışı diye bir şey kalmıyor ortada. Sürekli şoparlıklar, şaklabanlıklar izliyorsunuz. Hele ki “erkek” ilişkileri kavramına getirdiği boyut sayesinde Ouran High School Host Club’un geri dönüşüm kutumda bile kalmamasına dikkat ettim. Sürekli gay hareketler seviyorsanız orası başka tabi:) Özellikle o ikizler yok mu, resmen öpüşmedikleri kaldı. Zaten üçüncü bölümün sonunda iki kızın dudaktan öpüşmesi beni bitirdi.

Görsel ve müzik bakımından ise animeye söyleyecek bir sözüm yok. Son derece kaliteliler. Zaten verdiğim üç puanın tamamı da onlara oldu. Uzun lafın kısası Ouran High School Host Club, belirli bir amacı olmayan, zengin çocuklarının olmayacak şaklabanlıklarını gerçekleştirdiği, her saniyesi komiklik ile doldurulmaya çalışılmış bir anime. Elbette seveni de olur ama ille komik bir şey izleyeceğiz diye aptalca şeyleri izlemek zorunda da değiliz. Bunun yerine Lovely Complex, Love Hina, Great Teacher Onizkua gibi kaliteli yapımlar varken Ouran High School Host Club’u izlememenizi öneririm.

Baccano!

Yönetmen: Takahiro Omori
Stüdyo: Brain's Base
Tür: Macera
Yapım Yılı: 2007
Bölüm Sayısı: 13 + 3
Anime Puanı: 10/9



Baccano, kelime anlamı olarak İtalyancadan gelmekte ve karışıklık anlamına geliyor. Baccano adlı kısa anime serisi roman yazarı Ryogho Narita’nın eserlerinden çevrilme. Seri kronolojik olarak ilerlemese de 1711 yılında bir grup simyacının ölümsüzlüğü araması ile başlıyor. Simyacılar denize açıldıkları gemi ile iblisi çağırırlar ve ondan ölümsüzlüğün iksirini alırlar. Böylelikle gemide bulunan ve iksiri içen herkes ölümsüz olur. Akabinde seri esas tarihi olan 1930 ve 1932 yılları arasına geçiyor. Yani Baccano’nun geçtiği tarihler Amerika’nın 30’lu yıllarının başlangıcı. Artık kader mi dersiniz veya şans mı bilinmez ama yaklaşık 200 yılı aşkın süre sonra ölümsüzler yeniden bir araya gelir. Bunların kimisi mafya üyesi, kimisi mafyaya karşı gelen bir çete, kimisi kaçak, kimisi hırsız ve hatta kimisi tesadüfen ölümsüz olmuştur. Bu insanların bazıları 1930 yılında bazıları 31 yılında ve bazıları da 32 yılında karşılaşır ve garip olaylar zinciri başlamış olur. Üstelik her yılın birbirleri ile ilişkisi bulunmaktadır.

Baccano’da başkahraman diye sorarsanız bende öyle birisi yok derim. Çünkü sizlere fazla gelebilir ama Baccano’da 18’i başkarakter olmak üzere 29 karakter bulunmakta. Çoğu ölümsüz olan bu karakterlerin her birinin hikayeleri, geçmişleri ve kişilikleri farklı. Benim favori karakterlerim ise Ladd ve Miria. Ladd Russo bir mafya üyesidir ve insan ancak bu kadar psikopat olabilir. Miria ise Isaac ile beraber hırsızdır ama çok komiktir hele ki bir sesi var ki inanılmaz. Bunların dışında Maiza, Firo, Rail Tracer, Jacuzzi, Czes, Ennis gibi birçok kendine has kişilikleri ile karakterler bulunmakta ve Baccano adlı anime bunları dediğim gibi bazı karmaşıklıklar sonucu bir araya getiriyor.

Baccano açıkçası beklentilerimin çok üstüne çıkan inanılmaz değişik ve sürükleyici bir anime. Görüntü kalitesi olarak mükemmel ve müzikleri 30’lu yılların atmosferini inanılmaz güzel yansıtıyor. Ayrıca 13 bölümden sonra devamı niteliğinde yarımşar saatlik 3 adet ova diye tabir edilen bölümler bulunmakta. Kısacası eğer kaliteli bir anime arıyorsanız Baccano!’ya bir göz atmanızı öneririm. Tabi ek bölümleri de unutmayın.

Last Exile

Yönetmen: Koichi Chigara
Stüdyo:Gonzo
Tür: Bilimkurgu, Dram, Macera
Yapım Yılı: 2003
Bölüm Sayısı: 26
Anime Puanı: 10/8.5


Last Exile’de hikâye, iki yetim olan Claus ve Lavie adında iki Vanship, Türkçe anlamıyla Gök Gemisi kullanıcısı etrafında dönüyor. Bulundukları dünya Anatoray diyarı ve Distih diyarı olmak üzere ikiye ayrılmıştır ve bu iki ülke arasında bir savaş süregelmektedir. Ayrıca Guild adındaki üstün bir güçte göklerde iki ülkeyi gözetlemekte ve kendi isteğince hamleler yapmaktadır. Dediğim gibi Claus bir Vanship pilotudur ve Lavie’de yol göstericisidir (navigator). Grand Stream denilen büyük hava akımında hayatlarını kaybeden babalarının Vanship’leri ile kuryelik yaparak hayatlarını geçindirmektedirler. Her yıl düzenlenen geleneksel yarışlara katılan Claus ve Lavie’nin hayatları yaralı bir pilotun önlerine çıkması ile değişir. Yarışı bırakıp yaralı pilotun yanına giden Claus, pilotun ricası ise hayati önem taşıyan görevini devralır. Görev kargo olarak nitelendirilen ve küçük bir kız olan Alvis’i korkulan savaş gemisi Silvana’ya teslim etmektir.

Last Exile’nin hikayesi oldukça ilgi çekici. Sıradan bir hayat yaşayan ve Grand Stream’i geçme hayalleri olan iki arkadaşın hayatları Alvis ile tanışmalarından sonra sonsuza kadar değişecektir. Nitekim anlayacağınız üzere olaylar Alvis’i Silvana’ya teslim etmekle kalmayacaktır. Olaylar aslında çok daha derin ve karışıktır. Fakat anlatım nadirde olsa monotonlaşabiliyor ve atmosfer yavaşlayabiliyor. Ama çok geçmeden de anime kendini toparlamasını biliyor.

Last Exile görsel olarak da oldukça iyi. Çizimler oldukça kaliteli ve göklerde geçen savaş sahneleri heyecan verici. Ayrıca seri apayrı bir dünyada geçse bile 19.yüzyıl havası da çok iyi yansıtılmış. Müziklerde on numara diyebilirim. Kısacası Last Exile Vanship’leri, kocaman savaş gemileri, göklerde geçen hikâyesi ve özellikle her daim beddua okuyabileceğiniz kötü karakteri ile herkese tavsiye edebileceğim bir anime.

Kemonozume

Yönetmen: Masaaki Yusa
Stüdyo: Madhouse Studios
Tür: Gerilim, Fantastik
Yapım Yılı: 2006
Bölüm Sayısı: 13
Anime Puanı: 10/6.5


Çok eski zamanlardan, dünyanın oluşumundan bu yana Shokujinki adı verilen ve insan yiyen yaratıklar dünya üzerinde yaşamaktadır. Bu yaratıklar genelde insan kılığında, karanlık köşelerde yaşarlar ve avlarını tek başlarına kaldıklarında canavar kılığına, yani gerçek kılıklarına bürünerek yerler. Japonya’da ise yine nesilden nesle aktarılan Kifuuken adlı dövüş sanatı ile kılıç ustaları et yiyen canavarları avlamaktadırlar. Kifuuken dövüş stilini kullanan kılıç ustaları nesiller boyu bu canavarların peşine düşmüşlerdir. Kifuuken’in en tehlikeli ve etkin silahı ise Kemonozume adlı tekniktir. Bu teknikte kılıç ustası kendi kollarını keserek canavarın kollarını adeta kendine bağlar ve onun gücünü alır.

Kemonozume’de hikâye günümüz Kifuuken dövüş okulunda geçmektedir. Kifuuken’in varisi olan Toshihiko Momotota yetenekli bir kılıç ustasıdır. Günün birinde karşısına Yuka adında genç bir kız çıkar ve ona âşık olur. Fakat çok geçmeden Yuka’nın aslında bir et yiyici canavar olduğu ortaya çıkar ve Toshihiko aşkını seçerek Yuka ile Kifuuken’den kaçar. Özetle Kemonozume’de Toshihiko adlı kılıç ustasının bir et yiyici canavar ile olan ilişkisi ve kaçışı anlatılmaktadır.

Kemonozume’nin en ilgi çekici özelliği kullanılan çizim tekniği. Başlarda garip gelse de garip çizimler aslında seriye çok yakışmış. Caz kıvamındaki müziklerde hiç fena değil. Fakat senaryo ve atmosfer bazen çok durağan oluyor. Yani zaten 13 bölüm olan serinin bazı bölümleri sıkıcı olabiliyor. Son olarak animenin tamamı ile yetişkinlere hitap ettiğini söylemekte fayda var.

Michiko to Hatchin

Yönetmen: Sayo Yamamoto
Stüdyo: Manglobe Inc.
Tür: Macera, Dram
Yapım Yılı: 2008
Bölüm Sayısı: 22
Anime Puanı: 10/8


Michiko to Hatchin adlı animne Latin Amerika’da tamamen zıt iki kişiliğin nasıl aynı adamı aradığını bizlere sunuyor. Michiko Malandro, özgür ruhlu, dik kafalı ve ne isterse onu yapan güzel bir bayandır. Michiko ağır korumalı ve müebbet yiyenlerin gittiği hapishaneden kaçmayı başarır ve Hiroshi adındaki eski sevgilisini aramaya başlar. Hana Moreno, namı diğer Hatchin ise dokuz yaşında bir kızdır ve gaddar üvey ailesinin yanında yaşamaktadır. Hana’nın kişiliği yaşına göre oldukça olgundur ve çoğunlukla Michiko’nun aksine mantığı ile hareket eder.

Michiko hapisten kaçtıktan sonra ilk önce Hiroshi’nin kızı olduğundan emin olduğu Hatchin’i de yanına alır ve kimi zaman komik çoğu zamansa gerçek yaşamdan kesitler sunan 22 bölümlük bir macera başlamış olur. Michiko to Hatchin dediğim gibi komedi unsurları içerse de aslında dram ağırlıklı ve Michiko’nun motoru ile polislerden kaçtığı abartılı sahneleri çıkarırsak karşımıza günlük hayatımızda da çıkabilecek öğeler çıkıyor. Yani içerik olarak anime oldukça gerçekçi ve yaşanabilecek şeyler.

Görsel olarak Michiko to Hacthin serisi çok iyi ve son model diyebilirim. Zaten yapım yılı da 2008 yılının sonları, yani anime daha taze bile sayılır. Müzikler ise bana uygun değil ama Latin Amerika, özellikle Brezilya’nın samba müzikleri çok iyi kullanılmış diyebilirim. Sonuç olarak Michito to Hatchin’de abartı bir aksiyon yok ama akıcı bir hikayesi ve güzel bir atmosferi bulunmakta.

Twelve Kingdoms

Yönetmen: Tsuneo Kobayashi
Stüdyo: Studio Pierrot
Tür: Macera, Fantastik
Yapım Yılı: 2002
Bölüm Sayısı: 45
Anime Puanı: 10/7


Youko Nakajima, Japonya’da yaşayan sıradan bir kızdır. Sınıf başkanı olmasına rağmen pek sevilmeyen, fazla arkadaşı olmayan ve içine kapanık bir kızdır. Günün birinde sınıfına uzun boylu sapsarı saçlı birisi çıkagelir ve önünde eğilerek Kei diyarına gelmesini ister. Hiçbir şey anlayamayan Youko hem şaşkınlık hem de korku içindeyken okulu ansızın garip yaratıklar basar ve birçok öğrenci yaralanır. Uzun sarı saçlı adam Youko’ya onunla gelmesini söyler ve Youko Japonya’dan hiç bilmediği başka bir diyara daha doğrusu başka bir dünyaya gider. Üstelik olayların içine tesadüfen çekilen iki arkadaşıyla birlikte kendisini on iki ülkenin bulunduğu bir dünyada buluverir.

Neler olup bittiğini anlayamayan Youko kısa süre sonra artık ne Japonya’da ne de bildikleri dünyada olmadıklarını fark eder. İşin garip yanı ise arkadaşları bu dünyadaki insanların konuştukları dili anlayamaz ama Youko anlamaktadır ve görünümü de yavaşça değişmektedir. Kısacası Youko neden burada olduğunu anlamaya ve evine geri dönmenin yollarını aramaya koyulur ve fantastik bir macera başlamış olıur.

Twelve Kingdom adlı animenin konusu bir hayli değişik ama işlenişte bayağı zayıflıklar var diyebilirim. Mesela diğer diyardaki insanlar bizim dünyadan gelen insanları biliyorlar ve onlar geldikleri yere, yani Japonya’ya Wa diyorlar. İşin garip yanı neden sadece Japonya’dan bu diyara gelinebiliyor ilginç. Bölümlerin işlenişi bakımından da açıkçası yarısından sonra senaryo durgunlaşıyor ve son beş bölüm sırf doldurma olmuş. Bunun dışında seri görsel olarak gayet başarılı ve kendisini izlettirmesini başarıyor. Sonuç olarak Twelve Kingdoms uzun soluklu bir anime olarak başarılı bir anime ama mükemmel değil.

Welcome to The N.H.K.

Yönetmen: Yusuke Yamamoto
Stüdyo: Gonzo
Tür: Dram, Komedi (Kara mizah)
Yapım Yılı: 2006
Bölüm Sayısı: 24
Anime Puanı: 10/8


Welcome to The N.H.K. ismi gibi garip bir anime olarak karşımıza çıkıyor. Başkahramanımız Tatsuhiro Sato. Kendisi 24 yaşında, üniversiteden atılmış ve Tokyo’daki apartman dairesinde asosyal bir hayat, Japon’ların deyimiyle bir “hikikomori” olarak yaşamaktadır. Hikikomori’ler çalışmayan, okumayan, herhangi bir yerden geliri olmayan ve en fazla haftada bir iki kez dışarı çıkan tiplerdir. Sato’ya göre aslında o bir hikikomori değildir ve bu yaşantısının sebebi aslında N.H.K. adlı (Nihon Hikikomori Kyokai – Japon Hikikomori Örgütü) bir teşkilattır. Ona göre N.H.K. dünya çapında bir organizasyondur ve insanların hayatlarını alt üst etmektedir.

Sato psikolojisi yavaş yavaş bozulmaya başlayan aklı (ki buzdolabı, televizyon falan ile konuşmaya başlıyor) ile ve garip hayal dünyası ile kendi kendini yiyip bitirirken bir gün kapı çalıverir. Bin bir zorlukla kapıyı açan Sato karşısında satıcı bir hanım ve genç yeğnini bulur. Ertesi gün parkta hava alan Sato genç kız ile yeniden karşılaşır. Adının Misaki olduğunu söyleyen bu kız Sato’nun hikikomori olduğunu bilmektedir ve ona yardım etmek için anlaşma teklif eder. Fakat Sato ilk başlarda kabul etmez ve gururuna yediremediği için hikikomori olmadığını söyler. Bu arada Sato’nun yan dairesinde oturan ve sürekli gürültü yapan kişide aslında aynı okulda okudukları Yamazaki’den başka birisi değildir. Sato’da Misaki’ye kanıt olarak aslında bir oyun firmasında çalıştığını ve işinin çoğunun evde geçtiğini söyler. Tatmin olmayan Misaki’ye de bitirdiklerinde oyununu getirmeye karar verir. Böylelikle Sato ve Yamazaki kolları sıvarlar ve Galge türünde (müstehcen) bir oyun yapmaya karar verirler. İpin ucu da zaten buradan sonra kopmaya başla ve trajikomik bir serüven başlamış olur.

Görsellik ve çizim olarak ise Welcome to The N.H.K. abartıdan uzak gerçeğe yakın tonlar ve çizimler kullanılmış. Hatta isim verilmeden diğer animelerede kocaman gözlü 10 yaşındaki kız kahramanlar bolca kullanılarak atıfta bulunmayı ihmal etmemişler. Müzikler ise çok başarılı. Özellikle seri içinde Yamazaki’nin sürekli dinlediği ve Sato’nun cep telefonu melodisi haline gelen “Purupuru Pururin” adlı garip melodi benim bile dilime takıldı. Özetle toparlayacak olursak, aslında Welcome to The N.H.K.’da asosyal olan bir gencin hayatı dışında başka bir şey izlemiyoruz ama senaryonun işlenişi animeyi izlenir hale getirmeye başarmış. Sonuç olarak N.H.K.’yı herkese tavsiye edebilirim

Nodame Cantabile

Yönetmen: Kenichi Kasai
Tür: Müzik, Komedi
Stüdyo: Fuji Tv, J.C. Staff
Yapım Yılı: 2007 / 2008 / 2010
Bölüm Sayısı: 23 + 11 + 11
Anime Puanı: 10/7.5



Megumi Noda veya lakabı ile Nodame, Tokyo’da bir kolejde yetenekli bir piyano öğrencisidir. Nodame notalara sadık kalmak yerine parçaları kendi istediği şekilde çalmaktadır ve mezun olduktan sonra ise anaokulu öğretmeni olmak istemektedir. Kişilik olarak ise Nodame dağınık, birkaç günde bir duş alan ve yemek yemeyi oldukça seven birisidir. Shinichi Chiaki ise kolejin en yetenekli öğrencisidir. Deyim yerindeyse müzikal bir ailede doğan Chiaki piyano ve keman çalmada ustadır ama tutkusu daima orkestra şefi olmaktır. Kendisi birçok ülke gezmiş ve ünlü klasik müzik ustaları ile bizzat tanışmıştır. Fakat çocukluğunda yaşadığı bir olay yüzünden Japonya’yı terk edememektedir.

Bu anlattığım tamamen farklı iki hayat aynı okula gittikleri için tesadüfen birbirleri ile tanışırlar ve Nodame anında Chiaki’ye tutulur. İkili her gün ne kadar kavga etse de ortak zevkleri klasik müzik onları daima bir araya getirmektedir. Zaman geçtikçe birbirinden garip başka insanlarla tanıştıklarında (özellikle büyük orkestra şefi kadın düşkünü Stressman) hayatları her daim renkli olur. Bizlerde Nomdame Cantabile serisinde Nodame’nin vurdumduymazlığı, piyano tutkusu, Chiaki’ye olan garip aşkı ve Chiaki’nin hayallerini gerçekleştirme çabasına şahit oluyoruz.

Nodame Cantabile’nin konusu belki biraz basit gelebilir ama karakterler ve yaşanan olaylar bu açıklığı gideriyor diyebilirim. Ama her ne olursa olsun bazı zayıflıklarda yok değil. Örnek vermek bazen seride her şey çok mükemmelmiş gibi geliyor insana ve bazı bölümler sıkılabiliyor, ayrıca Chiaki bence çok fazla kusursuz. Görsel olarak seriye fazla diyecek bir şeyim yok. Fazla abartı kullanılmamış ve gerçeğe yakın duruyorlar. Animenin şüphesiz en güzel yeri ise müzikleri. Mozart, Beethoven, Schubert veya Bach olsun birbirinden değişik bestekârların en güzel parçaları şıklıkla kullanılmış. Benim gibi klasik müzikle pek ilgisi olmayan birinin bile bazı parçalar ilgisini çekti dersem herhalde anlarsınız.

Özetle Nodame Cantabile belki de müziklerini çıkarsan vasatı aşmayacak bir anime olurdu ama eğer klasik müziğe düşkünlüğünüz varsa da Nodame Cantabile tam size göre olabilir.

Ayrıca Nodame Cantabile'nin "Pars-Hen" adında 11 bölümlük devam serisi de bulunmaktadır. Bu kısa devam sezonunda, konu ve olaylar Paris'te devam etmektedir. Yani ilk sezonu izledikten sonra ikinci sezonu da izlemeyi unutmayın.

2010 yapımı üçüncü sezon niteliğindeki "Finale" adında yine 11 bölüm olan son sezonu da ilk iki sezondan sonra mutlaka izlemelisiniz.


Gankutsuou

Yönetmen: Mahiro Maeda
Tür: Dram, Fantastik
Stüdyo: Gonzo
Yapım Yılı: 2004
Bölüm Sayısı: 24
Anime Puanı: 10/9.5



Madame, Monsieur, Bonsuvar!

Gankutsuou adlı animenin ismi ilk bakışta her ne kadar garip görünse de seri aslında Alexander Dumas’un ünlü yapıtı Monte Cristo Kontu’nun değişik bir anime uyarlaması. Monte Cristo Kontu’nu okuyanlar veya düzinelerce olan filmlerinden birini izleyenler serinin içeriğini az çok tahmin edebiliyorlardır, nitekim Monte Cristo Kontu’nun bu versiyonunu asla görmediğinize de bahse girebilirim. Demek istediğim Gankutsuou’da klasik romandan çok daha fazlası var. Lafı uzatmadan serinin konusuna geçersek; Klasik romanın aksine seri 1800’lü yıllarda değil çok uzak bir gelecek olan 5053 yılında geçiyor. Paris’in önce gelen zengin ve aristokrat bir aileden gelen Albert ve yine aristokrat arkadaşı Franz küçük bir gezi için Ay’a gitmişlerdir. Albert ve Franz gittikleri opera gösterisinde Monte Cristo Kontu diye adlandırılan gizemli bir adamla tanışırlar. Kısa süre sonra Albert haydutlar tarafından fidye için kaçırılır ve Kont tarafından kurtarılır. Böylelikle Albert ve Kont arasındaki samimiyet daha da artar ve Albert Kontu misafirleri olması için Dünya’ya, Paris’e davet eder. Kont’un Paris’e gelmesi ise başta Albert’in ailesi Paris’teki tüm güçlü ailelerin içine giren Kont, her ne kadar sempatik, gösterişli, zengin bir aristokrat gibi gözükse de aslında amacı bambaşkadır.

Dediğim gibi Gankutsuou’nun Monte Cristo versiyonu daha öncekilerle hiç benzemiyor. Orijinalinde olaylar ve hikâye tamamı ile Kont üzerine kuruluyken anime daha çok Albert odaklı ilerliyor. Ayrıca seri uzak gelecekte geçse de 1800’lü yıllar havası çok iyi yaratılmış, gelecek ile geçmiş çok iyi harmanlanmış. Demek istediğim eğer şapkası ve pelerini ile bir bay ve şık tuvaleti ile bir bayanı uzay gemisine binerken görürseniz şaşırmayın. Peki, Gankutsuou ne diye sorarsanız sizlere cevabım seriyi izlemeniz olacaktır Görsel olarak animeyi ele alırsak, eminim çoğu izleyen benim gibi ilk seferinde bir hayli şaşırmıştır. Çünkü Gankutsuou’da kullanılan efektleri ve animasyonları ben daha önce hiçbir anime de görmedim. Seride dijital animasyonlar ve photoshop dokumaları denilen bir yöntem kullanılmış ve karakterlerin çoğunun saçları veya üst başları 3D haline getirilmiş. Yani anlatması zor ama misal Albert’in giydiği elbisesinin üzerindeki desenler sabit kalıyor ve Albert hareket etse bile desen sabit kaldığından elbisedeki yeri değişiyor. Örneğin sağ kolda olan çiçek resmi Albert biraz daha sağa gitti mi göğüs hizasına geliyor veya daha çok sağa gitti mi kayboluyor gibi. İlk başta ve tarzı biraz yadırgayabilirsiniz ama biraz izleyince sizlerde benim gibi bu animede normal tarz renkler kullanılsaymış bu kadar iyi olmazmış diyeceksinizdir. Demek istediğim 3D grafikler Gankutsuou’yı Gankutsuou yapan önemli etkenlerden biri ve yakışmıştı. Müziklere zaten diyecek bir şey yok. Müziklerin yüzde doksanını klasik müzikler oluşturuyor ve enfesler. Özellikle Jean-Jaques Burnel’in seslendirdiği açılış parçası “We Were Lovers” çok dokunaklı ve mükemmel bir parça. Özetle teknik açıdan Gankutsuou kusursuza yakın diyebilirim.

Gankutsuou, tam adıyla Gankutsuou: The Cont of Monte Cristo gibi sıra dışı ve güzel bir animeyi her anime severin izlemesini tavsiye ederim. Lakin animenin yetişkinlere hitap ettiğini de belirtmek isterim. Küçük yaştaki izleyiciler için kavga dövüşlerin fazla olmaması, şoparlıkların hiç olmaması onlara sıkıcı gelebilir. Ama eğer kült sayılabilecek bir anime arıyorsanız Gankutsuou tam sizlere göre.

Planetes

Yönetmen: Kenji Kamiyama
Tür: Bilimkurgu, Uzay
Stüdyo: Bandai, Sunrise
Yapım Yılı: 2003
Bölüm Sayısı: 26
Anime Puanı: 10/9.5


Planetes serisi bizleri geleceğe 2075 yılına götürüyor. Animeye göre bu zamanda insanlık uzay teknolojisi bakımından oldukça gelişmiştir. Öyle ki Ay’a yerleşim yerleri bile kurulmuş, uçağa biner gibi uzay gemileri ile seyahat edilebilir olmuştur. Nitekim ortada küçümsenmeyecek bir sorun vardır; o da uzayda Dünya’nın yörüngesinde gezen başıboş çöplerdir. Uzay kapsüllerinden düşen parçalar olsun, kullanılmayan uydular olsun en ufak bir vida parçası bile uzayda bir uzay gemisine çarparsa büyük tehlike oluşturmaktadır. İşte böyle bir ortamda bu çöpleri toplamak enkaz toplayıcılarının işidir.

Planetes’de de Technora adlı uzay firması için çalışan enkaz toplayıcılarının günlük yaşamlarını, karşılaştıkları sorunları, ilişkilerini kısacası hayatlarını yakından görme şansı elde ediyoruz. Az önce söylediğim gibi Technora adlı firma için çalışıyorlar ve personel sayıları normalin yarımı olduğu için onlara “yarım porsiyon” deniliyor ve çoğu üst çalışan tarafından enkaz toplayıcısı oldukları için ikinci sınıf muamelesi görüyorlar. Ama kahramanlarımız tüm aksiliklere rağmen işlerine dört elle sarılmaya çalışıyorlar. Bunun dışında 2075 yılında dünyada yaşanan olayları, birinci dünya ülkelerinin uzayın tüm nimetlerini sömürmesini, küçük ülkelerin fakirlikle boğuşmalarına da tanıklık ediyoruz.

Serinin başkahramanının adı Hachirota Hoshino, sürekli alın bandı taktığı için namı diğer Hachimaki. Kendisi uzaya deyim yerindeyse aşıktır ve her ne kadar dalga konusu olsa ve Enkaz toplayıcı maaşı ile imkansız kendi uzay gemisini almayı hayal etmektedir. Hachimaki’nin dışında yeni personel Tanabe, Toy Box adlı enkaz toplama gemisinin kaptanı Fee, ikinci kaptanı Yuri, enkaz birimi müdür yardımcısı Arvind, müdürü Myers ve sözleşmeli personel Edel’de serinin önemli karakterlerini oluşturuyor. Görsellik açısından ise Planetes ilk başta sizlere biraz tuhaf ve sanki eskiymiş gibi gelebilir ama emin olun kocaman gözlü erkek güzel karakterlerden kat ve kat daha iyi olmuş böyle olması. Seride kullanılan çizim tarzı bir hayli gerçeklik katmış işin içine diyebilirim. Müziklerde zaten oldukça kaliteli olunca ortaya mükemmele yakın bir seri çıkmış diyebilirim. Sonuç olarak Planetes beni oldukça şaşırttı ve bu kadar iyi olacağını asla tahmin edemezdim. Mutlaka herkesin izlemesini tavsiye ederim


Ghost in the Shell

Yönetmen: Kenji Kamiyama
Tür: Bilimkurgu, Dram
Stüdyo: Production I.G.
Yapım Yılı: 2002–2004
Bölüm Sayısı: 26 + 26
Anime Puanı: 10/9.5

1st Gig
Ghost in the Shell: Stand Alone Complex serisi yakın gelecekte 2030 yılında geçiyor. Dünya üzerinde üçüncü ve dördüncü dünya savaşları yaşanmış ve başta internet olmak üzere teknoloji bir hayli gelişmiştir. İnsanlar beyinlerini “cyberbrain”e dönüştürerek internete girebilmekte, vücutlarının her parçasını cyborg parçaları ile değiştirebilmektedir. Yani kendilerini gelişmiş bir makineye dönüştürebilmektedirler. Tamamen robot olan androidlerde günlük hayatın bir parçası olmuştur ve çoğu zor işi onlar yapabilmektedir. Böyle bir ortamda ruh kavramı, serinin değişi ile “ghost”lar bir hayli tartışılmaktadır. Tıpkı günümüzde olan bazı kesimler gibi seride de radikaller vardır ve makineleşmenin insan ruhunu öldürdüğünü savunmaktadır. Kimileri ise her şeyden çok gerekli bulmaktadır. İşte böyle bir dünyada bizler devlete bağlı, gizli operasyonlar yürüten ve oldukça seçkin kişilerden oluşan Bölüm 9’un maceralarına tanık oluyoruz.

Bölüm 9’un başında Şef Aramaki vardır. Kendisi cyber beyni dışında tamamen insandır. Birimin komutalığını ise bayan başkarakter Motoko, namı diğer Major (Binbaşı) yapmaktadır. Kendisi tamamen cyborg vücuda sahiptir ve hemen hemen kusursuzdur. Hatta bu mükemmellikten maalesef şikâyet edeceğim çünkü bir insan hiç mi hata yapmaz veya tereddütte kalmaz. Motoko’nun dışında Batou, Togusa, Ishikawa, Pazu, Saito ve Bourma diğer Bölüm 9 çalışanlarıdır. Ayrıca akıllı tanklar Tachikomaları da saymadan olmaz. Her bölümde biraz daha akıllanan ve neredeyse bir ruha sahipmişler gibi davranan Tachikoma adlı tanklar birimin vazgeçilmezleri arasında.

Hikaye olarak dediğim gibi Bölüm 9’un başından geçen olaylar anlatılıyor ama genel olarak seri müthiş bir hacker olan Gülen Adam ve yaptıkları çerçevesinde ilerliyor. Çoğu bölüm başka konu üzerinde durulsa da genellikle her şey Gülen Adamla bağlantılı oluyor.

2nd Gig
2004 yapımı ikinci seri ise ilk seriden iki yıl sonrasını konu alıyor. Motoko’nun geçmişinden gelen gizemli bir adam Japonya başta olmak üzere tüm dünya’yı değiştirecek bir devrim yapmanın peşinde. Doğal olarak da Bölüm 9 tüm gücünü kullanarak olayların önüne geçmeye çalışıyor.

Hikâyenin anlatılışı ve işleyiş bakımından Ghost in the Shell serisi tamamen yetişkinlere hitap ediyor diyebiliriz. Çünkü çoğu animelerden bildiğimiz komiklikler Ghost in the Shell’de katiyen bulunmamakta. Hatta seri bazen öyle komplike ilerliyor ki yetişkin bir insan olarak bile anlamakta bazen zorluk çekebiliyorsunuz. Görsel bakımdan Ghost in the Shell serisinin çizimleri mükemmel diyebilirim ama yapılmaya çalışılmış olan 3D efetker (otobanlarda genelde) 1999 yapımı bir araba yarışı gibi duruyor desem yalan olmaz. Neyseki bu efektler az kullanıldığı için fazla göze batmıyorlar. Bu açığı herhalde müzikler fazlası ile kapatıyor diyebilirim. Hem ilk serinin açılış parçası “Inner Universe” ve favorim ikinci serinin açılış parçası “Rise” mükemmel parçalar. Hatta seri içinde çalan tüm müzikler mükemmel diyebilirim.

Özetle diyebilirim ki Ghost in the Shell: Stand Alone Complex 1st Gig ve 2nd Gig serileri muhakkak izlenmeli ama dediğim gibi seri oldukça karmaşık olduğundan herkese hitap etmeyebilir.

Bilinmesi Gerekenler;
•Ghost in the Shell’in ilk anime uyarlaması olan 1995 yapımı anime serisinden bağımsız (senaryo bakımından) bir anime filmi bulunmaktadır. Süresi 85 dakikadır.
•Yine Stand Alone Complex serisinden bağımsız olan ve 1995 yapımı filmin devamı olan Ghost in the Shell 2: Innocence adında 101 dakikalık bir anime filmi bulunmaktadır.
•Anime Serisi ile bağlantılı olarak Ghost in the Shell: The Laughing Man adında 140 dakikalık bir aniem filmi bulunmaktadır.
•Son olarak Anime serileri bittikten sonra devam niteliğinde 2006 yapımı Ghost in the Shell: Solid State Society adında 100 dakikalık bir anime filmi bulunmaktadır.

Suzuka

Yönetmen: Hiroshi Fukutomi
Tür: Romantik, Spor, Okul
Stüdyo: Studio Comet, Tv Tokyo
Yapım Yılı: 2005
Bölüm Sayısı: 26
Anime Puanı: 10/7.5




15 yaşındaki Yamato Akitsuki, hayatında yeni bir başlangıç yapmak için yaşadığı Hiroshima’dan teyzesinin yanına Tokyo’ya taşınır. Burada yeni okulunun önünden geçerken yüksek atlama antrenmanı yapan, saçları kimi zaman lacivert, kimi zaman siyah olan Suzuka Asahina’yı görür ve ona âşık olur. Acaba onu bir daha ne zaman görürüm diye düşünen Yamato’yu büyük bir sürpriz beklemektedir çünkü Suzuka yaşadığı teyzesinin pansiyonunda Yamato’nun kapı komşusudur. Akabinde Yamato, Suzuka’ya açılma planları yapmaya başlar ve 26 bölümlük hoş bir macera başlamış olur.

Suzuka’nın konusu aslında oldukça klasik ve bizlere yeni bir şeyler de açıkçası sunmuyor. Yamato, biraz sorumsuz sakar bir oğlandır ve yüksek atlama takımının gözdesi Suzuka’ya âşık olmuştur fakat kız ona yüz vermemektedir. Nitekim ben Suzuka serisinden daha fazla beklenti içindeydim. Bunun dışında Yamato’nun koşu takımına girmesi, başka kızların onunla ilgilenmesi gibi olaylar serinin tuzu biberi olmuş.

Görsellik olarak Suzuka’ya diyecek bir sözüm yok. Çizimler ve karakterler oldukça kaliteli ve göze çarpan bir gariplik yok. Müzikleri ise beğenmedim. Açılış ve kapanış parçaları popstar yarışmalarından fırlamış gibi. Ama seri içindeki çalan parçalar vasatı geçmiş durumda. Özetle dediğim gibi nette edindiğim yorumlara göre Suzuka’dan beklentim yüksekti ve sıradan bir seri ile karşılaşmak açıkçası beni şaşırttı. Yinede Suzuka kötü bir anime değil, tam tersine izlenmesi gerekir ama fazla beklenti beklemeyin.

Get Backers

Yönetmen: Keitaru Motonaga
Tür: Aksiyon, Komedi, Süper Güç
Stüdyo: Kodansha, Studio Deen
Yapım Yılı: 2002
Bölüm Sayısı: 49
Anime Puanı: 10/7




GetBackers adlı anime bizlere Amano Ginji ve Midou Ban’ın macera dolu serüvenlerini anlatıyor. Bu ikili ortaklaşa kaybolan veya çalınan eşyaları yüzde yüz başarı ile (her ne kadar iş sonunda para alamasalar da) geri getirme işindedirler ve öyle sıradan insan değildirler. Midou Ban normal bir insandan kat ve kat daha güçlüdür ve “Snake Bite” adlı tekniği ile ölümcül darbeler indirebilmektedir. Ayrıca “Evil Eye” adlı göz tekniği ile karşısındakine bir dakikalığına kâbus gösterebilmektedir. Amano Ginji’de elektrik üretebilmektedir ve bu yeteneği sayesinde “Thunder Emperor” yani Gök Gürültüsü İmparatoru lakabını almıştır. Honky Tonk adlı barda hesapları bir hayli kabarık durumda müşteri beklemektedirler.

Hikâyenin akışı olarak GetBackers’ın ilk bölümleri formalite icabı geçiyor ve diğer karakterleri tanıyoruz. Zaten GetBackers’ın şüphesiz en iyi yönü karakterleri. Animede ondan fazla karakter var ve hepsinin güçleri kendine has ve hepside baba karakterler. Ginji ve Ban’dan ziyade hayvanlarla konuşabilen ve onların güçlerini taklit edebilen Shido, parfümleri ile ölümcül olabilen Himiko, hiç kopmayan sicimi ve izledikçe Gay olduğuna karar vereceğiniz Kazuki, bilgisayar dehası Makubex ve benim favori karakterim, kara paltosu ile Akabane gibi birçok karakter seride bulunmakta. Formalite bölümler bittikten sonra işin içinden bir türlü çıkamadığın Sınırsız Kale (Infinite Castle / Limitles Fortress) giriyor. Bu kale Tokyo’nun göbeğinde bulunan bir kompleks ve eğik bükük binaların bir araya gelmesinden oluşuyor. Üç bölüme ayrılan (Lower City – Beltline – Babylon) bu komplekste insanlar yaşıyor ve polis de dâhil dış dünya bunlara karışmıyor. Hatta harita da bile gözükmüyormuş Sınırsız Kale. Bu nasıl bir saçmalıktır bilmem, bunu izleyince artık siz karar vereceksiniz.

Görsel olarak ise GetBackers oldukça kaliteli. Dövüşler bir hayli zengin ve keyifli geçiyor. Tek gariplik bayanların burunları nedense çok uzun ve Midou Ban hangi marka saç jölesi kullanıyor çok merak ediyorum. Müzikler ise tam anlamıyla fiyasko. Ne açılış müziği nede kapanışı bir halta benziyor. Sonuç olarak GetBackers çok iyi bir anime değil ama yine de izlemenizi tavsiye edebilirim

Texhonlyze

Yönetmen: Hirotsugu Hamazaki
Tür: Psikolojik, Bilimkurgu, Dram
Stüdyo: Madhouse Studios, Fuji TV
Yapım Yılı: 2003
Bölüm Sayısı: 22
Anime Puanı: 10/4



Hikâyenin başında Lukkus şehri üç bölgeye ayrılmıştır. Bunlar Organo’lar, Union’lar ve Racan’lardır. Organo örgütü mafya tarzında ve Texhonlyze adındaki yapay vücut parçalarını üretmektedir. Bunlar insanların kopan kol, bacak gibi yerlere sentez edilen yapay protezlerdir. Organo’ların başkanı Onishi’ye göre O, yapay güneşi ve kaynakları ile Lukkus şehrinin sesini duymaktadır ve şehre barış getirmeye çalışmaktadır. Union’lar ise Organo örgütü ve Texhonlyze’a vücudu ve ruhu bozduğu için karşı olan bir tarikattır. Racan’lar da çoğu Texhonkyze parçaları kullanan genç asilerden oluşmaktadır ve özgürlükleri dışında pek bir şey umurlarında değildir.

Böyle bir dünyada Ichise adında pek fazla konuşmayan bir genç ödül karşılığı dövüşlere katılmaktadır. Bir gün dövüş sonrası dövüşleri düzenleyen adamın kız arkadaşı, adamın karşısında (nasıl bir ilişki ise) Ichise ile birlikte olur ve ilişki sırasında kadın parmağını Ichise’nin gözüne batırır ve Ichise’de kadını fırlatır. Buna sinirlenen adam Ichise’ye çok büyük bir ceza verir. Ichise tek kolunu ve bacağını kaybeder. Ölüme terk edilmiş olan Ichise’yi bir başka örgüt olan Class’tan Doc kurtarır. Class, Lukkus’ta olanlardan ziyade dış yüzeyde olanlarla ilgileniyordur ve Doc’ta Texhonlyze üzerinde çalışmalar ve deneyler yapmaktadır. Böylece Doc Ishise’ye texhonlyze kol ve bacaklar takar. Ayrıca Ichise’nin yapay protezleri özeldir çünkü ölen annesinin hücrelerinden oluşmaktadır. Fakat Ichise protezlerini benimsemek istemez ve Doc’un laboratuarından kaçar. Doc’un isteği ile de Organo örgütü peşine düşer.

Texhonlyze’ın konusu açıkça biraz karışık. Çünkü çok fazla çekişme ve hesaplaşma mevcut. Yani ipin ucunu bir yerde kaçırırsanız toparlanması zor oluyor. Görsel olarak ise aşırı şiddet ve cinsellik göze çarpıyor. Yani bu anime 18 yaş ve üzerine hitap ediyor. Müzikleri ise belki de serinin en güzel tarafı diyebilirim. Sonuç olarak Texhonlyze çok ağır ilerliyor ve biraz fazla karışık olması atmosferi epey bir bayıyor. Özetle Texhonlyze maalesef beklentilerimi karşılayamadı.

Peach Girl

Yönetmen: Hiroshi Ishidori
Tür: Romantik, Komedi, Okul
Stüdyo: Tv Tokyo
Yapım Yılı: 2005
Bölüm Sayısı: 25
Anime Puanı: 10/8.5



Peach Girl’de kahramanımızın adı Momo Adachi. Ortaokulda yüzme takımında bulunan Momo, liseye gitmektedir. Momo’nun en büyük derdi teninin çabuk bronzlaşmasıdır. Birde yüzmeyi çok sevdiğinden teni sürekli bronzdur ve çabuk dikkat çekmektedir. Bu yüzden onu tanımayanların çoğu onu solaryuma giden, her gün başka erkeklerle takılan “playgirl” olarak nitelendirilen bir kız zannetmektedir. Momo’nun en iyi arkadaşı olan Sae ki aslında tüm bu kötü izlenimlerin yayılmasına sebep olan kişi, oldukça dedikoducu, kendini beğenmiş bir tiptir. Momo ne beğeniyorsa onu ilk Sae alır ve bu sefer daha da ileriye giderek Momo’nun küçüklüğünden beri sevdiği Touji’yi elinden almaya çalışır. İşin içine birde Momo’dan hoşlanan ve tüm kızların peşinden koştuğu Okayasu girince tam bir curcuna başlar. Sae Momo’ya öyle oyunlar oynar ki tüm okul aslında Touji’nin Sae’in sevgilisi olduğunu ve Momo’nun onu ondan çalmaya kalktığına inanır. Kısacası Momo’nun başı Sae ile büyük derttedir ve gerçekleri gün ışığına çıkarmak zorundadır.

Peach Girl’in konusu özetle Türk filmi gibi. Ortada masum bir kız vardır ve cadaloz olan fesatlığından onun her şeyini elinden çalmaya çalışmaktadır. İşin komik yanı senaryonun ilerleyişi gerçekten Türk filmi gibi, Momo’nun başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmez. Bir kız bu kadar mı şansız, talihsiz olabilir. Birde bölümler ilerledikçe olaylar kendini tekrarlıyormuş gibi bir izlenime kapılıyorsunuz ve tam işler düzelirken şansız Momo’nun başına gelenler işleri başa sarıyor. Demek istediğim konu işleniş açısından biraz abartılmış.

Görsellik bakımından Peach Girl tam bir şölen. Serideki erkekler Momo’yu esmer olduğu için yadırgıyor olabilir ama benim şu ana kadar gördüğüm en güzel anime karakterlerinden biri diyebilirim. Müzikler ise biraz vasat gibi. Çok iyi değiller ama kötü de değiller. Sonuç olarak aşk çekişmelerini seviyorsanız ve eğlenceli bir macera arıyorsanız Peach Girl’i herkese tavsiye ederim.